31 Mart 2016 Perşembe

Türklerde Din ve Kamlık







Tengriciliğin Kam felsefesi (Şamanizm) ile alakası olmadığını savunuyorlar, halbuki biz Türkler, tarihimiz boyunca çok çeşitli coğrafyalarda yaşamış ve birçok kültürlerle temas ederek birçok dini inançlara inanmış ve bu inanç çerçevesinde yaşamışız. Dönemlerin konjonktürel, sosyal, siyasi yapıları gereği ve hatta baskılar sonucu dahi bu inanç sistemlerini tercih etmiş veya ettirilmişiz. Bunların başında Kamcılık, Gök-Tengricilik, Manihizm, Budizm, Hıristiyanlık, Musevilik ve İslamiyet gelmektir. Yanlış anlaşılmasına yol açmamak için hemen belirtmek isterim ki Şamanizm kelimesi öz Türkçe olmayıp dilimize sonradan getirilmiştir, bu yüzden biz öz Türkçesi olan Kamcılık veya Kam felsefesi ifadesini kullanmaktayız.


Aslında Kamcılığın ve Gök Tengriciliğin bir birinden ayrıldığı veya zıtlıklar içinde olduğunu söyleyemeyiz, tek fark tanrı/lar konusudur birazdan ona da değineceğim. Gök Tengri inancında da Kamcılıkta da dini önder yoktur, burada Kam’ın görevleri ve sorumluklarına iyi bakmak ve bilmek gerekir. Gök Tengri inancına sahip Türklerde neredeyse her obasında Kamlar bulunmuştur, bu Kamlardan ziyadesi ile faydalanmışlar ve saygı duymuşlardır.


Gerek İslam adı altında dayatılan Arap kültürü içinde gerekse Alevi kültürü içinde yaşatılan inançlarının köklerine bakacak olursak hepsinin dayanağı ve köklerinin kadim Türk inancı olduğunu çok iyi bilmekteyiz.


Bu girişten sonra asıl konumuz olan Türklerin en eski inanç sistemlerinden biri olan Tengriciliğin (Gök-Tanrı) bugün bilinenin aksine tek tanrıcı bir inanç sistemi olmadığını anlatma gayretinde olacağız. Bugüne kadar yapılan tüm değerlendirme ve araştırmalar dikkatinizi çektiyse İslami çerçevede ve coğrafya da yetişen değerli akademisyenlerimiz tarafından yapıldığını göreceksiniz, oysa ki Türklerin dini inanç sistemini araştırırken bizce mutlaka objektif gözle ve İslami coğrafya dışından da yapılmalıdır. Yazılı kaynaklara bakılırken aslında yazılı kaynaklarımızı oluşturan en değerli olgu olan Türk mitolojisinden faydalanılmadığı aksine göz ardı edildiğini görüyoruz.


Bir inanç sistemi incelenmeye, değerlendirmeye alınırken asla bir başka bir inanç sistemi ile incelenmemeli ve değerlendirilmemelidir. Buna rağmen Türklerin en eski inancı olan Tengriciliğin tek tanrı inancı olduğunu gösterebilecek hiç bir bilimsel veri bulunmamaktadır, durum böyle olmasına rağmen günümüz akademisyenlerin birçoğu konuyu ele alırken maalesef kaynaklarını İslamiyet’e dayandırmaktadırlar.


Peki Kamcılık (Şamanizm)mı ? Tengricilik mi ?

Türklerin inançları eskiden neydi kesin olarak söylemek çok güç, bu yüzden ne Kamlık (Şamanizm) ne de Tengricilik diyebilmek için çok sağlam kanıtların olması lazım ancak neredeyse tüm tarihi bilgilerimizi aldığımız Çin kaynaklarına bakacak olursak kaynaklar Yenisey Kırgızlarından söz ederken “Gan” olarak geçiyor yani Çin kaynaklarına göre Kamlar varsa demek ki bunların mensup olduğu bir inanç da vardı. Çin kaynaklarının haricinde Arap ve Fars tarihçileri de Kamlara Faginun dedikleri kayıt altına almıştır dolaysıyla eski Türklerde Kamcılığın mevcudiyeti de oldukça belirgindir.


Günümüzde Moğolca Boo=Kam sözü ile eski Türkçe kitabelerinde ad olarak gecen Bogu ile Anadolu’da da hala yaşatılan “büyü” sözleri de Kamlığın bir göstergesidir.


Şamanizm ( Kamcılık ) bilinen en eski Türk felsefesidir. Şamanizm, bilinen anlamda bir dinden çok daha fazlasıydı. İçinde inanç, büyü, kehanet, hekimlik ve tanrı ile tinlerle (ruhlarla) görüşmeye dayalı genel bir yapıdır. Tengricilik ise bu sistemin, Türkler için işin inanç bölümüdür. Yani diyebiliriz ki Tengricilik Kamcılıktan doğmuştur.


İddia edildiği gibi eğer Kamcılık (Şamanizm), sonradan çıktı ise akla sorulması gereken birkaç nokta gelmekte; Kamcılık (Şamanizm) çıkmadan evvel Türklerde, büyü, tılsım yok muydu, fala bakılmıyor muydu, kehanetlerde bulunulmuyor muydu, ya da tinlerle (ruhlarla) ve tanrılarla görüştüğünü söyleyen yok muydu?
Artık son araştırmalar gösteriyor ki, Türklerde Kamcılık (Şamanizm) Tengricilikten daha eskidir.


Tengrici Türkler günümüzde maalesef belirli bir kesiminde iddia ettiği gibi hiçbir zaman tek tanrıcı olmamışlardır. Türklerin, İslamiyet’ten önce çok tanrılı bir inanç yapısına bağlı olmaları, Müslüman olmayan bir toplumun çok tanrılı olması, neden insanları şaşırtıyor ve neden rahatsız ediyor?


Birçok görüşe göre Kamcılık (Şamanizm) eski dinlerin etkisinden esinlenerek oluştuğu savunulmaktadır ki bize göre aksine tün dinler ve inançlar Kamcılığın etkisinde kalmıştır, burada Kam ve Kam görevi yapan yardımcıları asla bir ruhani dini lider gibi algılanmamalıdır, Kamlar tanrı, tinler (ruhlar) ve insanlar arasında aracılık yapan bir bakıma köprü görevini yapan kutsanmış, nitelikli ve bilgi kişilerdir. Aracılık görevleri haricinde tedavi edici, ruhsal bağları sayesinde gelecekten haber verebilen ve çeşitli ruhsal ritüeller yapan kişilerdir.


Bu açıklamadan sonra maalesef Kamcılığın bin din olmadığını savunan akademisyenlerin görüşlerine yer vermek istiyorum.


Prof. Dr. Saadettin Gömeç de, “Şamanizm ve Eski Türk Dini”[Saadettin Gömeç, “Şamanizm ve Eski Türk Dini”, Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, sayı:4, s.47 Denizli 1998] adlı makalesinde Kamcılığın din olmadığını söyler.


Yine Rus bilim adamı Shirokogorov, “Şamanlık …bir din olarak kabul edilemez”[ a.g.e., s.28 (Shirokogorov, General Theory of Shamanism among the Tungus, NCBRAS, 1923, s.248] demiştir.


Türkolog Jean-Paul Roux, “Altay Türklerin Ölüm” adlı eserinde, “Hiçbir şekilde bir din olmayan bu özel pratiğin” [Jean-Paul Roux, Altay Türklerinde Ölüm, s.28, Kabalcı Yayınları, İstanbul 1999] diyerek, Kamcılık veya Şamanizm bilinen anlamda bir din olmadığını bu konudaki net düşüncesini ortaya koymaktadır.


