28 Şubat 2015 Cumartesi

ANADOLU'DA TÜRKLER VE IĞDIR TARİHİ





Tarih bilgisi ve bilinci, milletlerin bir arada ve siyasi birlik içinde yaşamasının önemli bir temel unsurudur. Bir millet ne kadar kendi tarihine vakıfsa, siyasi birlik ve hakimiyetini muhafaza ederek o kadar uzun yaşama avantajına sahiptir. Bunun içindir ki zamanımızın bütün devletleri tarih ve tarih araştırmalarına büyük önem vermektedirler.


Tarih yazan bir millet olan biz Türkler en eski ve en büyük tarihe sahip olmamıza rağmen, tarih araştırmalarına yeterli ilgiyi göstermiş olduğumuz pek söylenemez. Yabancılar tarafından, düşmanca bir tavırla, Türkler'in, Anadolu'daki varlığının işgalci gibi ifade edilmesi de bu eksiklikten kaynaklanmaktadır.


Genelde tarihçilerimizin 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi'nin, Anadolu'nun Türkler tarafından fethi ve yurt yapılmasının başlangıcı olarak takdim edilmesi gibi eksik bir tarih anlayışı siyasi olarak, yabancılar tarafından Anadolu Türk varlığının eleştirilmesine kapı açmaktadır.


1071 tarihi gerçekte milli ve ananevi Türk Devleti'nin Anadolu'da siyasi hakimiyet olarak, bilinen başlangıcıdır. Türklerin Anadolu'daki varlığı ise M.Ö. 3.-4. binyıllara kadar uzanmaktadır.



...



Anadolu, özellikle de Doğu-Anadolu ve Güneydoğu-Anadolu bölgeleri, çok eski çağlardan beri, Türk varlığıyla tanınmış olup, Türkler'in kadim yurtlarıdır. Türkler'in buralarda binlerce yıldır tesirlerinin ve varlıklarının mevcudiyeti ilmi olarak ortaya konmuştur. Vatanımızın, doğudaki sınır taşı, (Oğuz-eli) Iğdır İli ve civarı (Sahat-Çukuru-Aras boyları) tarihin bilinen devirlerinden beri Türklerin öz vatanı olmuş ve bugüne kadar da özelliğini korumuştur, Türk tarihinin dünyaca kabul edilmiş otoritesi Z. Y. Togan:


"Türkler'in menşe'i bahismevzu olunca, gözler bugün dahi bunların ekseriyetinin yaşamakta olduğu Orta Asya'ya dikilir; fakat bu milletin ikinci büyük ve kuvvetli kütlesi, Ön Asya'da ve Karadeniz etrafında yaşamaktadır" (1) demektir.


Türkmenistan'ın başkenti Aşkabat yakınlarında "Anau" harabelerinde yapılan kazılar neticesinde, M.Ö. 4500, diğer bir iddiaya göre 9000 yıllarında yaşamış olan bir medeniyetin ortaya çıkışıyla ilgili olarak, Z. V. Togan şu görüşleri belirtmektedir: "Burası o devirlerdeki Ön Asya (Sumer ve Sus) ve Güney Asya'da (Hindistan'da, Sind nehri havzasında Mehenio-daro ve Harappa harabelerinde) ve Uzakdoğu'da (Çin'de, Yunnan vilayetinde, Yang-shao'da ve Mançuri'de) eserleri keşfolunan medeniyetler arasında bir vasıta, yahut onların ilk başlangıç merkezi, ocağı olmuştur" (2)


Birçok sahada yapılan araştırmalarında, Kağızman'ın Camışlı köyü yakınlarında "yazılıkaya" kayaaltı sığınağı ile Kurbanağa mağarasında, çok sayıda Ala Geyik, Dağ Keçileri, At, Öküz, Eşek ve İnsan figürleri ile av hayvanlarını yakalamak için kullanılan tuzak sahneleri bulunmuştur. Van bölgesinde geniş araştırmalar yapan, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Oktay Belli buralarda yüzlerce mağara resimleri keşfetmiştir. Adıyaman ile Malatya karayolu üzerindeki "Palanlı" kayaaltı sığınağının duvarlarında, Dağ-keçileri ile insan figürleri bulunmaktadır.


Erzurum yakınındaki "Cunni" mağarada da, resim ve amblemler bulunmuş, bunlara benzer olan, Kütahya yakınlarında Aizani tapınağındaki resimler de ortaya çıkmıştır. Güneyde, Filistin bölgesinde kayalar üzerinde yüzlerce resim bulunmaktadır. (3)


Azerbaycan'ın muhtelif yerlerinde ve Bakü yakınlarındaki Kobustan (Gobustan / Gob-istan=Gobu yeri) bölgesinde bir açıkhava müzesini andıran, kayalar üzerine çizilmiş dört bine yakın resim bulunmaktadır.


