10 Şubat 2015 Salı

İSKİTLERİN MİRASÇISI HUNLAR




AT KOŞUM SÜSLEMESİ - TEKBOYNUZ (Unicorn)
HUN/TÜRK DÖNEMİ
NOİN ULA KURGANI - MOĞOLİSTAN







M.Ö. II. yüzyılda, tarih sahnesine İskitlerin mirasçıları, Hun-Bulgarlar ve Sarmatlar çıkmaktadır. İskit yıkılması ile Karaçay Malkarlıların etnik oluşumlarının ikinci safhası da tamamlanmış oluyor.

V. Bölüm

Karaçay Malkarlıların Etnik Oluşumunda


HUN-BULGARLAR


Hun-Bulgarlar, İskitlerin tarih ve kültür mirasçıları olarak sayılmaktadır. Temel etnik belirti olarak da, İskitler ile Hunların defin törenlerinin aynı olmasıdır. Bunlar aynı kurgan tiplerine sahiptirler. Mezarlıkları aynı şekilde kalın ağaç kütüklerinden yassı ağaçlar imal ederek yapmışlardır. Aynı zamanda kurban olarak "at" seçmişlerdir. Hunların, Karadeniz kıyılarında, Tuna bölgesinde, Kafkasya ve diğer bölgelerdeki eski İskit topraklarındaki anıt mezarları iyi bilinmektedir. Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkes topraklarında çeşitli biçimlerde Hun anıtları bulunmuştur. Arkeologlar, Baksan nehri vadisinde ve Karaçay ülkesinde Baytal-Çaphan bölgesinde ilgi çekici arkeolojik eserler tespit etmişlerdir.


Kuzey Kafkasya Hunları


Ortaçağ yazarlarının bildirdiğine göre Kuzey Kafkasya'da, özellikle Dağıstan sahilleri bölgesinde, Hunlar tarafından yönetilen ve Türk kavimlerinden oluşturduğu güçlü bir devlet yaşamakta idi. Hunların devlet oluş dönemleri, Kafkasya ve Kafkasya Ötesi ile yakın doğunun tarihi ve askeri-siyasi gelişmesinde büyük etken olmuştur.


Tarihi Çin kaynaklarında Hunların, M.Ö. III. yüzyılda "Syunnu" adı taşıyan bir Asya kabilesi olduğu belirtilmektedir. Ama Orta Asya bozkırlarında M.Ö. II. bin'de ve M.Ö. III. bin'de Hunların etno-kültür yapılaşmasını sağlayan kaynak mevcut değildir. Oysa, M.Ö. III. bin'de Hunlar, bir kral tarafından yönetilen, askeri yapıda bir devlet olarak kısa zamanda ortaya çıkmıştır. Eğer böyle bir kaynak bulunamıyor ise Hunların kökenlerini ve millet olarak oluşmalarını Orta Asya bozkırlarında aramak doğru olmaz.


Hunların kökeninin Volga-Ural nehirleri arasındaki bölgeden, Orta Asya bölgelerine sızan en eski üç Kurgancı-Afanasevo kabilelerinden geldiğini söylemek daha doğrudur. İşte bunun için daha sonraki dönemlerde Hunlar askeri seferlerini bu bölgelere, yani eski yurtlarına yönlendirmişlerdir.   


Hunların, M.Ö. III. yüzyılda, birçok farklı milletin yaşadığı Avrasya bölgesinden yıldırım hızıyla çıkmalarını, öte yandan M.Ö. I. yüzyılda, Hunların bütün Hazar havzasına hükmetmelerini ve Dionius Perieget'in bildirdiğine göre Hazar denizinin Dağıstan kıyılarında güçlü ve büyük devlet oluşturmalarını ve bu devletin Attila'nın hükmettiği dönemde Roma İmparatorluğunu bozguna uğrattığını açıklamak zordur.


Tarihte "Kafkasya Hunları" şeklinde bir kavramın geçmesi, Karaçay Malkar halkının tarihinin ortaya çıkarılması bakımından çok önemlidir. III. yüzyılın 60'lı yıllarında Kafkasya Hunları, İran ordusunda yer almışlardır. 90'lı yıllarda ise, Ermeni kaynaklarına göre Hunlar, Ön Kafkasya'da bulunuyorlardı. Bir de 293 yılına ait bir Sasani yazılarının birinde Kafkasya'daki Türk Hakanlarından birinin ismi bulunmaktadır. 363 yılında Ermeni, Roma ve İran yazarları Kafkasya geçitlerini, özellikle Derbent geçidinin korunması ve sağlamlaştırılması gerektiğini yazmışlardır. Çünkü Hun orduları sürekli olarak Ermenileri, İranlıları ve yakın doğu halklarını akın ve seferler düzenleyerek rahatsız ediyorlardı. Bu durum, Sasani-İran devletinin derbent geçidini korumaya sevk etmiştir. Bu istihkamın adı Türklerde "Temir Kapı" yani "Demir Kapı" [Derbent] olarak anılmaktadır.

Hunların, Avrupa'da ortaya çıkmalarından önce Kafkasya'da savaşçı bir millet olarak ortaya çıkmış ve bu bölgeye yerleşerek kendi devletlerini kurmuşlardır. Arap ve Fars yazarları bu devletin başkentinin, Dağıstan'daki Sulak nehri vadisindeki Verhniy Çir-yurt köyünün yanında Varaçaya'daki "Belencer" şehri olduğunu söylüyorlar. Sonraki dönemlerin yazarları bu şehri ya da "Balancar" devletinin Hazarların yurdu olduğunu yazmışlardır. Gerçekten Hun kabileleri arasında Hazarların ataları da yer almıştır. Onlara o zaman "Basil" denilmiştir [Bas/baş/önder-il/el/halk, yani asil halk, soylu halk ].


