6 Ağustos 2014 Çarşamba

TİMUR - CENGİZHAN - ULUĞ BEY - BABÜR ŞAH









"Timur Türkçe konuşurdu... Timur Türkleşmiş Moğoldu... Diğer görüş ise, Timur tamamen Türktür, Barlas aşiretindendir....
Uluğ Bey torunudur... Cengiz Han soyundan gelmiyor, özellikle kendisini ona bağlıyor, Türkler de Emir , Moğollarda Han denir.  Saygı görebilmek hükümdar olabilmek için soy önemli bu yüzden Timur soyunu Cengiz Han'a bağlıyor... Moğollar ile Türkler arasında ayrım yok...  13.yüzyıla kadar Türkçe Moğolca ayrımı yapamıyorlar,  orada yaşayanlar için aynı dil gibi görünüyordu. Çin kaynaklarında Moğollar Türkler gibidirler diye geçer. Moğollar daha doğuda yaşıyordu, Türkler terkedince  o bölgeye geliyorlar. Cengiz Han Moğoldur, devlet geleneği Türk yapısıdır... Ordusunun büyük bir kesimi Türklerden oluşuyor... Zaman içinde Cengiz Han Türkleşiyor ve Türk olarak kabul edilir. Yalnız Cengizhan'ın mensup olduğu Börteçine (kurt prensliği) sülalesinin Türk olma ihtimali vardır. "Türkler bin boydur, bu bin boyun biri de Moğoldur." Moğollara farklı dillerde mongol denilmesi haksızlıktır. Cengizhan'ın oğlu Çağatay, biz dilciler arasında Çağatay Türkçesi deriz. Çağatay Türkçesi ile yazılmış bir sürü yazıtlar çıkıyor.  Alfabe olarak arapça kullanılmış. Hindistan'daki Babür imparatorluğu'nun soyu hem Cengiz Han  (oğlu Çağatay Han yoluyla) hem de Timur'a dayanır. 

Prof.Dr.Ahmet Taşağıl


***


Babür ve evlatları, son Timurlulardır. Onların Şeybarıller karşısında tutunamıyarak, Türkistan'ı terkedip, şanslarını Hindistan'da denemeleri, Türk tarihinde ender rastlanan bir olay değildir. Ama oniki bin kişilik orduyla yaklaşık yüzbin kişilik bir orduyu yenip, 300 yıl ayakta kalan büyük bir imparatorluk kurma"ıarı, çeşitli Türk kabilelerinin değişik ülkelerde devlet kurma denemesinden çok farklıdır. Eyrıca Oğuzların Türkiye'de kurdukları devletten sonra, Türkistan sınırları ötesinde kurulan en uzun ömürlü imparatorluktur. Gerek Batı literatüründe ve gerekse Türkiye'de Batıyı taklit eden bazı kişilerin yanlışlıkla "Moğol" veya "Büyük Moğollar" dedikleri Babürlüler'in doğru adı, "Büyük Mugallar"dır. Yine işin uzmanı olmayan bazı kişiler Moğol, Moğul ve Mugal'ı birbirine karıştırmaktadırlar. Moğollar'ın kim oldukları bilinmektedir. Moğul veya Moğıllar, Türkistan'da Şeybanllerden koparak Kazak halkının şekillenme arefesinde Yedisu ve civarında yaşayan Türkler'dir. Mugallar ise, Hindistan'a geçerek orada bir Türk devleti kuran Timurlulardır. ...

Babür, Türk hükümdarlar arasında divanı olan tek şair sultan değildir. Ama hatıralarını kaleme alan tek Türk hükümdardır. Onun bir diğer ve daha önemli özelliği ise, kitapta da okuyacağınız gibi, Türk halkının kendine özgü bir alfabesi olması gerektiğini düşünen, bu amaçla Sığnak runik alfabesini modernize ederek yeni bir alfabe geliştiren tek Türk hükümdan olmasıdır. Onun dışında tarih boyunca, bu milletin de kendine ait bir alfabesi olması gerektiği görüşünü savunan bir padişah çıkmamıştır.