Anadolu ve Azerbaycan'ın çeşitli yerlerinde bulunan bu eserlerin benzerlerinin, son yıllarda Sibirya'nın muhtelif yerlerinde de ortaya çıkarıldığını belirten A. Erzen "Çok geniş bir coğrafi bölgeye yayılmış olmasına rağmen, şekil ve muhteva yönünden birbirinin benzeri olan bu resimlerin, eskiden, göçebe ve yarıgöçebe Türk boyları tarafından yapılmış oldukları bugün artık yerli ve yabancı bilim adamları tarafından kabul edilmiştir." demektedir. (4)


Türk göçebe (bozkır) medeniyetinin, eski dünyanın yerleşik, çiftçi topluluklarının, teşkilatsız bulunan medeniyetlerini teşkilatlandırarak, onlara siyasi ve askeri kudretin mahiyetini öğrenmek suretiyle, eserlerinin günümüze kadar intikal ettiği büyük medeniyetler kurmalarına sebep ve amil oldukları bilim adamları taraafından ispat edilmiştir. (5)  Z. V. Togan, "Önasyanın kadim tarihinin büyük alimi" dediği Fr. HOMMEL'in, Sümerler'i tamamiyle Türk kavmi saydığını belirterek, Hommel'den şu görüşleri naklediyor:


"Türk kavimlerinin en eski cedlerinden bir şube, M.Ö. 5000 senelerinde Orta Asya'daki anayurtlarından ayrılarak Önasya'ya gelmiş ve Sümerler'i teşkil etmiştir. Sümerler'in dillerinden kalan eserler, Türkçenin o eski zamanlarda ne gibi bir şekil arzettiğini bize gösteriyor." (6) demektedir.


Sümerler'den sonra (IV. binde) Orta Asya'dan Anadolu'ya gelen Subaru, Elam ve Hurriler'in de, Sümerler gibi esas itibariyle Türk kavimleri oldukları ilim alemince büyük ölçüde kabul görmektedir. Medler içinde de Turani kavimlerin önemli bir yer teşkil ettiği ve Urartulular (yukarı ülkeliler)'ın da Hurriler'in bir devamı olup, Turani menşeden geldikleri anlaşılmıştır.


Bu sahada geniş araştırmalar yapmış olan, Malkar-Karaçay Türkleri'nden kıymetli ilim,İsmail Mızı-Ulu (Miziyef), şunları yazar: "Önce Transkafkas ve Ön Asya için seciyevi olmayan kurganlar buradan Derbend ve gayri Kafkas geçitleri ile M.Ö. 3 bin yılında Azerbaycan'a (Üçtepe), Gürcistan'a (Bedeni), Ermenistan'a (Lçaşemi) ve Anadolu'ya geçmiştir.  Adıgeçen yerlerde, Koruktepe'de, Norsuntepe'de, Tepecik'de, Hatay [Antakya] eyaletinde, AMANUS Dağı eteğinde, Amuk Vadisi'nde, kurgan kültürünün önemli katları bellidir... Böylelikle yaptığımız araştırmalar, kurgan kültürünün yaratmış olan Prototürk'lerin M.Ö. 4 bin yılın sonunda 3.bin yılın başlangıcında Önasya'ya göç etmelerini göstermektedir. Bu göç etmeyi biz, Şumer (Somar) boylarının yer değiştirmesi ile izah anlatırız [ediyoruz]. Eski Türkler'in Şumer'ler (Azerbaycan ve Kafkas Türkleri "Sumer" adını "Şumer" şeklinde telaffuz ederler) ile arkeolojik, etnografik ve tarihi ilişkileri dil bilgileri ile, çok iyi uzlaşmaktadır. Sumer-Türk dil benzeyişleri barede [konusunda] tanınmış alimlerden Vinkler, Hommel, B. Qrozni, V. Struve ve başkaları çağdaş yazarlardan ise O. Süleymenov, B. Yusufov Aydın Memmetov, Osman Nedim Tuna yazmışlar" (7)


Ş. Günaltay da bu hususta: "Anadolu'nun en eski halkı M.Ö. IV. binde yaylaya (Anadolu) doğudan gelmiş oldukları gibi M.S. XI. yüzyılının ikinci yarısında Küçük Asya'ya giren Selçuklu Türkleri de bunların izleri üzerinden yürümüşlerdir" demektedir. Anadolu toprakları doğu ile batı arasında geçit olması ve hayvancılık yönünden fevkalede iklim şartlarına müsait bulunması sebebiyle, bugün olduğu gibi, eski çağlarda da stratejik öneme sahip olup, büyük devletlerin ve kavimlerin ilgi alanı içinde olmuştur.


Iğdır'da Yaycı (Yağcı), Gökçeli, Kültepe, Çölegert (Kara-Koyunlu Taşburun) gibi yerlerden çıkan arkeolojik eserler ve diğer yerlerde bulunan kadim tarihi buluntuların müşterekliğinden de anlaşılmış olduğu gibi, Iğdı'ın bu büyük Türk kıtasında, Türk medeniyetinin bir beşiği ve Türk tarihinin çok eski ve zengin bir taşıyıcı noktası olduğu aydınlanmıştır.