Kaynaklar Hunların "atlarına yapışık süvariler" olduklarını yazmışlardır. Eski tarihçilere göre "Onlar her tarafa düzensiz koşuyorlar ve beklenmedik bir anda geri dönüp akın yapıyorlardı, sivri kemik uçlu mızraklarla savaşıyorlar, göğüs göğüse geldikleri zaman cesurca kamalarla savaşıyorlardı. Saldırılardan sıyrılarak düşmanlarını kementlerle bağlıyorlardı." Yazılı kaynaklarda Hunlar, İskit ve Kimmerlerle, özellikle de "yönetici/kral İskitler"le özleştirilmişlerdir. İskitlerin "As-kişi" etnonimi yada onun özü "as" eski kaynaklarda, özellikle eski Gürcü belgelerinde özellikle V. Yüzyılda Gürcüstan'da, Vahtang çarının yönetim döneminde gerçekleşen Hun akınında Hunlara "Ovs" ve "Os" denilmiştir. Böylece biraz önce yazdığımız özleştirme pekiştirilmiş oluyor. Gürcü kaynaklarındaki "Ovs" sözü Türklerin "As" kabilesinin adının biraz değiştirilmiş halidir.


Hunlar Avrupa'da, Attila'nın Devleti


Hunların güney Rusya bozkırlarına ve Avrupa açıklarına saldırmaları, bu bölgelerde yaşayan kavimleri sarsmıştır. Bu olay tarihte "büyük kavimler göçü" adıyla anılmaktadır. Hunların akını, bütün dünyada hakimiyeti sürdüren büyük Roma İmparatorluğunun [kitapta bu sayfada harita var]  çöküşüne neden olmuştur. Bilim adamlarının, M.S. IV. yüzyılda, 375 yılında gerçekleşen Hun akınları sırasında, Hunları "vahşi barbarlar" olarak adlandırmaları, dönemin Romalı küçük burjuvası görüşünden kaynaklanmaktadır. Bu dönemde, eski Roma İmparatorluğunda şiddetli iç çekişmelerin sürdüğünü de unutmamalıyız.


XVII-XIX yüzyıl tarihçilerinin dikkatini çekmekle birlikte, Hunların Avrupa öncesi tarihleri iyi araştırılmamıştır. Bununla birlikte, Hunların Avrupa'ya doğudan, Don nehri ve Azak denizi ötesinden gelmiş oldukları ve Türkçe konuştukları şüphesizdir.


Tuna bozkırlarındaki, vaktiyle "Küçük İskitya"nın kurulduğu topraklarda Hunlar, adı efsanelerle anılan "Attila" adlı önderlerinin yönetimi altında, yeni bir devlet kurdular. Attila ismini bilim adamları Türkçe "ata" sözünden kaynaklandığını düşünüyorlar. V. Yüzyıl boyunca Attila, Avrupa'da etkin bir siyaset sürdürmüştür. Avrupa'da bir kavim ve devleti hakimiyeti altına almıştır. Bu dönemde, hiçbir kavim veya devlet, Attila'nın siyasetine ters veya karşı bir yol izleyememiştir. Yaşlandığı sıralarda Attila kendisinden oldukça genç ve güzel bir kızla evlenmiş ve gerdek gecesi ölmüştür. Oğulları onun kurduğu düzeni devam ettiremediler ve her biri kendi yönetimi altındaki halklar ile hükümdarlık makamına hak iddia etmeye başlamışlardır. Sonuçta bu da iç savaşlara neden olmuştur. Bu durum, babalarının kurduğu ve bütün Avrupa'nın önünde titrediği devletin çökmesine yol açmıştır.


Hunların Kuzey Kafkasya'daki Torunları


Bizans'ın en itibarlı tarihçilerinden olan Prokopius Kesarskiy [V. yy] yazılarında "Azak denizi ve Don nehri kıyılarında eskiden Kimmerler yaşıyorlardı. Şimdi ise buralarda Utigurlar adında kabileler topluluğu yaşıyorlar" diye yazmıştır. Bu adı geçen kabile hakkında şunları söyleyebiliriz. Hun krallarından birinin, Utigur ve Kutigur adlı iki oğlu olmuştur. Babalarının ölümünden sonra bunların her biri kendilerine tabi olan kabilelerle "Utigur" ve "Kutigur" kavimlerini kurmuşlardır. Bunlar sonradan eski Bulgarların etnik parçalarını oluşturmuşlardır.  Birçok bilim adamı bu fikri destekliyor ve Bulgarların Hunların bir kolu oldukları görüşündedirler. Attila'nın devletinin çöküşünden sonra, bazı kabileler Atilla'nın küçük oğlu İrnek'in yönetimi altında Tuna ve Dnester nehirleri arasında Küçük İskitya'da toplanıp birleşirler. IX. asıra ait "Tuna Bulgar Hanları Listesinde" İrnek'in ismi geçmektedir.


Bulgarlar sadece Karadeniz kuzeyi bozkırlarda değil, Kafkasya ve Volga boylarında da kendilerini tanıtmışlardır. Kafkasya Bulgarları hakkında en eski bilgiler eski Ermeni kaynaklarında geçiyor. Bu kaynaklarda, Ermeni kralı Vaharşak [M.Ö.149-127], Kafkasya dağının kuzey yamaçlarında, güney dağından büyük ovanın ağzına kadar uzanan vadi ve derin boğazlarda yaşayan kabileleri toplamış ve onlara insanları tutsak etmeyi, hayvan hırsızlığını, kısacası eşkıyalık yapmayı bırakmaları onlara direktifler vermiştir.


