30 Temmuz 2014 Çarşamba

ALMANLAR-TÜRKLER-ATİLLA-GOTLAR





Her fırsatta Türk Düşmanlığı yapan...ve Sözde Ermeni Soykırıma herkesten çok destek olan Almanlar uzun bir süreden beri köklerini arıyorlardı... Deutscher Reich den beri Hitler ile bile çok paralar akıtıp Çin'e Hindistan'a Bilim adamalarını, İstihbarat elemanlarını gönderip köklerini aradılar... Kayıp Şehir Shambala'dan bile medet umdular...

Bakınız vardıkları noktaya...demek oralarda öğrendikleri bunlara şok geçirtmiş olacak ki, her şeyi ters yüz ederek tarih ile oynamaya başladılar... Tarih Bilimcileri ve araştırmacıları bilirler ki en fazla Türk Tarihi üzerine oyunlar oynanır. İşte bakınız Almanya'nın en ciddi Siyasi Dergisi "Der Spiegel" (aynı zamanda bu dergi Alman İstihbaratının da bir nevi sözcüsüdür)... bakın Kapak Resmine ne basmışlar ve ne yazmışlar... T.Can





"Atilla ismi bir German İsmidir" ...  yani "Atilla bir Germendir"....!
diyor kapakta...

Ha gayret, Atalarınızın Türk olduğunu söyleyin de 
bitsin bu entegrasyon saçmalıkları...
T.Can




TÜM DÜNYANIN TÜRK DİYE BİLDİĞİ, İTİRAF ETTİĞİ ATİLLA'YI 
SİZ KALKAR DA "O BİR GERMENDİR" DERSENİZ ;
BU DÜPEDÜZ "BİZ DE TÜRKÜZ" DEMENİN 
ÖTEKİ ADIDIR.



yapılan yorumlarda "tebrik eden" bile var... 
:D

:)



Almanların Ön Ataları Gotların tüm efsanevi Krallarının isimlerinden bazıları... 

Adolf isminin bile Ataulf dan gelmesi ve bunun almanca  Edelwolf yani "En asil Kurt" yani "Bozkurt olması... 

Batı Gotlarının en efsanevi Kralı Athanerik ve Doğu Gotlarının en Efsanevi Krallarının isminin Ermanerik /Hermanerik olması...

Almanca "KURT" adının Almanca bir anlamı yoktur. Bizdeki, düpedüz "Kurt"tur o.

Hem Atilla ismi ve kendisi Germendir diyorlar, sonra bir yerinde yazmışlar ki Germen ismini Sezar uydurdu :)

Ek bilgi: 

"Ben bir asilzadeyim..troyalı Eneyin torunuyum, adım Kay Yul Sezar'dır" ... Roma senatosunda Sezar'ın kendisini takdimidir... Sezar kadim latince de sezgileri güçlü olan demektir yani "Sezer"  Kaynak Prof.Dr. Firudun Ağasıoğlu Celilov "Etrüsk Türk Bağı" kitabı- Azerbaycan. ((Rus arşivlerinden çıkarılmıştır)) Ayrıca Etrüsk ve Schliemann'ın Troya buluntularında Kayı boyu tamgalarına rastlanır. Bulgarların atası bile Kayı boyundandır. Türktür.

*Peki Attila ismini neden kullanmadıklarını onlara sormak gerek?

*Dergide diyorlar ki ,Atilla ismi germence de "atacık" demekmiş "väterchen" ; 

O zaman niye bu isim o şekilde Almancaya geçmedi? Ayrıca bu isim germence şekliyle bile Türkçedir.  Ata olarak zaten bu iddiayı tek bir "dangalak bilimadamı" ortaya atmış.  :)  

Atilla'nın gerçek ismini bile bilmiyorlar aslında, ona  Atil / Etil / İtil / İdil  yani şimdi ki Volga Irmağı'nın diyarından geldiği için ona Atilli /Atilla dediler.