İleride de görüleceği gibi, Tarih boyu Türkler'in meskun bulunduğu Iğdır Ovası (Sürmeli ve Sahat Çukuru), Türk Tarihi'nin, Türk Kültürü'nün ve Türk Coğrafyası'nın, önemli bir stratjik yöresi olan, Doğu Anadolu'nun şirin bir köşesi ve Türklüğün bir kavşak noktasıdır.


Tarih boyu, Romalılar'ın, Persler'in, Bizanslılar'ın, Müslüman Araplar'ın ve son çağlarda da Ruslar'ın, Aras boyları ile Ağrı Dağı çevresine hakim olma istek ve çabalarının, Türk gücünü kırarak, kontrolde tutmak amacına yönelik olması da bu bölgenin, Türk varlığı açısından ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Bugün, mevcut bulunan ve muhaceretlerle Ermeni (9) çoğunluğu sağlanarak, batılı hıristiyan devletlerin de desteği ile Ruslar tarafından oluşturulan Ermenistan devletinin kurdurulmasında da aynı amaçlar yatmaktadır.


Cumhuriyetimizi doğuran Milli Kurtuluş Savaşı döneminde, Mustafa Kemal Atatürk'ün, Iğdır'ın kurtuluşu ve Anavatan'da kalması yönünde gösterdiği hassasiyet ve ısrarı mücadeleler de Iğdır'ın Türk Yurdu ve Türk milli bütünlüğü açısından, ne kadar stratejik bir öneme sahip olduğunun açık belgesidir.


SUBARULAR VE HURİLER DEVRİ

Subarular'ın M.Ö. III. bin yıllarında, Fırat ve Dicle nehirlerinin kuzey havzaları arasında (Yukarı Mezopotamya), bugünkü Urfa, Diyarbakır, Mardin bölgelerinin güney kesimleri ile Musul civarlarını ihtiva eden alanda görüyoruz. Subarular'ın Orta Asya'dan buralara geldikleri malum olup, ancak ne zaman geldiklerine dair kesin bilgiler mevcut değildir. Subarular, bu ilk görüldükleri yerlerde ayrı ayrı boybeylikleri şeklinde yaşıyorlardı. "Bunların en önemlileri Sinear tabletlerinde adı geçen Fırat üzerindeki "Maeri" (Mari) ve Habur çayının Fırat'la birleştiği noktanın alt tarafındaki Hana beyliği idi. Bu hükümetin merkezi olan Tırka'nın (Turka?) idare ve sosyal hayat itibariyle Sümer sitelerine benzediği anlaşılmaktadır. (10)


M.Ö.III. binde Subarular'ın yerleştikleri bu yerler, Sümer-Akad metinlerinde Subaru adlı savaşçı birçok oymakların yaşadığı ve adının da Subaru olduğu şeklinde geçer. "Subaru", bu kavmin dilinde "Irmaklar arası" manasını ifade ediyordu. İki kelimeden mürekkep olan Subaru lafzı, türkçede de aynı anlama, yani "su arasl" manasına gelmektedir.  Sub, eski türkçede "su"; aru da bugün "ara" diye telaffuz ettiğimiz kelimedir" (11)


Subarular güneyden gelen tazyikler neticesinde buradan kuzeye doğru yayılmaya başladılar. Sonraları Aras boyları, Azerbaycan ve Orta Asya'da "Sabir", "Subar", "Sibir", "Suvar", ve 'Suban" (12)  adlarıyla görülmektedirler. Türkçe'deki B/M değişmesini gözününe alırsak, Sümer/Sumer adıyla aynı menşede olduğu anlaşılır. İsmail Mızı-Ulu da bu hususta şu görüşünü ileri sürer: "Itil ve Cayik (Yayık/Ural) nehirleri arasında yayılmış olan Suv-ar (Nehir kişileri) [Türk lehçelerinde er/ar/ır/ir sözleri yiğit, erkek, er, kişi anlamlarında kullanılır] sözünü ben Somar sözünün samileştirilmiş şekli olması fikrindeyim. Böyle bir aynileştirme için Türk dillerindeki M-B-V ses geçitinin olması esas götürülebilir. (Somar-Sobar-Sovar)" (13)


Subarılar, Herodot Tarihi'nde Kolkhis (Doğu Karadeniz ile Kafkasya dağları arası) ile Medya (Batı İran ve İran Azerbaycanı) arasında gösterilir ve bunların tek ulusunun Saspeir'ler (Subarlar/Sabirler) olduğu belirtilir. (14) Bir başka yerde de, Saspeir'ler" (15) adıyla anılmakta ve ülkeleri Basra'dan itibaren kuzeye doğru sıralanan memleketler içinde, şöyle gösterilmektedir: "İranlılar ülkesi, Medler, Medler'in kuzeyinde Saspeir (Subar/Sabir) ve bunların kuzeyinde de Kolkhisliler'in ülkesi (16). Saspeir ülkesi olarak gösterilen yer, bu günkü Azerbaycan, Ermenistan ve Doğu Anadolu'nun doğu bölümü ile Güney Azerbaycan'ı içine alan içine alan yerleri kapsar. Ksenophon'un, Anabasis (Onbinlerin Dönüşü) adlı eserinde de, Karadeniz kıyısında yaşayan Makronlar'la Skythen'ler bahisle, Skythenler ülkesini, Çoruh'un güneyindeki bölgeler olarak gösterilir. (17)