Rus Türkolog Jelobtsov F. Fedotoviç, Şamanizmi ret etmemekle beraber din değil, inanç ya da kültür olarak niteler [Jelobtsov F. Fedotoviç, “Saha Yeri ve Saha Türkleri”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, c.16, s.27, ss.237, Ankara, 1992].


Türklerin tek tanrıcı olduklarını şiddetle savunan Hikmet Tanyu, Şamanizmi hem isim, hem kavram olarak ret etmektedir ancak buna rağmen “Dinler Tarihi Araştırmaları” adlı eserinin, “Eski Türk İnancında Olan Şamanist Türklerde Dağ”[ Hikmet Tanyu, Dinler Tarihi Araştırmaları, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, No. 120, Ankara 1973] başlıklı bölümde, Şamanizmi bir din olarak görmektedir !.


Biraz da aksini savunan yani Kamcılığı,Şamanizm’i bir inanç, din olarak kabul edenlere bakalım;


Prof. Dr. Yaşar Çoruhlu, “Türk Mitolojisinin Ana Hatları” adlı eserinde “Şamanizm, milattan önceki devirlerden bu yana Türklerin ve çevrelerindeki toplulukların, İç Asya ve Orta Asya’da yaşadıkları bölgelerde uyguladıkları ve Şaman veya Kam adı verilen din adamları aracılığıyla gerçekleştirilen bir inanç ya da uygulamalar bütünüdür” demektedir. [Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, s.15, Kabalcı Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 2012]


Değerli ve önemli Şamanizm araştırmacılarından olan Prof. Dr. Mihaly Hoppal, “Avrasya’da Şamanlar” adlı eserinde, Şamanizmi, sözcüğün geleneksel anlamı ile bir din olarak değil, bir inanç sistemi olarak gördüğünü belirtir. [Mihaly Hoppal, Avrasya’da Şamanlar,s.21, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2012].


Türkolog Prof. Dr. Abdülkadir İnan ise, “Tarihte ve Bugün Şamanizm” adlı önemli eserinin genelinde Şamanizm’in bir din olduğunu vurgulamaktadır. [ Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar, 3. Baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1986]


Türk tarihçiliğinin en önemli isimlerinden biri olan Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, “Hatıralar” isimli eserinde, Şamanizm’in bir tabiat dini olduğunu ve bu yönüyle kitap dinlerinden daha iyi olduğunu söylemektedir. [Zeki Velidi Togan, Hatıralar, s. 68-69, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2. baskı, Ankara 2012]


Yine Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan “Umumi Türk Tarihine Giriş” adlı eserinin birçok yerinde de Şamanizmi bir din olarak ele almaktadır. [Zeki Velidi Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, Cild 1, En Eski Devirlerden 16. Asra Kadar, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Yayınları, 3. baskı, İstanbul 1981]


Ayrıca “Oğuzların Hıristiyanlığı Meselesine Ait” adlı makalesinde de Wilhelm Barthold’un Oğuzların Hıristiyan olduğu iddiasına cevap vermekte ve Oğuzların Hıristiyan değil, Şaman olduğunu belirtmektedir. ”[Zeki Velidi Togan, “Oğuzların Hıristiyanlığı Meselesine Ait”, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Tarih İncelemeleri Dergisi, Sayı 27/2, s. 527, Aralık 2012]


Türkiye’de yaşayan ve Rusya Federasyonu’na bağlı Hakas Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’nın Türkiye temsilciliği görevini yürüten sosyolog Timur B. Davletov, “Türklerin Geleneksel Kamlık İnancı Bağlamında Kadın Haklarına Bakış” adlı makalesinde, Kamlık ya da Şamanizm’in bir din olduğunu belirtmektedir. ”[Timur Davletov, “Türklerin Geleneksel Kamlık İnancı Bağlamında Kadın Haklarına Bakış”, Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği Bülteni, Sayı: 1, Yıl: 1, Eylül 2004, s.5-6]


Ayrıca Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü tarafından 16-17 Nisan 2007 tarihinde düzenlenen “Yaşayan Eski Türk İnançları Bilgi Şöleni”nde “Kamlık İnancında Kam (Şaman) ve Kümelenme Geleneği Üzerine başlığıyla sunduğu bildiride de bu görüşünü ortaya koymaktadır.[Timur Davletov, “Kamlık İnancında Kam (Şaman) ve Kümelenme Geleneği Üzerine”, Yaşayan Eski Türk İnançları Bilgi Şöleni: Bildiriler, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, s.89-97, Ankara 2007]


Hakas bilim adamı Larisa Anjiganova, “Yaşayan Eski Türk İnançları Bilgi Şöleni”nde sunulan ve “Geleneksel ve Çağdaş Hakas Kamlığı” adını taşıyan bildirisinde, Hakan inancını Kamlık olarak isimlendirmektedir. [Larisa Anjifanova, “Geleneksel ve Çağdaş Hakas Kamlığı”, Yaşayan Eski Türk İnançları Bilgi Şöleni: Bildiriler, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, s.15-21, Ankara 2007]


Bahaeddin Ögel, Şamanizm’in bir inanç olduğunu kabul etmekle beraber, “Türk dininin en dejenere olmuş bir tipi” olarak nitelemektedir. [Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, 2. Cilt, s.13, MEB Yayınları, Ankara, 2001]


Gök Tengri Terimi Üzerine

Türklerin öz inançlarının Gök Tanrı ( Kök Tengri ) inancı olmadığını hatta bunun bir dini inanç olmadığını açıkça düşünmekteyim. Türklerin asıl dini inançlarının temel taşlarını oluşturan inanç sistemi tamamen Kamcılıktır ve bu inanç açıkça çok tanrıcılığı işaret etmektedir.Ülgen,Erlik,Umay ve diğerleri gibi.


Anlam itibarı ile Gök Tanrı ( Kök Tengri ) / Sonsuz Mavi Gök anlamını taşıdığı ortadadır.


Kitabelerimizde atalarımızın taşa vurduğu ve Kök Tengri ifadelerinin geçtiği yerlere bakarak Gök Tanrı / Kök Tengri ifadesinin aslında Tanrıyı değil de Sonsuz Mavi Gök’ün ifade ettiği çok açıktır.



“ÜZE KÖK TeNRİ, aSRA YaGıZ YeR KILıNDUKDa,” iKİN aRA KİŞİ OGLI KILıNMıŞ. 
(“Üstte Kök Tengri, altta Yagız yer kılındığıda,…”) 
Orhun Yazıtları, Bilge Kağan, Doğu yüzü satır -2 
(Üste Sonsuz Mavi Gök, altta yağız yer yaratıldığında,.. )


Açıkça Mavi Gök/Kök Tengri yaratıldığında deniliyor, Gök Tanrı diye düşünülürse o halde Gök Tanrıyı kim yarattı? 

”ÜZE TeNRİ BaSMaSaR, aSRA YİR TeLiNMeSeR”, TÜRK BODuN iLiNiN TÖRÜDiN KiM aRTaTI 
( “Üstte Kök Tengri çökmedikce, altta Yagız Yer delinmedikce,” kim ilini töreni bozabilir... ) 
Orhun Yazıtları, Kültigin Doğu yüzü satır -22 


( “Üstte Sonsuz Mavi Gök çökmedikçe, yağız yer delinmedikçe”, kim ilini töreni bozabilir… )  
Üstte sonsuz Mavi Gök çökmedikçe, Gök Tengri yani bir Tanrı nasıl yere çökebilir ki, mantık ve anlam dışı bir ifade! 