Bu kaynaklara göre, Vaharşak'ın oğlu I. Arşak'ın yönetim döneminde [M.Ö.127-114 yıllar arasında], "Kafkasya dağları arasındaki Bulgar topraklarında, büyük kargaşalık ortaya çıkmış, burada oturanların birçoğu yerlerinden ayrılarak bizim topraklarımıza gelmişler ve Kahun'un güneyine, verimli topraklara uzun süre kalacak şekilde yerleşmişlerdir." Bulgarların yeni yerleştikleri bölgede akan bir ırmağa bugün bile "Bolgar çayı" denilir.


Ermeni topraklarının çevresini, etnik-siyasi ve coğrafi durumunu iyi bilen Ermeni kaynakları, Kafkasya Bulgarlarının, M.Ö. II. yüzyılda dağ ve dağ etekleri ile boğazlarda yaşadıkları ve Kafkasya dağlarına "Bulgar dağları" denildiğini iddia ediyorlar.


Yukarıda anlatıldığı gibi, Hunların Kuzey Kafkasya'da III. yüzyılda güçlü bir devlet oluşturdukları, V. asırda ise, Prokopius'un ifadelerine göre, Hunlar Bazuk'un [Bazık: iri, güçlü] ve Ambazuk'un [Embazık: en iri, en güçlü] yönetimi altında Kafkasya ötesini ve Daryal geçidini kontrol ettikleri bilgileri pekiştirilmiş oluyor. VI. asırda yaşayan Suriyeli Zakharios Rhetor'un tanıklığına göre eski Hun devletinin yerinde, Derbent'in kuzey tarafında Hunların torunları olan Bulgarlar oturuyorlardı.


Kubrat Han'ın "Büyük Bulgarya" Devleti


Kuzey Kafkasya'da M.Ö. II. asırdan itibaren Bulgar kabileleri oturmuşlardır. Bu durum yazılı kaynaklarda anlatılanlara göre yorumlanmaktadır. Fakat bu kabileler, Kafkasya'ya yerleştikleri zaman değil, daha sonra belirli tarihi olayların cereyan etmesi sonucunda yazılı kaynaklarda yer almaya başlamışlardır. Buna göre, Bulgarların Kafkasya'da daha erken dönemlerde geldikleri düşünülmelidir.


III-IV. yüzyılları arasında Kafkasya'nın kuzey doğusunda, Dağıstan'ın sahil bölgesinde Hun devleti kurulmuştur. Daha sonra bu devletin içinden, Kafkasya ve güney Rusya bozkırlarında kurulan Hazar Kağanlığı doğmuştur. V-VI. yüzyıllarda Kafkasya'nın kuzey batısında, özellikle Kuban bölgesinde, eski Bulgar devleti kurulmuş olup buna Bizans kaynaklarında "Büyük Bulgarya" [Magna Bulgaria] denilmiştir. Anlaşılacağı üzere, III-VI. yüzyıllarda Kafkasya iki ayrı Türk devletinin, kuzey doğuda Hunların ve kuzey batıda Bulgarların kontrolü altında olmuştur.


V-VI. yüzyıllarda Avrasya kıtasının bozkırları bu bölgede yer alan iki büyük Türk kabileler birliği arasında süren savaşlarla sarsılmıştır. Bu kabileler birliği, Doğu Kağanlığı [Orta Asya'da], Batı Kağanlığı [Sır-derya ve Ural dağlarından Tuna ve Kafkasya'ya kadar uzanan bölgelerde] yer alıyordu.


Fakat bu Kağanlıkların içinde, soylu ailelerin iktidarı elde etme uğraşlarından ötürü, sürekli kargaşalık mevcuttu. Batı Türk Kağanlığında bu üst tabaka aileleri "Aşına" ve "Dulo" sülaleleriydi. 630-631 yıllarında bunların arasında çıkan bir savaş bu devletin gücünü sarsmıştır. Bu durum, bazı boyların Kağanlıktan ayrılarak bağımsızlıklarını elde etme imkanını vermiştir. Bu fırsatı kaçırmayan ilk Türk kavmi de Bulgarlar olmuştur. Bulgarlar, bunu müteakip, 582-584 yıllarından itibaren bağımsız bir devlet gibi hareket etmeye başlamışlardır.


Bulgarların başına, ileri görüşlü olan soylu önder Kubrat geçmiştir. Kubrat Bizans'ta vaftiz edilmiş ve uzun yıllar eğitim görmüştür. Konstantinopolis [kitapta bu sayfada harita var] sarayı ile çok yakın bağlantı halinde olmuş ve Bulgar hükümdarı olarak kendi siyasetini yürütmüştür. Yürüttüğü bu siyaset onu yükselen Hazar gücünden korumuştur. Bizans için ise doğu sınırlarında Hazarlara karşı güvenli bir tampon bölge olmalıydı.


635 yılında Kurbat, Azak ve Kafkasya bölgelerindeki Bulgar kabilelerini "Büyük Bulgarya" adı altında birleştirmiştir. Kubrat'ın hükümdarlığı 584-642 yılları arasında olmuştur. Bizans yazılı kaynaklarına göre, Kubrat her zaman Bizans'ta güler yüzle karşılanmış ve Kubrat yaklaşık altmış yıl hükümdarlık yapmıştır.