Çoruh boyunda bulunan İspir ilçemizin adı, Sa-Sper (Sa-Seper) adlı bu Türk kavminin adından gelmekte olup, bunlann kurduğu bir yerdir. Subarılar sonraki çağlarda Asya'da Sabar veya Sabir Tükleri olarak anılmışlardır. Orta Asya'da asıl yurtları Tanrı Dağları'nın batı kesimi, ili nehri sahasıdır. Kafesoğlu, bu Sabarlar'ın Hun İmparatorluğu'na bağlı topluluklardan olduğu görüşü üzerinde durmaktadır. (18)


Sabar/ Subar'lar, 461-465 yıllarında doğudan gelen Avarlar'ın baskısıyla yerlerinden oynamş Altay Dağları ile Ural Dağları arasında yaşayan Oğuz Türkleri'ni bu yurtlarından atarak, Tobal ve lşim Irmakları çevresinde yurt tutmuşlardır. Tobalsk dolaylarında, Ob, Tura ve İrtis boylarında Sabar, Saber (Tapar), Soper, Saveri, Sabrei, Sıbır (Sıvır), Ay-Sabar, Kun-Sabar gibi şahıs adlarına da rastlanmaktadır. (19)


M.S. V.-VI. yüzyıllarda Batı Sibirya ile Kafkaslar'ın kuzeyinde mühim rol oynayan Sabar adlı bu Türk kitlesi, Bizans tarihlerinde Sabar, Sabeir, Saber Sa-per (Sa-seper); Ermeni, Süryani ve İslam kaynaklarında Savır, Sabr S(a)bir ve Sebir gibi adlarla anılmışlardır. (20)


Kafesoğlu Sabar adını şöyle açıklamaktadır: "...ancak Türkçe açıklanabilen Sabar kelimesi "sab+ar" (=Sap-ar=Sapmak fiiline+ar ekinin ilavesiyle... Başka örnekler: Kazar, Bulgar, Kabar vb) dan meydana gelmiş olup "sapan, yol değiştiren, başıboş kalan serbest" manasındadır ve Türkler'de ad verme usulüne uygundur" (21)


M.S. 503 yılında Doğu Avrupa'da hakimiyetlerini genişleten Sabarlar, 515 yılında İtil (Volga)-Don nehirleri ile Kuzey Kafkasya'daki Kuban Irmağı bölgelerinde bulunuyorlardr. 515 yılında Balak (Belek ?) liderliğinde, Bizans'a karşıda savaş halinde olan Sabarlar, Güney Kafkasya'ya bugünkü Ermenistan, Azerbaycan, Artvin, Erzurum, Kars ve lğdır-Ağrı Dağı bölgeleriyle, Anadolu'da, Kayseri ve Konya'ya kadar ilerlemişlerdir.


Subar/Sabar'ların ana kolu Kafkasya'daki savaşlardan dolayı oldukça yıpranmışlardı. Tam bu sırada Avarlar'dan da ağır bir darbe yemiş, akabinde de bu bölgeye ulaşan Gök Türkler'in idaresini kabullenmek mecburiyetinde kalmışlardı. 576 dan sonra bir kısmı Kür nehrinin güney bölgelerine yerleşmişler ve Hazarlar'ın ortaya çıkışıyla, Hazarlar'ın ana kabileleri olarak (Belencer ve Semender) yaşamışlardır. (22)


XVI. asırda kurulan ve başkentininde adının "Sibir" (İsber) olduğu Sibir Hanlığı bu Sabarlar tarafından kurulmuştur. Sibir adı, Ruslar'ın buralara hakim olup, daha doğuya ilerlemeleri neticesinde, doğudaki coğrafyaya da ad olmuş, Sibirler'in yurdu anlamında Sibirya adını almıştır.


Güney Azerbaycan'da, Ürmiye gölünün kuzeyindeki "Sibir" çayının adı ile, Kafkasya güneyinde ve Azerbaycan'daki, Şaberan, Samır, Samırkent, Sabir Khost gibi tarihi şehirler; bugünkü Sibir-don, Sivir-don, Savir, Bilasuvar, Sebir-oba (Sabirabad) (23), Savare gibi, Ağrı ili Tutak ilçesi ve Bitlis ilindeki "Suvar"; Antalya ilinin Gündoğuş ilçesinde "Sabur"; Suruç, Kandıra ve Zonguldak Ereğlisi'nde "Saburlu"; Palu ve Hınıs'da "Suvarlar"; Besni'de "Suvarlı"; Kağızman'da "Suvar" adlı köyler ile, İspir ilçemizin adı hep Subarılar'rın hatıralarıdır (24). Şecere-i Terakime'de de "Suvar" adlı bir şehir ile bir boy ve o boya mensup Suvar adlı bir bey de geçmektedir.