“TeNRİ TeG TeNRİDE BOLMuŞ TÜRK BİLGE KaGaN”  
(“Gök gibi gökte doğmuş, Türk Bilge Kağan” ) 
Orhun Yazıtları, Bilge Kağan Kuzey yüzü satır –1
Burada da “gök gibi gökte doğmuş“ ifadesi yeterince açıktır!


Türklerin “ Tengri “ ifadesini Kaşgarlı Mahmut şöyle bildirmektedir. 
“ kafirler göğe “tengri” derler. (Divanü Lügati’t Türk.lll, s. 376-378)


Manihaist ve Budistlere ait metinlerde “ tanrı ( Tengri ) “ adı Gök Türk metinlerdeki anlamıyla kullanılmakla beraber maddi varlık tasavvur edilen “ Tengri ( gök, sema )” ayırt edilmektedir, maddi varlık sayılan “Tengri” ekseriya “kök, gök” kelimesiyle ifade edilmektedir. (Wilhem Radloff, Türklük ve Şamalık, Örgün Yayınları,İstanbul,2012, s.221)


Gelelim çok Tanrıcılığın kanıtlarına...

Bunu savunurken unutulmamalı ki salt Türk tarihini değil aynı zamamda kadim Türk Mitoloji ve Destanlarını da araştırmak ve anlamak gerekir.



Altay Yaradılış Destanından;
Altay yaradılış destanlarından birinde şöyle denir:
“Ülgen yere bakarak, “Yaratılsın yer!" demiş.
Bu istek üzerine denizden yer türemiş.
Ülgen göğe bakarak "Yaratılsın gök" demiş.
Bu buyruk üzerine üstünü gök bezemiş.”
(Mustafa Erdem, “Kırgızlarda Dini ve Sosyal Hayat”,Türkler Ansiklopedisi, c.3, s.290, Ankara, 2002)


Madem tek Tanrı Tengri o halde Ülgen nedir ?

Kül Tigin Yazıtlarından;
Bilge Kağan şöyle der:
“UMaY:TeG:ÖGüM:KaTUN:KUTıDA:İNiM:KÖLTiGİN:eR:aT:BOLDi:.”
(Umay gibi anam katun kutunda, kardeşim Kül Tigin, er adı aldı.)
(Kül Tigin Yazıtı, D.31)
(Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları 1, s.44, Devlet Basımevi, İstanbul 1936)


Buradan Bilge Kağan’ın annesini Umay’a benzettiğini ama bunun ötesinde kut’u Umay’dan aldığını öğreniyoruz. Böylece Umay, bereket tanrıçası olmanın yanında kut’un kaynağıdır.


Bilge Tunyukuk Yazıtlarından;
“Teñri Umay, iduk yer sub, bana berdi erinç.” 
(Umay Tanrı, kutsal yer-su, bize yardım etti.)
(Tonyukuk Yazıtı, II Taş, Batı Yüzü, III satır)
(Mehmet Ölmez, Orhon-Uygur Hanlığı Dönemi Moğolistan’daki Eski Türk Yazıtları, Metin-Çeviri-Sözlük, s.181, BilgeSu Yayıncılık, 2. Baskı, Ankara, 2013)


Talat Tekin ve Yaşar Çoruhlu’nun da bu okumayı kabul ettiğini görüyoruz. Bununla beraber Tunyukuk yazıtlarında ki bu kısım hakkında farklı okumalar da bulunmaktadır. Hüseyin Namık Orkun, “Tanrı, Umay, kutsal yer-su” şeklinde okumaktadır.
(Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları 1, s.103, Devlet Basımevi, İstanbul 1936)


Muharrem Ergin de, Hüseyin Namık Orkun gibi Tanrı ve Umay’ı ayrı olarak okumaktadır. Ancak Muharrem Ergin, günümüz diline “Tanrı, Umay ilâhe, kutsal yer-su” olarak çevirmektedir. (Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, s.41, Hisar Kültür Gönüllüleri e-kitap, 2003)


Kaşgarlı Mahmud dan;
Divânü Lugâti’t Türk adlı eserinde Umay ile ilgili çok ilginç bir ata sözüne yer vermektedir.
“Umayqa tapınsa ogul bulur” 
Yâni Umay’a taparsan, çocuğun olur.
(Kaşgarlı Mahmûd, Divânü Lugâti’t Türk, s.621, Kabalcı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, Mayıs 2005)


Bahaeddin Ögel den;
Türklerin her dönemde tek tanrıcı olduğunu söyleyen isimlerden biri olan Bahaeddin Ögel, 
Yakut (Saha) Türkleri arasında Kün Toyun isimli bir Güneş Tanrısı’nın olduğunu söyler.
( Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, 2. Cilt, s.48, MEB Yayınları, Ankara, 2001)


Ayrıca Hun devrinde güneşe adak adandığı, kanlı ve kansız kurban sunulduğu, dua edildiği bilinmektedir. Bahaeddin Ögel, Hun devrinde yaşayan çeşitli Proto-Moğol boylarının da güneşe kurban sunduğunu belirtir.
(Bahaeddin Ögel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi 1, s.313, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1. Baskı, Ankara 1981).


Çolpan ya da Çoban Yıldızı, Türkler için önemli tanrılardan biridir. Genel olarak atların ve çobanların tanrısı olarak inanılır ve “Atların koruyucusu Çoban Tanrısı” olarak geçmektedir.
(Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, 2. Cilt, s.82, MEB Yayınları, Ankara, 2001)


Yaşar Çoruhlu dan;
Hun, Kök Türk ve birçok Türk hanedanında hükümdar, her sabah çadırdan çıkıp, güneşi ululamakta ve ona tapmaktadır.
(Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, s.23, Kabalcı Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 2012)


Çolpan da, Güneş gibi dişileştirilmiştir ve böylece bir tanrıça olarak görülmüştür. Ancak Buryatlar, Solbon adını verdikleri bu tanrının, erkek olduğuna inanırlar. Bununla beraber Abakanlı kamlarda şöyle bir dua bulunmaktadır:… der 
(Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, s.216, Kabalcı Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 2012)


Emel Esin den;
Kök Türkler, Güneş için Kün Tengri demişlerdir.
(Emel Esin, Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu, s.256, Kabalcı Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul 2006)


Çu’larda da Güneş, hükümdarlık sembollerinden biridir ve Güneş ayini, bahar ekinoksu ile beraber yapılır. Bahar ekinoksu, 21 Mart olduğu için buna bir çeşit Nevruz ayini diyebiliriz. Ayrıca bu ayin sırasında bir öküz yakılarak, Güneş’e kurban olarak sunulurdu.
(Emel Esin, Türk Kozmolojisine Giriş, s.147, Kabalcı Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul 2001)


Mihály Hoppál dan;
Günümüzde Saha Türkleri arasında “Gün selamlama” duası olarak her sabah, güneş doğarken tekrarlanmaktadır.
( Mihály Hoppál, Avrasya’da Şamanlar,s.267, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2012)


Kök Türkler, Güneş için Kün Tengri demişlerdir.
(Mihály Hoppál, Avrasya’da Şamanlar, s.21, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2012)


Herodotos dan;
İskitlerde de güneşe tapınma oldukça yaygındır. Ünlü Yunanlı tarihçi Herodotos’un ifadeleri bu konuda şunları söylemektedir:

“Tapındıkları biricik İlah, Güneştir. Ona atları kurban ederler ve bu suretle İlahların en süratlisine ölümlü mahlukatın en süratlisini sunduklarına inanırlar.” 
(İlhami Durmuş, İskitler, s.111-112, Kaynak Yayınları, İstanbul, Temmuz 2007)


İskitlerin dini inancı da onların kimliğini belirlemede önemli bir yer tutuyor. Yazılı belgelerde yalnız Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırlarda yaşayan ve Greklerle de teması olan İskitlerin panteonu (tanrılar alemi) hakkında sınırlı bilgiler bulunmaktadır. Herodotos İskit dilinde Hestia'ya "Tabiti", Zeus'a "Papaios", Toprak'a "Api", Apollon'a "Oifosyros", Göksel Aphrodite'ye "Artimpasa", Poseidon'a "Thamimasadas" denildiğini bildirmektedir. 
(Herodotos, IV. 59 ) (Doç. Dr. İlhami Durmuş, İskitlerin Kimliği)


Herodotos'un verdiği bilgilerde İskitler'in Türklüğüne dair açık işaretler bulunmaktadır. Başlıca, Papaios (Gök Tanrısı), Apia (Yer Tanrısı) ve Tabiti (Ev ve Aile Tanrısı) olmak üzere üç tanrı bulunmaktadır. Eski Türklere ait bütün eski kaynaklar Gök Tanrısı (Tengri) ile Yer Tanrısı (Yersub)'nın varlığından bahsediyor. 
(S. M. Arsal, a.g.e., s. 10.) (Doç. Dr. İlhami Durmuş, İskitlerin Kimliği)


Bilge Kağan yazıtında "Yukarıda Türk tanrısı ve mukaddes Yer Sub'u" ibaresi geçmektedir. 
(M. Ergin, Orhun Abideleri, İstanbul 1991, s. 78.) (Doç. Dr. İlhami Durmuş, İskitlerin Kimliği)


Bu iki Tanrıdan başka Türklerde bir de Umay adında ev hayatına ve çocuklara bakan bir tanrıça bulunmaktaydı. İskitlerin Tabiti adını verdikleri tanrıça fonksiyonu itibariyle eski Türklerdeki Umay'a tekabül etmektedir. 
(S. M. Arsal, a.g.e., s. 10.) (Doç. Dr. İlhami Durmuş, İskitlerin Kimliği)


Wilhem Radloff dan;
Türkler tüm tanrılarına kanlı, kansız kurbanlar sunarlar, adaklar adarlar, algışlar (dualar) edilir ve tapılırdı. 
[Wilhem Radloff, Türklük ve Şamalık, Örgün Yayınları, İstanbul,2012]


Başkurtları müşahede eden İbn Fadlan Başkurtların dini hakkında verdiği malumattan anlaşıldığına göre bu kavim on iki tanrıya inanmaları bugünkü Yakutların Ürüng Artoyon ve Altaylıların Ülgen hakkındadaki tasavvurlarından faklı olamamıştır. 
[Wilhem Radloff, Türklük ve Şamalık, Örgün Yayınları,İstanbul,2012]


İbn Fadlan dan; Oğuzlar ve başka Türk halklarının ne kadar putperest olduklarını ki İbn Fadlan Kaşgarlı Mahmuttan önce ifade etmiştir.


Tek Tanrıclığı Savunan Akademisyenlerimizin Çelişkileri

Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, İslam’dan önce Türklerin tek tanrıya inandığını söylemekle beraber Kök Tengri’nin üzerinde “Kan (Han) Tengri”nin bulunduğunu söyler. Her ne kadar Ögel, böyle diyerek kendi tek tanrı iddiasını çürütmüş olsa da, Kök Tengri’nin gerçek anlamda bir tanrı olmadığını söyleyerek, iddiasını güçlendirmeye çalışmaktadır . [Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, 2. Cilt, s.12, MEB Yayınları, Ankara, 2001]


Yine diğer bir Türkologlarımızdan Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu ise, “Türk Milli Kültürü” adlı eserinin, “Eski Türk İnancı” kısmında kitabelerde Umay isimli bir tanrıçanın adının geçtiğini yazar. [İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.302, Ötüken Neşriyat, 16. Basım, İstanbul, Kasım 1997]


Buna rağmen kitabının ilerleyen bölümlerinde eski Türk inancının tek tanrı inancı olduğunu söylemekte bir sakınca ve çelişki görmez. 


Hikmet Tanyu’nun Tengri inancının, bir peygamber vasıtası ile mi bildirilmiştir, sorusuna “Bunun tespiti bugün ele alınan kaynaklara göre mümkün değildir. Fakat Kur’an-ı Kerim’de her ümmete peygamber gönderildiği bildirilmiştir cevabını vererek, İslami kaynaklar üzerinden hareket ettiğini göstermektedir. 
[Hikmet Tanyu, İslâmlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı Dini, s. 181, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Yayınları, no. 148, Ankara 1980]”


Yine akademisyenlerimizden ve Türk Halkbilimcisi olan Dr. Yaşar Kalafat, bir ifadesinde “Tengricilik ile Şamanizmi eş tutmak Hikmet Tanyu gibi birçok otoritenin tek tanrılı olduğu üzerinde durdukları Tengricilik’i büyücülükle eş anlamda tutmak olur” demektedir. [Yaşar Kalafat, “Geçmişten Günümüze Türklerde Din ve İlgili Bazı Meseleler” Serhat Kültürü Dergisi /Çobanoğlu Özel Sayısı, Ocak-Şubat 2006, s.30-33]


Burada Dr. Yaşar Kalafat’ın Şamanizmi, büyücülük olarak ve küçük gördüğü apaçıktır Bu tarz bir bakış açısı ile konun bu şekilde bilimsel anlamda ve ciddiyetle ele alınması mümkün gözükmemektedir.


Tüm bu açıklamalar ve kaynaklardan sonra (yanlış anlaşılmasın elbette sizin araştırmalarınıza, yaşam tarzınıza ve ailenize saygım vardır) salt sizin aile büyüklerinizden edindiğiniz bilgiler ışığı karşısında Türk tarihini kaleme almış akademisyenlerin ve bilinenler ortada iken hangisinin daha makul ve mantıklı geldiğini sorgulamak lazım.


Tengriciler Kamlığı (Şamanizmi) kabul etmemelerinin ve Türklere uygun olmadığını savunmalarının ana nedeni ise çok tanrılı inancı yatmaktadır. Sunduğum ve paylaştığın tüm bu kaynaklar ışığında hala benim Türk felsefesi üzerine bir şey öğrenemediğimi düşünüyorsanız bunu gerek size gerekse okuyacaklara bırakıyorum.


Son söz olarak da bu inanç kısmında amacımın hiçbir şekilde herhangi bir Türkün inanç sistemini sorgulamak veya yargılamak değil aksine kişilerin inançlarının yine kişilere özel olduğunu ve herkesin inancı ne olursa olsun birbirlerinin inançlarına saygılı olmak zorunda olduğunu ifade etmeye gayretindeyim.


Bu anlamda kişileri inandıkları inançları doğrultusunda, inandığı inancının milliyetçiliğini yapmadığı sürece, kişilere, toplumlara dayatmadığı, yargılamadığı ve aşağılamadığı sürece inancında özgürdür. Araplara ve inançlarına ise malum sebeplerden ve Türk kültürünü yok ettiğini düşündüğümden hiçbir zaman onaylamayacağımı belirtmek isterim.