VII. yüzyılın başında güçlü Hazar devleti, Bulgarları da egemenliği altına almıştır. Kubrat'ın ölümünden sonra oğulları Batbay, Kotrag ve Asparuk kendilerine bağlı olan kabilelerle farklı bölgelere gitmişlerdir. Asparuk Tuna'da, Küçük İskitya'nın ve sonradan Attila'nın devletinin yer aldığı bölgeye gitmiştir. Kotrag, Don nehri takip ederek kuzeye doğru gitmiş ve buradan da Volga bölgesine geçmiştir. Kubrat'ın büyük oğlu Batbay [Batian/Basian?] ise babasının yurdunda kalmış ve kısa bir süre sonra Hazarların egemenliğini kabul etmiştir.


Hazar tarihi uzmanlarının, eski Bizans ve doğulu yazarlarının ifadelerine göre Hazarlar ve Bulgarlar aşağı yukarı aynı dili konuşuyor ve soydan idiler. Orta çağa ait yazılı kaynaklar, Kafkasya'da Kuban bölgesindeki Bulgarları dört kabileye ayırırlar; Kupi-Bulgar, Duçi-Bulgar, Oghondar-Bulgar ve Çdar-Bulgar. Eski Türk kabilelerinin genellikle kendilerine nehir adı vermiş oldukları görüşünden hareketle, burada da geleneğin devam ettiği görülmektedir. Bunu müteakip Kupi-Bolgarların Kuban Bulgarları olduğu sanılmaktadır. Ama diğerlerinin açıklaması şimdiye kadar yapılamamıştır. Bize göre, Orhondar Bulgarlar, Orhon nehri kıyılarında yaşamış olan ve sonradan Bulgarlara katılan bir Türk kabilesidir. Bazı yazarlar, Duçi-Bulgarların adını Kuçi-Bulgarlar olarak okumaktadırlar. O zaman Kuçi-Bolgarlar adı altında Ku ve Çu nehirleri kıyılarında yaşamış olan ve daha sonra Bulgarlara katılan Türk kabileleri kastedilmektedir. Bu kabileler muhtemelen Ku-kişi ve Çu-kişi, yani Ku ve Çu nehirlerinden dolayı bu adlarla anılıyorlardı.


Bazı yazarlar, Bulgarların "Utigur" kabilesinin adı ile "Digor" adı arasında bağlantı kuruyorlar. Digorlar [Döğerler], Reşidüddin ve Mahmud Kaşgarlı'nın anlattıklarına göre, Oğuz Türkleri'nin bir kolunu oluşturuyorlardı. Karaçay Malkarlıların ve Digorların dilinde "çdar" sözü "tsdar" [star/stur] olarak söylenirse, bu söz "büyük" anlamına geliyor. Sözgelimi Digorca, "Stur-Digora" [Büyük Digorya]. O zaman Çdar/Tsdar-Bulgar "Büyük Bulgar" anlamına gelmektedir. Bu söz "Ulu Malkar" yani Büyük Malkar sözüyle ile eş anlamdadır.


Hun-Bulgar ve Hazarların Etnik ve Toponimik Mirası


Hunlar'ın bir kısmı Bulgarların bir kolu olan Kuturgur boyu adı, Malkarlıların Çegem vadisindeki çok eski olan köylerinden biri olan "Güdürgü" köyünün adında hatırası devam etmektedir. Hun-Massagetlerin adı ise Malkarların efsanevi kurucularından ve prens sülalelerinden "Misak" adında saklıdır.


Hazarların adı, Malkarlıların Bıllım köyü yakınında bulunan ortaçağdan kalma "Hazar-kala" köyü kalıntısı devam ettiriyor. Bu yerleşim biriminin araştırılması 1930'lu yıllarda yapılmış.


Hazar Hakanı Yusuf, IX. yüzyılda Hazar devletinin güneyinde, Gürcistan ülkesine komşu dağlarda "Basi" veya "Bas" adı taşıyan Hazar kabilelerinin yaşadığını yazmıştır. Bu isimden Malkarlıların bir kurucusunun olan, "Basiyat"ın adı çıkıyor. Basiyat, Malkarlıların prens sülalelerinin soy atası sayılmaktadır. Muhtemelen, Gürcülerin Malkarlılara verdiği "Basian" adı, kökenini eskiden burada yaşayan Hazar kabilesi "Bas"lardan almıştır. Bulgarların adı ise bugünkü Malkarlıların kendilerine verdikleri addır. "Balkar" adını diğer komşu halklar da biliyorlardı ve onların aracılığı ile XVII. yüzyıl başlarında "Balkar" adı Rus belgelerine geçmiştir. "Malkar" adı [Balkar sözü ile eş anlamdadır] sadece Çerek vadisinde yaşayanlara, diğer vadilerde yaşayanlar [Holam, Bızıngı, Çegem, Bashan] tarafından verilen bir addır. Bunun dışında bazı dilbilimciler Çerek boğazında yaşayan Malkarlıların dillerinde olduğu gibi Bulgarların dillerinde de [ç sesi yerine] "ts" sesinin kullanıldığını ileri sürmektedirler.


Bulgarların bazı kabilelerinin ve soylarının adları, bugün Karaçay Malkar köylerinde hatırasını devam ettirmektedir. Sözgelimi; Güdürgü, Çılmas, Bulungu, Hurzuk, Uçkulan, Bitturgu, Bıllım vs.