Subarular'la aynı topluluk olan Hurriler, M.Ö.III. bin yılda Doğu Anadolu'nun dağlık bölgelerinde, Aras boylarına kadar ve Van gölü civarında yaşıyorlardı. Hurriler M.Ö. III. binin sonlarına doğru, Kafkasya geçitlerinden aşıp, göçler halinde Anadolu'ya akınlara başlayan İndo-Avrupa ırkından olan Hititler'in baskısıyla ve bunların sebep olduğu kavimlerarası kargaşalık yüzünden önemli ölçüde güney bölgelerine göç ettiler, Hurriler M.Ö.II. binde Mezopotamya'da yaşayan önemli bir kavim olarak görülürler.


Yukarı Mezopotamya'da yerleşmiş olan Hurriler; kuzeyde Aras Boyları, Sahat Çukuru (Iğdır Revan Ovası) ile Zağros dağlarından, Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz'e kadar yayılmışlardı. Hurriler'in Yukarı Mezopotamya'ya yerleşmeleriyle burada Hurri ve Mitanni devletlerini kurdular. Bunlardan Mitanni devleti M.Ö. 1350 yılına kadar hüküm sürmüştür. Hurriler Kuzey Suriye'yi de hakimiyetleri altına almışlar ve "bu yüzden o zamandan kalma Mısır tabletlerinde bu bölgeye "Kharru" denilmiştir. Hurilerin hatırası olarak, Hor ve Horit adı Tevrat'ta da yeralmıştır. (26) Subarular ve Hurriler'in görülmesinden (M.Ö. III.-II. bin) sonra kuzeyde Kakasya'dan başlayıp, Malatya-Elazığ Kuzey Suriye ve İran Azerbaycanı'nda Urmiye gölüne kadar olan bu geniş bölgede kuvvetli bir kültür birliği olduğu, kazı ve araştırmalardan anlaşılmaktadır. (27)


Bu kültür için bazı isimler teklif edildiğini belirten A. Erzen şu bilgileri veriyor: "Ancak bu kültürü yaratan halkın, Asyanik bir millet olan ve dilleri türkçenin de dahil olduğu Ural-Altay dillerine benzeyen Hurri'ler olması yüzünden "Erken Hurri Kültürü" adının verilmesi, gerek yerli gerekse yabancı bilim adamlarınca daha uygun görülmüştür. Çünkü daha sonra Hurri Kültürü M.Ö. I. bin yıllarında, Doğu Anadolu yüksek yaylasını, Transkafkasya (Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan)'yı Kuzeybatı İran'ı ve güneyde de Urfa, Halfeti çevresini içine alan üçyüzyıl boyunca hakimiyetlerini devam ettiren kuvvetli Urartu Kırallığı'nın kurulmasını sağlamıştır." (28)


M.Ö. III. binde Önasyada oturan bu kavimlere Turanlılar adının verildiğini belirten Ş. Günaltay: "Son zamanlarda batı bilginlerinin Sami ve Hind-Avrupalı kavimlerden ayırmak için Asyanik'ler veya Yafesliler veyahut Kafkasyalılar gibi türlü adlar verdikleri bu boyların küçük Asya'ya doğudan gelmiş oldukları, son zamanda yapılan kazılardan, araştırmalardan anlaşılmaktadır." (29). demektedir.


Moğollar'ın Gizli Tarihi'nde (s. 229) geçen Hori-Tomatlar'rn adındaki 'Hori' sözü Kuri (Huri/Khuri) diye adlandırılan kavimdir. Cengiz Han devrinde de gorülen, Kuriler Tumat, Töles/Tölüs ve Burgutlar ile beraber aynı topluluk içinde bulunuyorlardı. (30) Barthold, İslam coğafyacılarının, Kırgızların doğusunda yaşayan kavim olarak gösterdikleri "Furiler" adlı bu kavmin Kuriler olduğunu söylemektedir. (31) Z. V. Togan da Subar, Khuri ve Metan (Mitani) adlarının eski bir Türk kavminden kalan adlar olduğunu belirtmektedir (32).


Barthold, Furi sözünün muhtemelen, kurt anlamında olan "Böri" olduğunu ileri sürer ve Biruni ve Avfi'nin eserlerinin birçok yazma nüshalarında "Kun" (Hun) kelimesi yerine "Furi" kelimesinin bulunduğunu belirtir.(33) Hurri adının mağara anlamına geldiğini ve bu adın, Hurriler'in merkezi olan Urfa'nın yaknlarındaki Nemrud dağında bulunan birçok mağaralarla ilgili olduğu ve buna göre verildiği ileri sürülmektedir. (34)


Mağara anlamma gelen Hurri/Huri adının bu kavime, merkezleri yakınındaki Nemrud dağındaki mağaralara göre verilmesinin bir sebebi olsa gerek. Bu kavmin mağarayla, özel bir ilgilerinin muhakkak olduğunu gözönünde bulundurursak, eski çağlardan beri mağara kültünün Türk kabileleri arasında çok yaygın olup, aynı canlılıkla bugün de yaşamakta olması müşterek bir kültürünün, tarihi derinliğinin ifadesidir.