"CERMENLERIN ATALARI TÜRKTÜR", 
ve bunu söyleyen Alman dil bilimcisi Klaus H. Dieckmann'dır: 
Die türkische Urverwandtschaft - kitap
"Die griechischen und römischen schriftsteller hinterliessen in ihren abhandlungen über die Germanen nur viel Vages und Tendenziöses. So idealisierte Tacitus in seiner "Germania" die ureinwohner mittel-und Nordeuropas, obwohl sie doch keine zivilisatorischen lesitungen aurzuweisen hatten. Auf die İdee, dass Germanen un Türken verwandt sind, kam niemand. Als ich ich mich mit der türkischen sprache beschäftigte, fielen mir immer mehr grammatikalische und lexikalische ähnlichkeiten auf... Ich gehe davon aus, dass unsere vorfahren den Türkenvölkern anghörten, die durch die indoeuropäer aus dem süden überschichtet wurden. Ihre sprachen müssen einer alten sprache entstammen, die die mutter aller europäischen sprachen war."


*Germen/German kelimesi Türkçedir

aslında Hermen / Ermen=  Er Kişi  demektir
Aynı Herakles'in Erakles olması , Hektor'un Ektor olması gibi...
Ermeni'nin  Türk boyu Erman'dan gelmesi gibi...
Çünkü dünyanın Ermeniler adı altında tanıdığı topluluk Hayk'tır. 

(Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu'nun makalesinden: Ermeniler kendilerine Ermeni demez Hayk der! ve Türk devletlerinde Erman/Arman toponimleri)




"En büyük hata ve inanmak istemeyişimizin sebebi, 
Türk Tarihini ve Atayurdunu alıp 
Dünyanın en Doğusuna attığımız içindir ... 
oysa Türklerin gerçek Ata Yurdu İlk Ata Yurdu 
Anadolu / İran ve Azerbaycan üçgenidir ve 
buradan yayılmalar gerçekleşmiştir. 
İkinci Atayurd ise Altay'dır."
T.Can - Almanya




"Gotlar german boylarına aid olmayan başqa bir toplulukdur. İşte gottları german boylarına mal etmek alman tarihçiliyinin sahtekarlığıdır. Hiç bir antik yazar gottları german tayfalarına aid etmemiş ve her zaman da gottları germanlardan ayırmıştır. Gottların dili de ayrıydı, Got dilinin Almancaya yakın olmasını isbatlayan guya ki, kanıt XVII yy. sahtalaşdırılmış episkop Ulfilaya mal edilen "Gümüş Kitaba" dayanır.  Bu kitabın da yazıldığı mürekkeb ise XVI y. icad olunmuşdur..! Yani III yy. yaşamış Got episkopuna aid edilen "Gümüş Kitab" aslında kayb olmuş, ama bu gün Ulfilaya mal edilerek orijinal gibi sunulan saxta "Gümüş Kitab" ise XVII y. Almaniya'da Rozenkreyser tarikatının monastırında yazılmışdır.

Got tarihi konusunda yazmış ve aslen Got olan Romalı yazar Yordanes "Gotların Hun isimleri aldığını" yazmış. Ve hunlarında gotların kadınlarının cinlerle cinsi ilişkisinden dolayı peyda olduklarını da kayd etmişdir :)  Yani gotlarla hunların akraba olduğunu ima etmiş. Gotlar bütün Avropaya ve hatta Kuzey Afrikaya da yayılmışlar. En çok da İspaniyada yerli halklarla karışmışlar. Almanların da etnogenezinde rol almışlar, ama almanlar kendilerine German deyirlerse, o zaman gotlarla direk bağları yoktur. Yordanes kitabını çok imalı şekilde yazmış. Çünkü Roma sansüründen geçsin diye. Bir çok bilgileri satır altı kavranılır.  Gotların İskitlerin bir kolu olduğunu yazar. 