Bulgar hanı Asparuk'un adı Karaçay Malkar dilinde "gururlu" ve "haşmetli" anlamlarına gelir. Karaçay Malkar Türkçesinde "ospar" sözü, "gururlu" ve "kibirli" anlamlarına gelir iken, "osparlık" sözü de "kendine aşırı güvenme, kurum, çalım" anlamlarına gelir. Tuna Bulgar Devletinde ise şöyle bir hidronim vardır; Kam-çay/Kamçiya [Kam nehri anlamına geliyor]. Adı buna benzeyen bir nehir de Yukarı Çegem köyünde de vardır. Bulgaristan'da "Karnovat" adlı köy vardır. Bu köyün adaşı, Çerek nehrinin doğduğu yerde eskiden yer alan Malkarlı "Kurnayat" köyüdür. Karaçay'daki "Mara" adlı köyün, Bulgaristan'da ise "Mara" adlı bölge ile benzerliği dikkat çekmektedir. Yine, Bulgaristan'da bir bölgenin adı "Karaçala obası"dır. Bu Karaçay dilinde "Karaçaylıların mezarlığı" anlamına gelmektedir.


Bulgarların Karaçay Malkar Topraklarındaki Arkeolojik Mirası


Güney Rusya ve Kafkasya bozkırlarını birleştiren Hazar Kağanlığının asıl nüfusu Türkçe konuşan Bulgar ve Alanlardan oluşuyordu. Hazarlar, VIII. yüzyılın 30'lu yıllarında başkentlerini Dağıstan'ın sahil kıyısından İtil tarafına taşımışlardır. Belki bunun nedeni Hazarlar ile Araplar arasındaki savaş idi. Fakat bunun dışında bir de, İtil-Ural nehirleri arasında yer alan eski ata yurtlarına onları kanları çekiyordu kim bilir.


Kafkasya'da Hazar Kağanlığının en büyük arkeolojik anıtı, Kuban nehrinin sağ tarafında yer alan yeni Humara köyünün yanındaki, Bulgarlardan kalma eski "Humara" şehridir. Bu müstahkem mevki [çevresi kale surlarıyla çevrili şehir] büyük taş duvarlarla çevrilidir. Bu duvarların uzunluğu 3,5 metreden 6 metreye kadar çıkabilmektedir. Bu şehirde aktif hayat, VIII-X. yüzyılları arasında geçmiştir. Fakat incelemelerden anlaşıldığına göre bu şehirde daha eski dönemlere ait hayatın izleri de izlenebiliyor.


Humara'da yapılan kazılarda arkeologlar çeşitli konut türlerini bulmuşlardır. Bunlar taş konutlardan başlayarak göçebe çadırları ve yeraltı evlerine kadar değişmektedir. Burada farklı mezar türleri de bulunmuştur.


Taş döşeli mezarlar, kaya içine yapılan mezarlar, toprak mezarlar vs. Bulunan birçok mezarların tümümün tabanına keçe serilmiş olduğu müşahede edilmiştir. Bu gelenek M.Ö. III. asırda Kafkasya'da yaşayan göçebe kavimlerin defin tarzını andırmaktadır.


Eski Humara şehrinin çevresinde eski Türk yazıtları bulunmuştur. Bu yazıtlardaki dilin fonetiği bugünkü Karaçay Malkar dilinin fonetiğine benzemektedir.


Bütün bu arkeolojik verilerden ve yazılı kaynaklardan anlaşıldığına göre, eski Humara şehrinin, Kafkasya Bulgarlarının ve Hazar Kağanlığının askeri, siyasi, kültür ve iktisadi merkezi olduğunu göstermektedir.


Humara şehrinin etrafında Bulgarlardan kalma birçok arkeolojik eser bulunmuştur. Bunların arasında; Kislovodsk şehrinin yanında 10'dan fazla Bulgar yerleşim yeri, İndiş nehrinin yukarı kısmındaki Tamgaçık bölgesinde, İndiş Başı ve Caşırın Kala civarında, Karaçay'da Kuban ırmağının doğduğu yer olan Ullu Kam ırmağının yanındaki Bulgarlardan kalma eski eserleri sayabiliriz.


Malkar ülkesinde de buna benzer çok sayıda Bulgar anıtları mevcuttur. Sözgelimi, Aşağı Çegem ve Laşkuta köylerinin yanındaki yerleşim yerlerinin kalıntıları, Kaşhatav köyünün yanındaki mezarlık, Yukarı Çegem köyünün yanındaki yerleşim yeri kalıntıları ve mezarlıklar vs. Buna benzer anıt ve kalıntılar Kuzey Osetya'daki Argudan köyünün yanında yer alan "Elkhot Kapıları" adlı yerin çevresinde, Kabardey ülkesinde Maiskiy şehrinin yanında bulunmuştur.


Bulgarların Karaçay Malkar Kültüründeki Mirası


Humara şehri ve diğer arkeolojik örenlerde bakılarak eski Bulgarların taş yapı mimarlığının mükemmel ustaları olduğu kanaatine varılmaktadır. Onlar taşları çok güzel yontmuşlardır. Büyük taş bloklar hazırlamışlar ve binanın temeline onları sıkı bir şekilde birbirine birleştirmişlerdir. Malkar ülkesi ve çevresindeki bölgelerde bulunan örenlerde görülen eski Bulgarların bu inşaat ustalıkları günümüzde özellikle Çerek vadisinde yaşayan Malkarlılarda büyük ölçüde devam etmektedir. Belki de bu yüzden, diğer Malkar vadilerinde yaşayanlar, Çerek vadisinde yaşayan Malkarlılara  [kitapta bu sayfada harita var]  "Hunaçı Malkarlıla" yani "Duvarcı Malkarlılar" derler.