Esenlikler dilerim.
Mete Biricik
Bilinmeyen Türk Tarihi 






Biçiktu-Boom Kaya Resmi
Altay Kaya Resimleri A.İ.Martinov
Rusçadan çeviren : Prof.Dr. Z.Bağlan ÖZER / PDF









"Hayatınız hangi Tanrı’ya diz çöktüğünüze bağlıdır."
Vergilius


"Hristiyanlaştırma döneminden önceki Saha inancını araştırmak, doktora tezimin temel konusu olmuştur. Türk ulusunun efsanevi anası olan “kurt”; bana rüyamda: “Bundan sonraki hedefin Töre Bilimi’ni araştırmak olacaktır” – demişti. Sahalar “Kurt Tanrının oğludur’’ diye boşuna dememiştir. O beni manevi bir dünyaya götürdü... Her uzaklaştığım an, Tanrı kelimesinin sadece “Gökyüzü” manasını değil, “Geniş Evren” ve “Kutsal Güç” manalarını da taşıdığını, bunun bütün anlamları içine aldığını, canlı olan her şeyin bunu kabul ettiğini ve buna göre yaşadığını anlamıştım. Bu sebeple Tanrı bilincini sadece “Kut-Sür”* gelişmesini değil, doğa kanunlarını; adaletli olmayı ve insan olmayı öğreten 
Büyük Güç olduğunu öğrenmiştim.

*“Kut-Sür”- Bu insan varlığının en önemli kavramı olarak tanımlanmalı. Açıklaması “İnsan varlığı ve insanın yarattığı varlıklar” bölümünde verilecektir. Tanrı bilinci, Eski Hunlar’da, Türkler’de ve Moğollar’da yayılmış, adaletli bir devlet kurmalarında önemli yer almıştır. Fakat Tanrı’ya tapınan diğer milletler O’na farklı isimler verseler de, tek bir Tanrı’dan bahsettikleri o milletlerin mitolojileri ve geleneklerinde görülmektedir. Bu bilincin çok eski köklere dayandığını, Polinezya ve Mikronezya’da yaşamış olan insanların mitolojisinde “Tangaroa”, eski Sümerlerde “Dingir (Tingir)” (M.Ö.3-4 bin yıllarında) kavramlarının olması kanıtlanmaktadır. Tanrı bilincinin, kaynaklara göre 6 bin yıl önce var olduğu ve “Budizm, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam”dan daha eski olduğunu bilimsel olarak tarihçiler tarafından kanıtlanmıştır."

Saka Türklerinden Sayın Ludmila Egorova'dan
"Töre Bilgileri
Saha Türklerin Kültür Örneği"






Şamanizm ve Doğa
Timur B.Davletov
02.04.2016 - Cumartesi Saat:17:30
Beyoğlu Kültür Sanat
İstiklal Cad. Hazzopulo Pasajı 116 
Beyoğlu - Taksim / İstanbul




Timur B. Davletov: video
Şaman Kültürünü Yeniden Okuyabilmek
Being Able to Read Shaman Culture Again




ilgili









Teşekkürler Mete, Ludmila, Timur ve Özgür
SB



TASHBABA (TAŞBABA) / STONEFATHER




TASHBABA (TAŞBABA) / STONEFATHER
Stone baba (кам’яна баба; kamiana baba)





"An anthropomorphic stone statue, 1 to 4 m in height, found in the steppe belt of Europe and Asia from the Dnister River in the west to Mongolia in the east. Those erected in Ukraine were left by Scythian and Sarmatian tribes of the 7th to 4th century BC and by Turkic peoples of the 6th to 13th century, particularly the Cumans. The figures are commonly in standing or sitting positions. In steppe Ukraine most of the baby are female figures that differ from their Asiatic counterparts in their more complex and varied dress. A large number of these monuments have been preserved in museums throughout Ukraine." - (source:Ukraine encyclopedia)


"Cumans (also known as Kipchaks in the East, Kuns or Comani in the West, and Половці; Polovtsi in Ukraine). Turkic nomadic tribes racially related to the Pechenegs. At the turn of the 10th century the Cumans inhabited the southern part of Central Asia as far east as the upper Irtysh River. After forcing out the Torks, the Cumans migrated in the mid-11th century through the Black Sea steppes as far as the lower Danube River. In Eastern sources this territory was known as Dasht-i-Kipchak (the Cuman Steppe), while in Rus’ sources only its western part was called the Land of the Polovtsians. The western Cuman tribes were in constant contact with Kyivan Rus’, Byzantium, Hungary, and Bulgaria.


Primitive stone figures called Stone babas , which are found throughout southern Ukraine, were closely connected with the Cuman religious cult of shamanism. Like other Turkic tribes, the Cumans tolerated all religions; hence, Islam and Christianity spread quickly among them. As a result of their proximity to the Kyivan Rus’ principalities, the Cuman khans and prominent families began to Slavicize their names, for example, Yaroslav Tomzakovych, Hlib Tyriievych, Yurii Konchakovych, and Danylo Kobiakovych.


Ukrainian princely families were often connected by marriage with Cuman khans, and this tended to dampen political conflicts. Sometimes the princes and khans waged joint campaigns; for example, in 1221 they attacked the trading town of Sudak on the Black Sea, which was held by the Seljuk Turks and which interfered with Rus’-Cuman trade.


Mongol forces led by the warlords Subutai and Jebe crossed the Caucasia in pursuit of Muhammad II, the shah of Khorezm, and defeated the Cumans in Subcaucasia in 1220. The Cuman khans Danylo Kobiakovych and Yurii Konchakovych fell in battle, while the others, led by Kotian (Sutoiovych) (Mstyslav Mstyslavych’s father-in-law), obtained aid from the Rus’ princes. The Rus’-Cuman forces were defeated, however, by the Mongols at the Kalka River in 1223. During the second Mongol invasion of Eastern Europe in 1237 the Cumans were defeated again. Most of them surrendered to the Mongols, while the others followed Kotian to Hungary and Bulgaria, where they assimilated into the local population. The Tatars became masters of the steppes of Ukraine. Although the Cumans were crushed, their cultural heritage passed on to the Tatars. The Mongol upper circles, being a minority, adopted from the Cumans much of their language, traits, and customs, and the two peoples finally became assimilated through intermarriage." - (source:Ukraine encyclopedia)




Left: Scythian  - Right: Kipchak-Cuman Turks 







SB Note:

- Why do we see "Tashbaba culture" among Turkish Tribes then, if the Scythians were "iranian language"? ;) Because, socio-cultur continued with Turkish Tribes.

- Why do they not give info as "Cuman-Turk" ? They never use Turk-Turkish

- Who does know that the Cumans are Turkish Tribe? Just those who are interested in history knows it.

- Why do you not call Greegic (Greek), Romanic (Roman) or Frankic (Franks)? Because, Greeks are all little Greek tribes, Romans are all little Roman tribes and yet are not called as Greegic or Romanic. But, Franks are "Germanic people", and it is a "collection of different ethnic groups", so you cannot call "Frankic"....


We do not call Turkish Tribes as "Turkic", that's awkward for people to use who is Turkish. "Turkic" is not a correct concept, because, Turkic means "a collection of ethnic groups". The ethnic here is Turkish, and not some strange ethnic groups together. Thus, more correct word to use is "Turkish Tribe", instead "Turkic". We just say "Cuman Turk" or "Kipchak Turk".


* "Kumanlar, 11. yüzyıl ile 14. yüzyıl arasında, Doğu Avrupa’da yaşamış bir 'TÜRK BOYU'dur." (TURKISH TRIBE Cumans, who lived in the East Europe between the 11th and 14th century.)