Bugün bütün Türk Dünyası'nda olduğu gibi, Iğdır yöresinde de mağaralar kutsal sayılmaktadr. Halen lğdır'ın Erhacı köyünde bulunan kutsal mağara, ziyaretgahtır. Yılın Muhtelif günlerinde ahali tarafından ziyaret edilmektedir. Bu ziyaretlerde dilek tutularak kurbanlar kesilir. Bazen de tutulan dileklerin yerine gelmesi halinde, adadıkları kurbanları kesmek için ziyaret edilir. Genellikle sabahın erken saatlerinde ziyarete gelen halk, mağarayı ziyaret eder ve küçük çakıl taşlarını, dilek tutarak mağara içindeki kayalık duvarlara yapıştırmayı denerler. Taşın yapışması, dileğin yerine geleceğine dair işarettir. Mağara ziyaretinden sonra şenliklerle kurbanlar kesilir.


Yine Dede-Korkut Oğuzları'nın (Kazan Han'ın) Kışlak merkezi Sürmeli kalası'nın surlarının Aras'a bakan kuzey tarafının alt kısmında da kutsal bir mağara bulunmakta ve aynı şekilde ziyaret edilmektedir. Bu mağaranın dış sağ kısmında bulunan kayalık üzerinde, çok belirgin olarak bulunan ayak izinin, Hz. Ali (a.m)'ye ait olduğuna inanılmakta ve yüz sürülerek dualar okunup, kurbanlar kesilmektedir. Iğdır'da, bu mağara ile ilgili birçok milli ve dini rivayetler anlatılmaktadır.


Büyük Hun Devleti zamanında, kutsal bir "Ata-Mağarası"nın bulunduğu, yılın belirli aylarında burada törenler yapıldığı; Toba'ların da, kayaları mağara şeklinde oyarak "Ata-Mağarası" haline getirdikleri ve burada göğe, yere, Han soylarına kurban kestikleri Çin kaynaklarında anlatılıyor. (35) Gök-Türkler'de de Ata-Mağarası inancı, Gök-Türk Kağanları da devletin ileri gelenleriyle muayyen günlerde bu mağarayı ziyaret edip, kurbanlar keserek törenler yapıyorlardı.(36)


Oğuz Destanı'nda da geçen "Gurlar"ın memleketi, Afganistan'da bulunuyordu. Togan, aslen Türk olduklarını ve en eski zamanlarda Çin hududundan gelerek şimdiki Gur dağları mıntıkasına yerleştiklerini söylediği bu "Gurlar"ın İslam çağında Fars dilinin bir lehçesini konuştuklarını belirterek: "Doğu Avrupa'nın bu kadar geniş sahalarında bize tarihen malum olan ve olmıyan devirlerde yayılmış olan bu Ogur, Yugurlar'ın isimleri Miladdan önceki devirlerde Türk isminin yerini tutan bir isim olmuştur. İhtimal Ön-Asya'daki Khuri'ler (Huriler) de onlardandır." demektedir. (37)


Delhi Sultanları'nın ve Kert (Kürt?) padişahlarının bu Gur'lardan olduğu belirtilmektedir. Şeyh Sadi, Bostan adlı eserinde, bir İranlı köylünün Gur hükümdarına "Ey Türk" diye hitabettiğini nakleder. (38)



Birçok kaynakta Huriler'in Türkler'le aynı kültür bütünlüğü içinde oldukları belirtilmiştir. Z. Y.Togan, Huriler'in dillerinin Türkçe ile akrabalık derecesini arzeden hususiyetler, bu Huriler'de, Türkistan'daki Huttal Türkleri'nin ve Önasya'da Selçuklular devrinin at terbiyesini andıran yılkıcıkları, hep Önasya'da, tarihten önceki Türk izlerini mevcudiyetini ifade ettiğini söyler.


Bugün Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde (Geçmiş Huri/Guri sahası) yaşayan Kürtler'in adı olan "Kürt" sözünün aslının "Gur" dan geldiği de ileri sürülmektedir. Gur adının eski türkçede çogul takısı olan "t" yi alarak, Gur (t)=Kürt olduğu, Kürtler'e verilen diğer bir ad olan Kurmanç sözünün de Türkçe'deki büyültme eki "man" ilavesiyle, Türkman,  koca-man, şiş-man, uz-man sözlerinde olduğu gibi, "Gur-man=Gurman/-Kurman (ç)" olduğu ileri sürülmektedir ki, kurala uygundur (40). Anılan zamanlarda Huri sözünün mağara anlamına geldiği meselesi ise, eski türkçede Gur/Gor sözünün mezar ve yeraltı manasına geldiği ile açık şekilde anlaşılmaktadır. Bugün Türk Dünyası'nın birçok yerinde "Gor" sözü halen mezar anlamında kullanılmaktadır. Gor, Iğdır yöresinde de aynı anlamda (Babanın, Atanın gor'u (mezarı) kullanılmaktadır.