Bulgarların maddi kültürlerinin Karaçay Malkarlılara bıraktığı bir başka özgün mirası ise, kalın ağaç tomruklardan yaptıkları evleridir. Bu orijinal Bulgar evleri tamamen Karaçaylıların kültüründe korunmuştur ve bu tür evler [töngerte üy: tomruktan yapılan ev] Kafkasya etnografyasında sadece Karaçaylılar'da görülmektedir. Bunun dışında buna benzer Bulgar evlerine Baksan ve Çegem vadilerinde de rastlanmaktadır. Kafkasya'nın doğu bölgelerinde bu tür evlere rastlanmamaktadır.


Asparuk'a bağlı Bulgarlar, Tuna'da yerleştikleri ilk yere "Eski Curt" [Eski Yurt] adını vermişlerdi. Arhız nehrinin yukarı kısmında, Karaçaylıların efsanevi kurucusu Karça'nın ilk kurduğu yerleşim yerinin adı da "Eski Curt" idi. Bulgarlar ve Karaçaylılar arasında bu benzerlik çok önemlidir.


Karaçay Malkarlıların kültürü ile Bulgar Türklerinin kültürü arasında birçok benzerlik mevcuttur. Bunlara birkaç örnek vermek gerekirse; keçe ürünleri, kıyafet öğeleri, kaftanın kenarına kürk yerleştirme, kaftanın geniş etekleri, gömlekler, "cavluk" adı verilen şal biçimindeki baş örtüsü, çeşitli bayan süsleri, soru işareti şeklindeki çengel küpeler vs. sayılabilir. Geleneksel yemeklerde de birçok benzerlikler vardır. Sözgelimi ekşi süt ve yoğurt gibi...


Karaçay Malkarlıların Oluşum Efsanelerinde Hun-Bulgar ve Hazarlar


Malkarlıların kökeni hakkında anlatılan bir efsaneye göre; "Malkar" adında bir avcı bir gün geyik avına çıkmış. Geyiğin izini araya araya güzel bir dağ vadisinde "Tavlu" [Dağlıların] yaşadığı bir köye gelmiş. Malkar adlı avcı, bu Dağlıların yaşadığı yerde kalmaya ve burada yaşamaya karar vermiş. Çok geçmeden bunların yanına Dağıstan taraflarından "Misak" adlı birisi gelir. Bu "Misak" adı ile Hunların "Massaget boyu arasındaki benzerliği görülmektedir. Misak, birtakım entrikalar çeviriyor ve Malkar'ın kız kardeşlerini elde ediyor ve kendi kabilesini oraya getiriyor. Kısa zaman sonra Kafkasya'nın kuzey bozkırlarından "Basiyat" ve "Badinat" adlı iki kardeş  Dağlıların yaşadığı yere gelirler. Basiyat adlı kardeş Malkarlıların yurdunda kalır ve Malkarlı prenslerin soy atası olur. Öteki kardeş Badinat ise komşu Digor ülkesine giderek oraya yerleşir ve Digor prenslerinin soy atası olur.


Bu efsanede aslında, Bulgar, Hun ve Hazar bakiyelerinin karışarak Malkarlıların etnik oluşum süreci anlatılmaktadır. Hazarların adı ise, efsanevi kurucu "Basiyat"ın adında hatırasını korumaktadır. Hazarların "Basi" adlı boyunun yanına "at" çoğul ekinin gelmesi ile "Basiyat" sözü oluşmuştur.


Badinat, Digor ülkesine gidiyor. Karaçaylı prens Kırımşavhal soyundan bir prensesle evleniyor. Bu evlilikten yedi oğlu oluyor; Kubadiy, Tuvgan, Abisal, Koban, Çegem, Karadzav ve Betuy. Bunlar daha sonra Digorların yedi prens sülalesi olurlar. Böylece, Karaçay, Malkar ve Digor prens sülaleleri akraba olmuş oluyorlar.


Bu bölümde anlatılanlar, Karaçay Malkar halkının etnik oluşumunda Hun-Bulgar ve Hazar kavimlerinin şüphesiz büyük rol oynadıklarını göstermektedir.


VI. Bölüm

Karaçay Malkarlıların Ataları


ALAN VE ASLAR


Hun-Bulgar kabileleri gibi Alan-Aslar da İskit ve Sarmatların torunlarıdır. Alanların adı bazı kaynaklarda As olarak geçer. M.Ö. I. yüzyıldan bu yana Kuzey Kafkasya'da yaşadıkları bilinmektedir. Fakat onların Kafkasya gerçek anlamda yurt tutmaları IV. yüzyılda olmuştur. IV-VII. Yüzyıllarda, Kafkasya'da Hun-Bulgar ve Hazarların hakimiyeti sebebiyle Alanların siyasi güçleri yoktu.


Hazar Kağanlığının çöküşünden sonra, IX. yüzyılın ortalarında Alanların önü açılmıştır. Alanlar, bu fırsatı kaçırmamış, tarih sahnesine, Kuzey Kafkasya'nın önde gelen siyasi güçlerin biri olarak çıkmışlardır. Alanlar, Bizans- Kafkasya-Güney Rusya arasındaki cereyan eden ilişkilerde etkin rol oynamışlardır.