Scythian

Scythian


Gokturk period Tashbaba from Kazakhstan
Taş (Tash) = Stone ; Baba = Father



Cuman Turk

Cuman Turk





Zaporizhzhya Regional Museum-Ukraine
"Scythian camp" Museum
Zaporizhia region - Ukraine

Memorial complex "Scythian Camp" is situated at the highest point of the island Khortytsya (59 m it is the level of the Dnieper), which crowned the largest surviving mounds Khortitsa "Zorov grave." On the mound installed copy of the sculpture of a Scythian warrior. In the beginning of twentieth century on the island of Khortytsya, there were 129 mounds. Of the 28 cemeteries that were part sometime in the Kurgan group "Zorov grave", preserved only 3. In 2005, archaeologists have reconstructed another 8 mounds, including one studied and renewed, restored two on destroyed, and the rest - mounds and layouts sanctuary of Ares. The open-air museum has collected many stone artifacts.


Photos from: link  /  link  /  link




Kipchak-Cuman Turkish period "Stone Horse" - Ukraine

"Taşat" (Stone Horse) Gravestones
Turkish Culture - Ganja/Azerbaijan





Stone Fathers (Tashbaba-Taşbaba) of Scythian and Kipchak-Cuman Turks.












"Türk Boyu" - "Turkish Tribe"
"Türk Boyları" - "Turkish Tribes"
"Türk Halkları" - "Turkish peoples"


27 Mart 2016 Pazar

Od İyesi/Anası ve Alevilik-Bektaşilikte Ocak




OD ANA - ALTAY









ALTAY OD ANA (ENE) - Алтай кай – От Эне




Altay Türklerinin inançlarına göre her ev iyelidir. Fakat ocağın ve ateşin iyeleri başka başkadır. Güzel, genç kızlar olan bu iyeler, kimseye görünmeyip ateşi saf ve temiz tutarlar.


Ateşe yiyecek verildikten sonra Altay Türkleri aşağıdaki gibi dua ederler:


Tört talalu taş oçok - Dört kenarlı taş ocak
Tört kindiktü Ot-ene - Dört göbekli Ateş Ana
Taklan-külin töjöngön, - Kavut gibi külünü döşenmiş,
Ak kubarın castangan, - Ak tozuna yaslanmış,
Ak calbıştu Ot-ene. - Ak alevli Ateş Ana.
Köbö canıs kiñi bar, - Tek göbeği var,
Tört kayın tözölü, - Dört kayın destekli,
Tönön sarı kıyralu, - Tönön sarı kıyralu (4),
Törölü curtı curtatkan, - Töreli yurdu yaşatan,
Töbölü baştı cırgatkan, - Tepeli insana keyif veren,
Tört kindüktü Ot-ene. - Dört göbekli Ateş Ana
Bay sabaa tuturgan, - Kutsal kabı tutturan,
Bayzın curttı curtatkan, - Zengin yurdu yaşatan,
Ar-camannañ ayrıgar, - Kötülükten kurtarın
Aza ceekten kaçalar. - Şeytandan uzak tutun.
Kaburtugar bek salar. - Otlayanı (hayvanımız) sağlam tutun.
Törtön baştu Ot-ene. - Kırk başlı Ateş Ana
Bir alkıjıgar beriger, - Bir alkışınızı verin,
Bir bıyanıgar cetiriger, - Bir rahmetinizi yetirin,
Bir camanım taştagar. - Bir kötülüğümü affedin.
Op-kuruy, op-kuruy!” - Op-kuruy, op-kuruy!” 
(Muytuyeva 1996: 38) 
(4) Dört yaşındaki atın yele veya kuyruğundan bağlanan parçalar.



Radloff Altay Türklerinde gelinin yeni evine geldikten sonra ocağın önünde yere kadar eğildiğini, ocağa bir parça et atıp, kımız döktüğünü kaydeder (Radloff 1994: 75, 77).  Gelin ateşe saygısını sunduktan sonra ailenin büyüklerinden biri;


Odurgan odı çoktu bolzın, - Yaktığı ateşi harlı olsun,
Oturgan boyı ençü bolzın, - (Bu evde) oturan huzurlu olsun,
Altın oçok taykılbazın, - Altın ocak yerinden oynamasın,
Askan kazanı kelteybezin! - Astığı kazanı yerinden kaymasın!
Eelgelü curt tutsın . - Kutsal yurt tutsun.
Ercinelü mal azırazın. - Kıymetli hayvan yetiştirsin.
Aydap cürgeni mal bolzın. - Sürdüğü mal olsun.
Azırap cürgeni bala bolzın. - Yetiştirdiği çocuk olsun.
Amadap cöögön keldiler - Bir amaç için geldiler
Irıs bolzın. - Bahtları açık olsun.
Taş oçok taykılbazın - Taş ocak yerinden oynamasın
Talkan-küli çaçılbazın. - Kavut gibi külü saçılmasın
Aytkan sözim alkış bolzın. - Söylediklerim alkış olsun. 
(Ukaçina 1993:85-86)

şeklinde alkış sözler söyleyerek evli gençler için iyi dileklerde bulunup dua eder.


Sibirya Türklerinde Ateşle İlgili İnançlar,Törenler ve Bazı Efsaneler
Dr. İbrahim DİLEK













OD İYESİNİ KIMIZ İLE BESLEYEN SAKHA/SAKA/YAKUT





Sakha Türklerinde kutsal kabul edilen ateş evin merkezidir.

Aal uokkun otun - Kutsal ateşini tutuştur,
Alaha cieğin terin - Ferah ve sevimli evini kur ;

diye dua ederler.


Sibirya Türklerinde Ateşle İlgili İnançlar,Törenler ve Bazı Efsaneler
Dr. İbrahim DİLEK











OD İYESİNİ BESLEYEN HAKASYA TÜRKLERİ


"Türk kültüründe yalnızca bir tane ateş ve ocak iyesi yoktur, her evin, her yurdun ocak iyesi ayrıdır. Bu ocak iyesi o evi ve evin içinde yaşayan insanları, hayvanları kötülüklerden, belalardan, hastalıklardan korur. İyiliksever ve koruyucu bir ruhtur. Eve bolluk ve bereket getirir.


Örneğin Hakaslar'da aileyi kötü ruhlardan koruyan, eve şans ve zenginlik getiren, zamanını evin birliğine sarf eden ot-ine’ye “çurttıñ eezi” (evin sahibi), “çurttıñ hadarçızı” (evin koruyucusu), “kiziniñ huyagı” (insanın koruyucusu), “hadargannıñ halhazı” (hayvanların koruyucusu) gibi isimlerle de hitap edilir.



Hakasya Türkleri




Bu yüzden her evde “ocak”a ve “ocak iyesi”ne hürmet edilir, saygıda kusur edilmez. Ocak iyesinin hoşlanmayacağı davranışlar yapılmaz. Zira böyle bire şey yapıldığında bu iye ne kadar iyiliksever bir ruh olsa da, yapılan kötü muamelenin karşılığını vererek cezalandırır.


Bu noktada ateş ve ocak iyesinin insanî bir takım vasıflarla algılanması, bu iyenin de insana benzer bir şekilde karnının acıkacağını ve doyurulması gerektiğini düşündürtür. O yüzden ateş iyesini doyurmak için bazı zaman ve durumlarda ocağa bir takım takdimeler sunulur.