D. Ahsen Batur
Son Timurlu-Pirim Kadirov (2004) kitabının önsözünden




***


Uluğ Bey Gözlemevi 1428-1429.... 
İlkler dahil bütün gözlemevleri Mezopotamya ve Doğu'dadır
"Avrupa'ya ilk kez Uraniborg adasında Danimarka 
Kralı II.Frederick tarafından 1576 da kurulmuştur" 
der Britannica Ansiklopedisi, 
lakin 
Avrupa'nın ilk gözlemevi 1467-71 yıllarında 
Oradea Romanya'da kurulmuştur. 
Türklerin yoğun olarak gittiği yerlerdir; 
İskitler-Hunlar-Avarlar-Kıpçaklar- Osmanlılar





***





Uzay ve zamanda bir yolculuk...

İnsanoğlu önce, yaptığı işlere değer verdi, sonra bunlar için süre oluşturdu. Mevsimlerin değişimini, Güneş ve Ay’ın evrelerini, yıldızların hareketlerini takip etti. Bunlara bakarak, zamanı saatlere, günlere, aylara, yıllara böldü; ve bir takvim yaptı..!


Semerkant’ta Uluğ Bey’in başlattığı yolculuk 3 asır sonra Londra’da, Greenwich’te sona erdi. Uluğ Bey’in hazırladığı “Zic”, modern zamanların en kapsamlı gökyüzü atlasıydı. Onun sayesinde takvimler yapıldı, müneccimler geleceği okudu. Zic, dünyayı değiştirdi.

Eski çağlardan Osmanlı’ya, güneş saatlerinden günümüze uzanan bir yolculuk...

Uluğ Bey'in 1420'de Semerkant'ta kurduğu rasathane dönemin saygın gökbilim merkeziydi. Buradaki gözlem sonuçlarına göre hazırlanan Zic, 1800'lere kadar, zaman ölçümünün temel kaynaklarından biri oldu. Semerkant rasathanesi yıkılırken Uluğ Bey'in değerli mirasını Ali Kuşçu İstanbul'a taşıyacak, ardından Takiyüddin'in kurduğu rasathane bu mirasın rehberliğinde gökbilim çalışmalarına devam edecekti. O dönemlerde İstanbul kabul edilen “Sıfır Meridyeni” 400 yıl sonra Greenwich'e taşınırken, Uluğ Bey'in ölümsüz eseri önemini hiçbir zaman yitirmedi.

“Zamanın Efendileri” isimli belgesel Uluğ Bey’in çizdiği “Yıldızlar Kataloğu”nun izlerini takip ediyor. Gökyüzüne ilk defa “bilimsel merakla” bakan gözlerin olağanüstü öykülerini anlatıyor. “Zaman”, “uzay”ve “yaşam” arasındaki kesişme noktalarını keşfediyor. Takvimlerin ve müneccimlerin gizemli dünyasına giriyor. 



Orhan İktu’nun hazırladığı, Ahmet Yeşiltepe’nin sunduğu “Zamanın Efendileri” belgeselinin birinci bölümünde Uluğ Bey;
İkinci bölümünde Ali Kuşçu ve Fatih dönemi İstanbul ; Üçüncü bölümünde Greenwich....




(in this book they called him as an Arabian! more lies..!  He is Turkish.
Bu kitapta onu Arap diye tanıtıyorlar ama Uluğ Bey'in ölçümlerini veriyor)




To create Greenwich, they used ULUGH BEG "ZIC"



"Greenwich tasarısında Uluğ Bey'in "ZİC" ölçütleri  ve 
Ahmet Rüstem Bey ya da Alfred Bilinski (1862 - 1935), diplomat, siyaset adamı, gazeteci, yazar, Türklerin soykırım yaptığını reddeden Osmanı Devleti’nin ilk Washington Büyükelçisi, TBMM 1.Dönem milletvekili)


"Uluslararası Meridyen Konferansı"na , ABD Başkanı Chester A. Arthur’un davetlisi olarak dünyanın büyük bölümünü oluşturan 25 ülkeden 41 delege katılmıştır ve bu resmi toplantının kayıtlarında ‘Turkey’ olarak yazılan Osmanlı İmparatorluğu’nu, Ahmet Rüstem Efendi temsil etmiştir.