İsmail Miziyev. "KARAÇAY-MALKAR HALKININ TARİHİ "

detaylı okumak için link:



XIONGNU ARE THE HUNS = THE TURKS

DOCU. ABOUT THE XIONGNU TREASURE:







HUNLARDA ATLARININ KUYRUKLARINI BAĞLARDI - ÇİN'DE MÜZEDE






"1972 yılında şimdiki İç Moğolistan'ın Ordos yaylasındaki Arust bölgesinde, içinde çok değerli altın ve gümüş uygarlı miraslarının bulunduğu Hunlara ait mezarlar ortaya çıkarıldı. Bu altın eşyalar arasında üst tarafına yine tamamıyla altın bir şahin suretinin kondurulduğu altın bir taç vardı. Şahin, aynı tacın yan tarafında iki kurdun iki kuzuyu ısırmalarını seyrederek uçmaya hazır vaziyette nakşedilmişti. Çinli arkeologlara göre bu taç MÖ.7.yüzyıla aitti. Bu taç üzerindeki tasvirler, Hunların kurdu çok sevdiklerinden başka, milattan bin yıl önce madencilikle uğraştıklarını da göstermektedir."

UYGURLAR
Turgun Almas
Selenge Yayınları, 2013
Bu eser yayınlandıktan sonra Çin hükümeti tarafından tüm eserleri yasaklandı ve ağır siyasi baskılara maruz bırakıldı.



DEMEKKİ TUĞRUL KUŞU BURADAN BATIYA GEÇTİ....

Bunlar son derece nadir altın ve gümüş, toplam 200 adet olduğunu 2000 yıl önce emanetler Hun Kralı, altın kartları, kaplan ısırması öküz, kaplan koyun sahne yemek ana türlü gibi bir kuş, vahşi hayvandır. Özellikle atlar, sığır, koyun, kuşlar desen Reflect, ama aynı zamanda böylece kaplanlar, kurtlar ve vardır. Hunların bu arkeolojik geçmişi çok nadirdir. 

Kartal bu Hunlar en iyi temsil eden sanat hazineleri emanetler ile süslenmiş altın taç. İki bölümden üst Golden Delicious ve Golden Delicious kartal oluşur. Taç yüksekliği 7.3 cm bant uzunluğu 30 cm, çevresi 60 cm ağırlığında, 1394 gram. 

Golden Delicious taç ayrılır ve taçlandırılmıştır. Crest, desen yarımkürede ısırma hangi kabartma dört kurt ve koyun, dört tekerlekli açı kompozisyonu üzerinde. Sanatsal bir kartal standı üstüne yarımkürede taç , şekil bakan yok. Fırtınalı ısırma resim bakan tüm kartal tepe oluşturmaktadır.
Hem yukarı ve grubun ön aşağı, altından yapılmış bir döküm Lezzetli. grup sol ve sağ kulak yakın bölümünün, her iki ucu Tiger, tekerlek açı koyun ve kabartma desen, dekoratif halat hatları diğer ana bölümünü yalan atlar Crouching yapılmıştır. 

Bu sadece bulundu kadar bizim Golden Delicious süsler tarafından " Hu tacı " . Orta Ovaları, kırmızı sülün uzun kuyruk taç üzerinde kartal içine Savaşan Devletler ZhaoWuLingWang Hu Fu sürme ve çekim Hu taç beri. Bu kret hizmet askeri ataşe olduğunu. Attila Tarawa generaller kartal şeklindeki süsler Attila Golden Delicious veya şefleri kret olmalıdır görülmektedir. ..(google çeviridir)
LİNK











POSTLU OLANIN KURTTAN ZİYADE  EJDERKURT OLMA İHTİMALİ YÜKSEKTİR.link





ÇİN'DEKİ BİR TÜRK/HUN KURGANI'NDAN 
ÇIKAN KEMER TOKASI

TURKISH GRAVES/KURGANS in
NORTH-WESTERN PROVİNCES OF CHINA
ARCHAEOLOGİCAL RESEARCHES İN SİNKİANG
BY FOLKE BERGMAN , STOCKHOLM, 1939 - E-BOOK







MÖ.1900-1700 Doğu Türkistan'da Kurganlar.




Uygurlar, cok eski zamanlardan beri Tanrı Dağları ile Karakum Dağları arasında kalan Tarım havzasında ve yine Tanrı Dağları ile Altay Dağları arasındaki Cungar havzası, İli Vadisi, Irtış nehri ile Baykal Gölü arasındaki topraklarda: Güney Sibirya'da şimdiki Moğolistan sınırları içindeki Selenge, Orhon, Tola ve Korulun (Kerulun) nehirleri civarında, Gansu'da (Kansu) ve bugünkü Shan-si ve Shen-si eyaletlerinin kuzey bölgelerinde yaşamışlardır.

Orta Asya, en eski zamanlardan beri Uygurların ana yurdu olmakla beraber, aynı zamanda dünya medeniyetinin de altın beşiklerinden biridir. Bu yüzden tarihçi Morgan "Dünya medeniyetinin anahtarı Tarım Havzasına gömülmüştür, bu anahtar bulunduğu zaman dünya medeniyetinin sırrı açılacaktır." demiştir.

Toplam 1.600.000 km2 yüzölçümüne sahip Doğu Türkistan, yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle dünyada çok nadir bulunan uranyum, radyum gibi kıymetli tabii zenginlikler, petrol ve kömür yatağıdır. Tarım Havzası ve Cungar Havzasının çok eski zamanlarda büyük iç deniz olduğunu, dağların ve eteklerinin gür ormanlarla kaplı bulunduğunu araştırmalar sonucunda öğrendik.