Türk kültüründe “ateş” ve “ocak”, etrafında oluşan çeşitli inanış ve uygulamalar neticesinde bir kült halini almıştır. “Ateş” ve “ocak”ın hâkim bir ruhu olduğuna inanılmış ve genel olarak bu ruha “ateş ve ocak iyesi” adı verilmiştir. Ateş ve ocak iyesinin canlı olduğuna inanıldığı için de bu iyeye bir canlıya davranılır gibi davranılmış, hatta bu iyeye birtakım insan vasıfları da yüklenmiştir. Ancak Türk dünyasında ateş ve ocak iyesine genel olarak “ot ana” diye hitap edilmiş ve bu iye kadın gibi tasvir edilmiştir.



In Turkish culture "fire" and "hearth" has become a cult as a result formed around the various beliefs and practices. It is believed to be familiar spirit of fire and hearth and called “familiar spirit of fire and hearth” to this spirit in general. Because familiar spirit of fire and hearth is believed to be alive, it has been treated like a creature is treated this familiar spirit, insomuch that it was loaded with some human characteristics to this familiar spirit. But, it is called “ot ana” to the familiar spirit in the Turkish world in general and this familiar spirit is illustrated like a woman.

Türk Kültüründe Ateş ve Ocak İyeleri
Dr.Satı Kumartaşlıoğlu










Alevilik-Bektaşilikte Ocak





Alevilikte ocak; çiğ nesneleri pişiren makam, din ulularının soyu (Sümer,1999), ibadet yeri olarak tanımlanmaktadır. Alevi inanç sistemindeki tüm ocaklar, “El ele, el hakka” ilkesinden hareketle birbirine bağlıdır. Kocadağ’a göre Horasan’daki İmam Ali Rıza’nın çocukları, günümüzdeki dedelerin ve seyyidlerin atalarıdırlar. Ancak, seyyidlerin çoğalmaları sonucu, bugünkü ocaklar oluşmuştur. Bu ocaklar içinde en bilineni Hacı Bektaş Velî Ocağı’dır.


Ocak kelimesi, ontolojik boyutta hem somut hem soyut tabakaya hâkimdir. Dolayısıyla Alevi inanç sisteminde ocak;

• Ev (ata ocakları)
• Aile (boy ve aşiret)
• Uzamsal mekân (türbe ve tekkeler)
• Sosyal sorumluluk düzenleme alanı (düşkün ocakları)
• Tedavi yeri (sağaltım ocakları)
• Meslek erbabları (Tahtacılar, Demirciler)
• İnanç merkezi anlamlarına sahiptir. 


Bunlara ek olarak yukarıda yer alan genel anlam alanı, Alevi inanç sistemi içerisinde “ocakçı” şeklinde bir sorumluluk bildiren terim oluşmasına zemin hazırlamıştır. Ocakçı, gürgürcü olarak da bilinmektedir ve ocakçı, ocağı yakan, bunun sönmemesini sağlayan ve ocağa sac koyarak fazla ısının cemaati rahatsız etmemesini sağlayan kişidir (Arslanoğlu, 1998).


Ocak, Od / Ateş İyesi

Ocak kelimesi Eski Türkçe od (ateş), oç/oc, köküyle yer bildiren ag/ağ (-ak) ekinin birleşmesiyle oluşmuş bir kelimedir. Kelime odag>odağ>oçag>oçağ>ocag>ocağ şeklinde bir gelişme göstermiş olmalıdır. Bu kökten hareketle dilimize kazandırılan ve kültürün yansımaları olan kelimeler, ocak kavramı etrafında büyük bir kelime hazinesi oluşturmuştur.


Körocağ / Körocak = Çocuksuz Aile

Deyim ve atasözlerinin oluşması dil sosyolojisi bakamından oldukça önemlidir. Çünkü, toplum hayatını yansıtan bir durumu belirtme, hüküm bildirme, o dili kullanan insanların uzun süreli birlikteliklerini, paylaşımlarını ifade eder. Hele ki deyim ve atasözlerinin altında yatan bir söylence olduğu düşünülürse bu söylencenin oluşması için geçen süredeki ortaklık o toplumun birlikteliğini yansıtır (Günay, 2007: 244). Ocak kavramı da deyim ve atasözlerinin oluşturulmasında oldukça sık kullanılmıştır. Kelimenin toplum içindeki yeri, önemi ve zengin kullanım şekli, atasözü ve deyimlerin parçası olmaya zemin hazırlamıştır.


Ocak kelimesinin sıkça geçtiği ve yeni anlamlarla karşılaşılan kaynaklardan biri de Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü’dür. Burada yirmi iki maddede ocak geçmektedir. “Ocağına düşmek, ocağına incir dikmek” deyimleri dışındaki kelimeler, yeniçeri teşkilatıyla ilgilidir. Daha çok tamlama şeklinde ve meslek, iş sorumlusu ifade etmektedir: “ocak ağa-sı(ları), ocak başçavuşu, ocak bazirgânı” örneklerinde olduğu gibi. Buradaki ocak, yeniçeri ocağı anlamındadır.


Türk toplumunda eski zamanlardan bu yana var olan ocak kültü, Alevilikteki ocak kavramıyla ilişkilidir. Ocağı kutsamak amacıyla kurbanların kesilmesi, adakların sunulması Anadolu uygarlıklarından bu yana var olmuştur. Onarlı’ya göre ocak kültünü daha da ileri bir üst düzeye getirerek dinî bir veçhe kazandıran Alevi toplumu; dinî önderleri dede ve baba evlerini “ocak” kabul edip kutsayarak İslami daire içine almışlardır. Binlerce yıllık tarihin derinliklerinden gelen bu inanç; “dede ocakları” şeklinde kurumlaşarak, 9. yüzyılda filizlenmeye başlamış ve 13. yüzyılda coğrafi olarak yaygınlaşarak Ocakzâde dede ve babanın adıyla anılan cemevi, tekke ve zaviye şekline dönüşmüştür. Dolayısıyla Alevilikteki ocak kavramının içerisine tekke, zaviye kavramlarını da almak gerekmektedir. Karakurt’a göre tekke, dervişlerin barındıkları, ibadet ve tören yaptıkları yerdir ve Türklerde ocak olarak da bilinir (Karakurt, 2011: 90). Bu bilgiden de hareketle ocak kavramının içeriğinin mekân boyutuyla da geliştiği görülür.


Pakalın’a göre ise ocak, Bektaşi tabirlerindendir. Bektaşi tekkelerinin meydan odalarında kıblenin olduğu yerdeki ocağın adıdır. Ocak bulunmayan meydanda köşenin biri ocak ittihaz edilir. Ocağın bir tarafında Seyyit Ali postu, öbür tarafında Horasan postu vardır (Pakalın, 1993: 710). Yeniçeri ocağı bünyesindeki birçok ritüel, sosyolojik boyutta yer almış ve ocak kelimesiyle edebî, tarihî karşılaşmalar yaşanmasını sağlamıştır.


Alevi inanç sisteminde ocak kelimesinin bir diğer karşılığı, sağaltım sağlanan yerdir. Şifa bulunan yerlere de ocak denir. Bu olgunun çağdaş yansıması Sağlık Ocağıdır. Fakat doğaüstü güçlerle bağlantılı olarak şu ocaklara rastlanır ve buralarda bazı rahatsızlık ve sıkıntılardan kurtulunabileceğine inanılır: Al Ocağı, Kül Ocağı, Uçuk Ocağı, Alaz Ocağı, Sarılık Ocağı, Arpağ Ocağı, Bağı Ocağı, Göz Ocağı, Alaca Ocağı, Kurşun Ocağı, İnme Ocağı, Kumru Ocağı, Karınca Ocağı, Siğil Ocağı, Kısır Ocağı, Mum Ocağı, Yel Ocağı, Kızıl Ocağı buna örnektir (Karakurt, 2001).