Kendini hep ‘cihan’ devleti kabul eden Osmanlı Devleti Washington Konferansı’nda da yerini ilk alanlardan biridir. Osmanlı Devleti, genel olarak uluslararası saate ve bir başlangıç meridyenine itiraz etmedi. Ancak bazı şerhleri vardı. 21 Ekim 1884 günü Rüstem Efendi, toplantı notlarını okuyacak herkesin hayran kalacağı diplomatik ve zarif üslubuyla Osmanlı’nın şerhini kayıtlara özetle şöyle geçirmişti:


"Sayın Başkan, herkesin faydasına olacak bu kadar önemli bir konu olan evrensel saat uygulaması ile ilgili değerli tartışmaları dinledim. Hükümetimin görüşlerini net olarak kaydetmek için bazı hususlara vurgu yapma ihtiyacı duyuyorum. Mevzuyu bilimsel cihetiyle tartışmayacağımı da hususan vurgulamak isterim.’’


Rüstem Efendi büyük ülkeler için evrensel saat uygulamasının gerekli küçük ülkeler için uluslararası ticaret hariç çok da gerekli olmadığını vurguladıktan sonra  şöyle devam etti; 


"Bizim ülkemizde biz iki zaman konsepti kullanırız. Biri, günün gece yarısından gece yarısına sürdüğü Frenk saati (heure à lafranque), diğeri ise günün günbatımından(mağrib) günbatımına sürdüğü Türk saati (heure à la turque). Öğle saati güneşe göre mevsime göre değişir. İstanbul’da saatler, bir günde en fazla 3 dakika olmak üzere mevsimine göre farklılıklar sergiler. Milli ve dini karakterimiz, bu saat anlayışımızı tamamen terk etmemize müsaade etmez. Ahalimizin büyük bölümü tarımla iştigal eder ve zamanlarını günbatımına göre ayarlamayı tercih eder. Kaldı ki Müslüman ibadetleri de günü günbatımına göre tanzim eder. Donanmamız her ne kadar Frenk saatine tabi olsa da ülke olarak dahili yaşantımızda kadim saat anlayışımızı terk etmemiz mümkün değildir. Bu minvalde reyimi, ‘uluslararası ilişkilerle sınırlı olmak kaydıyla’ evrensel saatin kabulünden yana kullanacağımı ilan ederim. Sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederim.’’ 


Başlangıç meridyeni olarak Greenwich’in seçilmesinin bilimsel hiçbir sebebi yoktur. Bu seçim tamamen politik ve daha çok da ekonomik nedenlerle yapılmıştır. Zira, 1884 yılı itibarı ile dünya deniz ticaretinin % 72’si, dünyanın o anki süper gücü olan İngiltere’nin Kraliyet Gözlemevini saat olarak baz almaktadır. Birleşik Krallık heyetinde yer alan Fleming, Greenwich’ in dünya saatinin ayarlanacağı nokta olması için bastırınca başlangıçta delegelerden epey direniş görmüştü. Fransa ve Almanya delegeleri bu konunun konferans gündemine alınmasını bile istemiyorlardı. Rüstem Efendi de ‘Greenwich’ merkezli küresel saatin, İngiltere, ABD, Kanada, Rusya gibi endüstriyel ve emperyal güçlere yarayacağını, küçük ülkelerin kendi kültürel ritimlerini ve yaşamlarını düzenleme güçlerini eriteceği tezini birkaç kez kayda geçirmiştir.


Sonunda, Greenwich’in ‘başlangıç meridyeni’ olması, Osmanlı’nın istediği şekilde -bilimsel çalışmalarda kullanılmakla sınırlı olması kaydıyla- 1’e karşı 22 oyla kabul edildi. 25 ülkeden sadece San Domingo red oyu kullanmış, Fransa ve Brezilya çekimser kalmıştı.


Greenwich’in temel saat olmasının, günlük hayata adapte olması on yılları buldu. James Joyce’un o yıllarda yazdığı ‘’Ulysses’’ romanındaki Leopold Bloom’un sürekli saatle sorun yaşaması bundandır.