Vaktiyle Tarım vahası civarında yaşayan atalarımızın bir kısmı Altay dağlarına muhaceret ederek bugünkü Moğolistan ve Baykal gölü çevresine yerleşmişlerdir. 840 yılında Moğolistan'dan Doğu Türkistan bölgesine göç Doğu Uygurların aslında bundan 8000 yıl önce Tarım havzasından Moğolistan ve Baykal Gölü taraflarına göç eden ecdatlarımınızın torunlarıdır.

Sekiz bin yıl önceki büyük göçte, Tarım havzasından yola çıkarak Ladak yoluyla kuzey Hindistan'a göç eden ecdatlarımız, Hindistan'ın asıl yerli halkı sayılan Dravidlerle birlikte Hindistan medeniyetinin şekillenmesine büyük ölçüde katkı sağlamışlardır.

Arkeologlar 20.yüzyılın 20.yıllarında, İndus nehri vadisindeki Harappa (bugünkü Pencap eyaletinde), Muhenjo-daro (Sind eyaletinde) gibi eski şehir harabelerinde yaptıkları araştırmalarda , Orta Asya Türk tipine ait, saçları iple bağlı bir heykel buldular. Bu heykel sekiz bin yıl önce Tarım havzasından Kuzey Hindistan'a göç eden ecdatlarımızın, Aryanilerin Hindistan'a göç etmesinden binlerce yıl önce bölgenin yerli halkı Dravidlerle birlikte yaşadıkları döneme aittir.

Sincan (Xinjiang) Sosyal Araştırmalar Akademisi araştırma merkezi, 1971 yılında Könçi nehrinin civarındaki eski bir mezardan bir kadın cesediyle bir çocuk cesedi bulmuştur. Nankin Üniversitesi Coğrafya Fakültesi, karbonlama usulüyle bu cesetlerin bundan 6412 yıl önce defnedildiğini tespit etmiştir. Bu haber Halk Gazetesi'nde yayınlandıktan sonra, Sincan (Xinjiang) Gazetesi'nin 24 Şubat 1981 tarihindeki Uygurca sayısında da neşredilmiş ve şu yorum yapılmıştır.

"Bu cesetler, toprak seviyesinden biraz yüksekte bulunan kum tepeleri kazılarak çıkarılmıştır. Mezarın iki başına birer ağaç yerleştirilmiş ve ağaçların uçları toprağın üstüne çıkmıştır. Mezar dik olarak kazılmış, cesetler sağ tarafa doğru yatırılmış, üzerine ağaç latalar konulmuş, lata üzerine koyun derisi ve kamış hasır örtülmüştür. Cesetler kaba yün kumaşlara sarılmış olup, kadın cesedinin başına yün kalpak giydirilmiştir. Uzun sarı saçları omzuna kadar uzanan kadın iri gözlü, uzun kirpikli ve dik burunludur.... Cesetle birlikte gömülen eşyalar içinde, çok güzel örülmüş kamış bir sepet vardır ve sepetin içinde bitki tohumları konulmuş, fakat bu uruklar zamanla toz olmuştur. Çocuğun cesedinin yanındaki kamış sepette ise buğday taneleri bulundu."

Bulunan bu iki ceset, 8000 yıl önce yaşanan büyük göç sırasında, bulundukları toprakları terk etmeden önce Tarım havzasında hayatlarını devam ettiren atalarımızın etnik özelliklerinin ve uygarlığının araştırılmasında oldukça önemlidir.

Tarım havzasının eski yerli halkının sarı ırka veya Aryanilere (MÖ.1700 yılları civarında İran'dan gelerek Hindistan'a göç eden halk) mensup olmadıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü burada yaşayan yerli halk Uygurların atalarıydı.

Yakın zamanlarda Tarım havzasındaki bazı yerlerde (Könçi nehri, Çerçen ve Çarkılık civarları) bulunan mezarlarda defnedilen kişilerin (erkek veya kadın) tamamı başları doğuya, ayakları batıya gelecek şekilde konulmuştu. Bu ne anlama gelebilir?

Ecdatlarımız, en eski dönemlerde şamani inanca sahiptiler. Şamanlar genelde güneşe, aya, göğe, yer ve su ilahlarına inanırlardı. Şamanların bu tür inançları gereğince ecdatlarımız çadır kapılarını güneşin doğduğu yöne koyuyorlardı. Türk ve Doğu Uygur kağanları (Orhon Uygur Hakanlığı) , bazı törenlerde yüzünü güneşe çevirip oturuyor ve dokuz defa eğilip selam veriyorlardı. Hatta kağanların adları da bu tür gelenekleri yansıtmaktadır. 

Örneğin Orhon Uygur kağanlarından Çundi-han'ın lakabı ;
Kün Tengride Uluk Bolmış Alp Küçlük Bilge Kağan'dı.

Uygurlar
Turgun Almas (1924-2001) Kaşgar
Selenge Yayınları, 2013

***

"Telelerin en büyük grubunu oluşturan Uygurlarla..."
"Dokuz Tele ailesinin (Toguz-guzlar yani Uygurlar)..."
"Telelerin ataları Hunların torunlarıydı, ve gerçekten de Telelerin dilleri Hunların diline oldukça yakındı."....

Kıpçaklar
Sercan M.Ahincanov
Selenge Yayınları,2009




The Adunqiaolu Relic Site and Tombs in Wenquan county of the Xinjiang (Sincan)  Uygur- East Turkestan (last photo)

Tombs in EAST TURKESTAN (West China's Xinjiang Uygur autonomous region) date back to 1900 to 1700 BC and belong to the Bronze Age. Three connected houses and nine slab-stone tombs.


Uygurs are Turkish Tribe. Their ancestors are the grandchildren of the Hun Turks.