Gök-Türk menşe efsanesinde: Gök-Türkler'in ataları baskına uğrayıp oldürülüyor. Kalan küçük bir çocuğu iöldürmeğe kıyamayıp, ellerini keserek ıssız bir yere atıyorlar. Ortaya çıkan gök yeleli dişi bir kurt çocuğu alarak, bir mağaraya götürüyor ve orada türeyerek Gök-Türkler oraya çıkıyor. Efsanede bu mağara kutsal sayılmaktadır.


Bir Kırgız menşe efsanesinde, Kırgızlar'ın ilk atası, bir Ata-Mağarası'nda bir inekle yaşamış ve Kırgızlar'da bu ilk ata ile inekten türemişler. Türk'le menşe ve kültür birliği içinde olan Koreliler de, yılın 10.ayında Ata-Mağarası'na gidiyorlar ve orada göğe kurbanlar veriyorlardı. (41)

Türk efsanelerinde, kutsal mağara anlayışları çok görülür. Türk efsane ve halk hikayelerinde dağ bir nevi doğurucu ana rolündedir ve kutsaldır. Bu anlayış şimdi "Dağ fare doğurdu" değiminde yaşamaktadır. Dağlardaki bu kutsal mağaralar sanki bir "ana rahmi" vazifesi rolünü görüyor ve kutsal kabul ediliyorlardı. "Mağaralar yeraltı dünyasını, yeryüzüne bağlayan birer kapı gibi idiler" (42)


Iğdır ili yöresinde rastlanan her mağaranın, bir kutsallığı vardır. Bu kutsallık, kimi yerde dini riva, etlerle (Bazen Hz. Ali (a.m.)'ye atfedilerek) anlatılmakta, kimi yerlerde de Köroğlu'nun meskeni olarak rivayet edilmektedir. Köroğlu'nun adının da bu yeraltının kapısı sayılan mağara ile ilişkisi var. Orta Asya (Türkistan) Köroğlu anlatmalarında, Köroğlu'nun adı "Gor-Oğlu/Goroğlu" dur. Bu anlatmalarda Goroğu mezardan çıkmıştır.


"Gor" mezar demektir. "Gor-oğlu=Mezar Oğlu". Iğdır'da da Gor=Mezar, Kabir demektir. Iğdır'daki mağara rivayetlerindeki Köroğlu-Mağara ilişkisinin, Türkistan "Goroğlu" su ile bağlantılı olduğu anlaşılıyor. Yine Türk mitolojisindeki yeraltr dünyasının kapısı olan mağara anlayışı, Iğdır yöresinde, bir mağara kuyusundan yeraltına giden "Melik Memmed" veya "Zümrüd-ü Anka Kuşu" hikayesinde görüldüğü gibi birçok hikayede de vardır. Hz. Ali (a.m.)'nin, yeraltı dünyasına veya cinler diyarına yaptığı seferleri anlatan hikayelerde de bu motif vardr. Iğdır yöresinde, yeraltı dünyasının kahramam Melik Memmed adıyla anlatılan bu milli Türk efsanesi (nağılı) çok önem verilip anlatılmaktadır. Tuzluca ilçesinin İnce köyünde yaşayan "Melik Memmed" adlı Türkmen-Oğuz oymağına, ilgisi dolayısiyle de ad olmuştur. Bunun gibi, Türk kültür sahasında anlatılan yer altı hikayeleri, Türk inanç motiflerindeki, kainatı, gök, yer ve yeraltı olarak idrak etmeleri anlayışıyla ilgilidir.


Anadolu'da okunan Muhammediyeler'de görüldüğü gibi Sibirya, Türkistan ve diğer Anadolu masallarında da yeraltı dünyası ve buraya açılan mağaralar motifi çok yaygındır. Türk Memlük yaratılış efsanesinde: Bir gün çok yağmurlar yağmış, seller akmış, bu sellerle sürüklenen çamurlar bir mağaraya dolmuş. Etraf sakinledikten sonra güneş çıkmış, mağaradaki çamurlar ısınmış, aradan dokuz ay ongün geçtikten sonra ısınan çamurdan bir insan meydana gelmiş. İnsanın ilk ceddi olan bu insana "Ay-Atam" (Adem) adı verilmiştir. (43)


Yukarıda verilen örneklerden de anlaşılacağı gibi, "Kutsal-Mağara" anlayışı Türk kültür ve mitolojisinde yaygın ve derin bir anlam taşımaktadır.