Bir tanıma göre herhangi bir hastalığı okumaya izinli ve bu izni babadan oğula devreden kişiler hakkında da ocak tabiri kullanılır (Tercüman,1982’den akt. Arslanoğlu, 2001). Şeyh Hasan’ın 1224 yılında yaptırdığı Büyük Ocak Tekkesi (Onarlı, 2000), hastalara şifa dağıtan ve şifa bulanların adaklarını yerine getirdikleri yer olarak bilinir.


Alevilikte ocağın bir diğer işlevi, sosyal sorumlulukları düzenlemektir. Bu görevi ise düşkün ocakları üstlenir. Alevi inanç yapılanmasında Hıdır Abdal Ocağı bu görevi üstlenmiştir. Suç işleyen talip, bu ocağa gönderilir ve uygun görülen süre boyunca kendine verilen işi yapar. Devamında talibin eğitimini tamamladığına ve cezasını çektiğine kanaat getirilirse talip, bağlı oluğu ocak dedesine geri gönderilir.


Alevi inanç sistemi içerisinde ocak kavramına yüklenen bir diğer anlam ise “ev, hane, yuva”dır. Menkıbeye göre Yunus, Hacı Bektaş Velî’den müsaade isterken, “Bire erenler, üç gündür beni mihman ettiniz. Artık buğdayımı verin de ben ocağıma döneyim (Arslanoğlu, 1999).” der. Alevi gülbenglerinde de “Dârların mamur olsun, muradın hasıl olsun, evin ocağın şen olsun” ifadeleri yer alır. Deyimler arasında yer alan “ocağı sönmek” ifadesinin kökeninde insan olan bir evde ateş söndürülmemesi inancı yer alır. Onarlı , bu durumu şu ifadelerle açıklar: Ateşin sönmesi istenmiyorsa ocağa tezek yerleşitirilerek, için için yanması sağlanır ve üstü külle örtülerek dinlendirilir, tekrar odun ocağa atılarak ateş çoğaltılır. Ocak kendiliğinden sönerse “hayra alamet” sayılmaz. Bir kimseye beddua edilecekse “Ocağın Sönsün” diye dua edilir (Onarlı, 2000). Ocağın sönmesi, Alevi ve Bektaşi inanç sisteminde sır etmek, uykuya varmak anlamında da kullanılır. Tüm bu ifadeler, ocağın mekânsal boyutta karşıladığı “ev, yuva” anlamlarını kanıtlar niteliktedir.


Gülçiçek , Anadolu ve Balkanlardaki Alevi Bektaşi dergâhları/tekkelerini ele alan çalışmasında “Tekkelerin o meşhur kara kazanları ocaktan hiç indirilmezdi; gelip geçenler (âyende ve revendeler) hazır bulunan Baba çorbasından muhakkak nasibini alırlardı.” ifadesini kullanmaktadır. Bu da tekkenin/ocağın “yuva” yahut “misafirhane” işlevini göstermekle birlikte “Tekkeyi bekleyen çorbayı içer.” şeklindeki yerleşik atasözünün kaynağına da işaret etmektedir. Engin de Alevilikte ata/baba ocağı kurumundan bahsederken “Ata ocağı kavramı; dede ocağını kapsamamaktadır, tam olarak karşılamasa da kutsallık yüklenilen hane anlamındadır, bu anlamda dinî bir kurumdur (Engin, 1999).” diyerek ata ocağını dinî içerikten ayırmadan bir hane, ev, yuva olarak kabul eder.


Ocaklardan bir kısmı meslek erbabı ve bir mesleği babadan oğla devrederek yürüten oymaklardır. Bunlar içerisinde Tahtacılar, Demirciler, Kuyumcular, Keçeciler, Dericiler vb. önemli bir yer tutmaktadır (Yalçın ve Yılmaz, 2002). Alevi inanç sisteminde yer alan ocaklar, toplumsal bir yapılanmayı da böylece beraberinde getirmiştir. Genel kabul, ocak liderinin sahibinin yahut hane reisinin erkek olduğu yönünde olsa da Türk geleneği ve Alevi inanç sisteminde kadının ocakta/ailede asıl söz sahibi olduğu görülür. “Eski Türklerde kadın saygın bir statüye sahipti. Otağın asıl sahibi kadındı. Yolda yürürken kadın önden giderdi, aşa önce kadının el atması beklenirdi. Aile ocağı kutsaldı ve ailenin sürekliliğini koruyan Tanrısal bir gücün varlığına inanılırdı. Onun için her aile bu güç adına kurulmuş bir mabet niteliği taşımaktaydı.


Bu nedenle aile kutsaldı. Bu mabetteki ateşin sönmemesi, ocağı uyanık tutmak görev ve sorumluluğu kadına verilmişti (Temren,1999’dan akt. Arslanoğlu, 2001).” Aksüt’e göre, dede ocağı üyesi kadınlara Ana denir.


Alevi ocaklarına baktığımızda isimlendirmede Baba Mansur Ocağı, Celal Abbas Ocağı, Dede Garkın Ocağı, Derviş Cemal Ocağı, Garip Musa Ocağı, Güvenç Abdal Ocağı, Emirbeyliler Ocağı, Hıdır Abdal Ocağı, Seyyid Sabun Ocağı, Şeyh Delil Berhican Ocağı, Şeyh Hasan Ocağı, Şeyh Samut Ocağı, Üryan Hızır Ocağı, Yalıncık Abdal Ocağı gibi eril isimlerin hâkim olduğu düşünülse de , Anşa Bacılılar Ocağı, Kız Süreği Ocağı gibi dişil ocak isimleri, dil sosyolojisi bakımından iki cinse de yer veren bir katmanlaşmanın olduğunu göstermektedir.



Ocaklar yanmıyor pişmez aşımız
Acep ne olacak bizim işimiz
Hazret-i Hünkâr’a bağlı başımız
Garip gördüm bugün Hacı Bektaş’ı 
(Fakir Edna, 2005)



DİL SOSYOLOJİSİ AÇISINDAN “OCAK” KAVRAMI
Yrd. Doç. Dr.Kemalettin Deniz
Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü






*




Hellen-Hestia ya da Roma-Vesta kültü


Hellenler döneminde baba çocuğu kabul ederse evin ocağı/ateşi etrafında çocukla beraber tur atardı. Romalılar döneminde ise ata ruhlarının evin ocağı/ateşi etrafında dolaştığına inanılarak yiyecek ve içecek sunumu yapılarak korunmaları sağlanırdı. Gençkız evlilik töreninden önce tüm oyuncaklarını ateşe atarak ana tanrıçaya sunar ve kendi ailesini kurmasında ona yardımcı olması için dilekte bulunurdu. Hestia/Vesta tapınaklarının yapımından sonra , görevli rahibelerin ayinlerde ateşe/ocağa tahıllı tuz serpmeleri de bereketi simgeler. Tüm bunlar Türk Dünyası'ndaki ocağın-ateşin beslenmesiyle de örtüşür.


Bu yüzden, Aile-Ocak Tanrıçası Hestia/Vesta kültünün kökeni ATEŞ RUHUNUN İYESİ BAKİRE OD ANA'ya yani Türk Kültürüne dayanır. Ocak-ateş kültürünün Türk Dünyasında ve Alevi-Bektaşi Ocakları'nda HALA devam etmesi de bunun en belirgin kanıtıdır.




"Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son OCAK"
SB.