Greenwich, kısa zamanda ‘küresel sistemin’ sembollerinden birine dönüşünce, 20. yüzyılın başındaki anarşist hareketlerin de hedeflerinden biri oldu. Washington Konferansından 10 yıl sonra 1894 senesine Fransız anarşist Martial Bourdin, Greenwich Gözlemevine bombayla saldırıp kendini havaya uçurdu. Roman yazarı Joseph Conrad’ ın 1907 tarihli ‘The Secret Agent’ romanı bu bombalı saldırıdan ilham aldı. Romanda, bir gizli ajanın, İngiliz orta sınıfını aptal hayat-mesai düzenlerinden uyandırmak için Başlangıç Meridyenine bombalı saldırısı anlatılmaktadır.


Zaman içinde Washington Konferansında katılan 25 ülkeden 24’ü, konferansta her ne kadar ‘bilimsel çalışmalarla sınırlı olmak üzere’ kaydı olsa da GMT’yi evrensel saat düzeni olarak kendi ülkelerinde de kabul ettiler. Son ülke yani Türkiye ise Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından sonra 1926 yılında, Greenwich’i saat düzeni olarak kabul edip, Greenwich’e göre 30’ncu derecede bulunan meridyeni de Türkiye’nin ulusal dahili saati olarak kabul etti. Gün batımını ‘gece 12’ yani günün son saati kabul eden kadim saat tarih oldu. Greenwich, dünyanın doğasına ait değil ya da bilimsel bir kabule dayanmıyor. İngiltere’nin sözünün geçtiği bir dünyanın ürünüdür.


ayrıntılar için:







Osmanlı biliminin öncülerinden olan Takîyüddîn (1521-1585) matematik, astronomi, fizik, optik, mekanik ve tıp konularında pek çok yapıt kaleme almış çok yönlü bir bilim insanıdır. Bilim tarihinde dikkat çeken diğer bir başarısı ise İstanbul Gözlemevi’ni kurmasıdır. 


Türk bilim tarihinin dönüm noktalarından biri olan bu girişim ne yazık ki basit siyasi çekişmelere alet edilerek kısa süre içerisinde başarısızlığa uğradı. Özellikle de gerektiğinde siyasilerin beceriksizliklerine dinsel gerekçeler hazırlamakta tereddüt etmeyen Şeyhülislâm Kadızâde’nin “gözlemevleri, bulundukları ülkeleri felakete sürükler” şeklinde fetva vermesi Türk bilim tarihinin gelişimi açısından tam bir şanssızlık olmuş, bugünkü Kandilli Gözlemevi’nden önce Osmanlı Devleti’nin tarihindeki tek gözlemevi olan İstanbul Gözlemevi 1583’te yıkılmıştır. Böylece yaklaşık bir yüzyıl öncesinden başlayarak gittikçe yükselen entelektüel kültür hareketi hız kesmeye başlamış, Osmanlı topraklarındaki bilim ve felsefe rüzgârı dinmiştir.


Prof.Hüseyin Gazi Topdemir, PDF
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi 





"Chief Astronomer Taqi al-Din was born in 1526 to a family of Turkish descent in Damascus. " 


Died in İstanbul-1585
source:Hoffmann, Dieter; İhsanoğlu, Ekmeleddin; Djebbar, Ahmed; Günergun, Feza. Science, technology, and industry in the Ottoman world in Volume 6 of Proceedings of the XXth International Congress of History of Science s. 19. Publisher Brepols, 2000. ISBN 2-503-51095-7










Taqī al‐Dīn was the founder and the director of the Istanbul Observatory and worked in the fields of mathematics, astronomy, optics, and mechanics. He made various astronomical instruments and was the first astronomer to use an automatic–mechanical clock for his astronomical observations. He advanced the arithmetic of decimal fractions and used them in the calculation of astronomical tables.

Taqī al‐Dīn Abū Bakr Muḥammad ibn Zayn al‐Dīn Maʿrūf al‐Dimashqī al‐Ḥanafī
İhsan Fazlıoğlu - PDF









 " Bu tip olaylar bir ulusun medeniyet ölçüsüdür."

Türk Tarihi konuşulmadan Dünya tarihi anlaşılmaz.
Dünya tarihinden Türk çıkarılırsa da Tarih kalmaz !

SB.