M.Ö.III. binde Asyalı bu Hurriler'e, mağara anlamına gelen Hurri adının verilmesinde, Türk mitolojisindeki mağara anlayışıyla bir ilişkisi olduğunu düşünmek doğru olur. Türk efsanelerinde, Türkler'in bir mağarada "Böri"=Bozkurt'tan türemiş oldukları ve Barthold'un bu Furi sözünün kurt anlamında olan "Böri" olduğunu söylemesi de bir vesika mahiyetindedir.


Hurriler'den sonra yine aynı bölgelerde, Medler zamanı ortaya çıkan, ruhani bir gurubun adı olan Mag/Mağ/Muğ ve Eski Türklerde Tanrı anlamına gelen "Bağ" "Buğ" sözleri ile mağara sözü arasındaki, mana ve fonetik benzerliğin tesadüfi olmadığı açıktır. Medler'de de mağara inancı vardır ve Medler zamanı mağaralarda ancak Medler'in ruhani yöneticileri "Muğ" lar tören yapıp, kurban kesebilirdi.




IĞDIR TARİHİ , 1996
Nihat ÇETİNKAYA
link


dipnotlar:
1- Togan, Ord, Prof. Dr. Zeki Velidi, Türk Tarihine Giriş I., İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fak. Yayınları, No: 1534, Tarih Araştırmaları No: 2 C. I, İstanbul 1981, 3. Baskı, s. 7.
2- Togan, Giriş I, s. 8.
3- Erzen, Afif, Doğu Anadolu ve Urartular, Türk Tarih Kurumu yay., Ankara 1986, s. 10-14.
4- Erzen, a.g.e. s. 14.
5- Togan, Giriş I, s. 10.
6- Togan, Giriş I, s. 12.
7- Mızı-Ulu, İsmail, Merkezi Gafgaz'ın Etnik Tarihinin Köklerine Doğru, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı yayını, İstanbul 1993, s. IX, Çev. Prof. Dr. Süleyman Eliyarlı, Doç. Dr. Mehman Abdulla.
8- Günaltay, Ş., Yakın Şark II, Anadolu, T.T.K. yay. Ankara 1987.
9- Ermeniler, Ermeni adını kendileri için millet adı olarak bile benimsememekte ve kendi milletleri için Hay adını kullanmaktadırlar. Esasen Ermeni adı millet adı değil, yüksek mıntıka, dağlık yöre anlamındaki eski Urartu (Uru-Atri) değimi yerine M.Ö. 518 de Dara'nın kaya kitabesinde ilk defa, coğrafya anlamında anılan bir addır. Bugün Ermenistan Ermenileri kendileri için Hay, Ermenistan için Hayastan adını kullanmaktadırlar. Bu hususta ileriki konularda, geniş bilgi verilmektedir.
10- Günaltay, Yakın Şark II, Anadolu, s. 263.
11-  Günaltay, a.g.e. s. 263.
12-  Togan Giriş I, s. 401.
13-  Mızı-Ulu, İ., a.g.e. s. IX.
14-  Herodot Tarihi, Remzi Kitabevi, Müntekin Ökmen çevirisi, İstanbul 1991,I.104-110
15-  Herodot Tarihi, Vll, 96.
16- Herodot Tarihi, IV. 37-40.
17- Ksnophon, Anabasis (Onbinlerin Döünüşü), Hürriyet Yayınları,İstanbul 1974, s.141-143).
18- Kafesoğlu, İ.Türk Milli Kültürü, Boğaziçi yay. Ist. 1988, s.149.
19- Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.149.
20- Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.148.6.
21- Kafesofğlu, Türk Milli Kültürü, s.148.
22- Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 150.
23- Bu ad, Azerbaycan'ın (19. yy.) ünlü şairi Mirza Ali Ekber Sabir'in adına giire verilmiştir
24- Yavuz, Edip, Tarih Boyunca Türk Kavimleri, s. 45.
25- Erzen A., a.g.e. s. 18.
26- Günaltay, Yakın Şark ll, Anadolu, s. 267.
27- Erzen, a.g.e. s. 15.
28- Erzen, a.g.e. s. 16.
29- Günaltay, Yakın Şark II, Anadolu, s. 265.
30- Sümer, Oğuzlar, Ana Yay. İstanbul 1980, s. 558.
31- Sümer, Oguzlar 1980, s. 559.
32- Togan, Giriş I, s. 469.
33-  Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Kültür Bak. Yay. Ankara-1975 s.155-156.
34- Günaltay, Yakın Şark II, Anadolu, s. 265.
35-  Eberhard, W., Çin'in Şimal Komşuları, Ankara 1942, s.80; Ögel, Prof. Dr. Bahaddin, Türk Mitolojisi I, s. 21.
36- Ögel, Türk Mitolojisi I, s. 21
37- Togan, Giriş I, s. 148,
38- Togan, Giriş I, . 452
39- Togan, Giriş I, s. 12.
40- Yavuz, Edip, Tarih Boyunca Türk Kavimleri, s.103.
41- Ögel, Türk Mitolojisi l, s.2l-22.
42- Ögel, Türk Mitolojisi l, s,22.
43- Ögel,Türk Mitolojisi I,s.484.