Bu kol Balkanlardan Skandinaviyaya köç etmiş ve daha sonra Doğu Avropa steplerine inmişler. Mühtemelen İskitlerin bu kolu Skandinaviyada kaldıkları zaman yerlilerle de karışmışlar. Roma sansüründen keçsin diye Hunlar konusunda bu tür negatif bilgiler vermiştir. Got tarihi sahtalaşdırılmış. Bu işin arkasında Rozenkreyser (gül ve haç) tarikatı durur. Bu gün elde olunan got metinleri aslında onlar tarafından uydurulmuş ve güya ki, klasik almanca gibi sunulur.  Yani elimizde gerçek got metinleri yok ve bu yüzden gotca ne gibi bir dil olduğunu söylemek de zor. Yalnız Yordanes (Jordanes) ve diğer romalı yazar Prokopi'yin  (Procopius) yazdıklarında bir takım gerçek gotca kelimeler vardır.  Bunlar da etimolojik olarak Türkçe sözlerdir."


Elşad Alili / Türkolog/Dilci - Azerbaycan


JORDANES



***


The Early Germans
by Malcolm Todd



Who, then, were the Germani; where and when did they originate? The first point to be made is that they had no collective consciousness of themselves as a separate people, nation or group of tribes. There is no evidence that they called themselves ‘Germani’ or their land ‘Germania’. These were terms applied by writers in the Mediterranean world and they can be traced with certainty no further back than the time of Poseidonius. The meaning and origin of the word ‘Germanus’ are unknown, but it is certain that the term was not in general use among the early Germans themselves. 

By the time of Julius Caesar in the mid-first century bc, ‘Germanus’ and its derivatives were well established and Caesar himself clearly thought that no further explanation was required. The tradition which was current when Tacitus collected information for the Germania in the late first century ad held that the name was originally borne by a group of people who crossed the Rhine from the East, drove out the Gauls from a region in eastern Belgium and settled there, later becoming known as the Tungri. What had originally been the name of a single tribe became the name by which all the related peoples were known. 


There is no evidence which goes to support this derivation of the name ‘Germani’, though there is nothing inherently implausible in Tacitus’ account. The Roman name for the Greeks, ‘Graeci’, comes from the little tribe of the Grai, and the name applied by the French to the Germans, ‘Allemands’, from a single Germanic group, the Alamanni. The linguistic origins of ‘Germani’ are also obscure. It is not even clear which language supplied the name. Celtic, Germanic, Latin and Illyrian have all had their supporters. All that is reasonably certain is that a member of a German tribe, when asked about his or her affiliations, would have answered ‘Langobard’, ‘Vandal’, ‘Frisian’ or ‘Goth’, not ‘Germanus’....


The peoples known to the Classical Mediterranean world as the Germani were relative latecomers to history. Mediterranean writers knew little of the peoples who inhabited north and central Europe before the second century BC. The earliest surviving references to those peoples make no mention of Germans. In the fifth century BC, the Greek world was conscious of a major barbarian people in west and central Europe; it called them Keltoi (Celts). Heredotus relates that they were the most westerly of European peoples and that the Danube had its source in their territory. He also knew about the nomadic Scythians on the steppes of western Russia, far more indeed than he knew about the Celts. Hekataeus also mentions Celts, in the eastern Alpine region known as Noricum (now mainly occupied by Austria). But neither Herodotus nor Hekataeus refers to Germans, or other major barbarian peoples. A century later, Ephorus named the four great barbarian nations known to him: Celts, Scythians, Persians and Libyans. By the late fourth century BC, knowledge of the remoter parts of Europe was growing. At some date, probably about 320, Pytheas of Marseilles sailed around Britain and along the north European coast, possibly rounding Jutland and entering the western Baltic. His journey was so astonishinh and achievement that contemporary and later writers refused to believe his account, and what survives of it amounts only to quotations by others. Much of what Pytheas is said to have recorded is geographically reliable, though it is scanty on the northern European mainlaid. He is chiefly of interest to us because he may have been the first Mediterranean observer to distinguish Germanoi from Keltoi.

In the two centuries after Pytheas' voyage, remarkably little was added to the canon of information on the northern peoples. The first clear indication of peoples who were distinct from the Celts and who came from far to the north of them was registered late in the second century BC, when a huge and miscellaneous throng of northerners, including Cimbri and Teutones, swept southward and endangered the northern frontiers of the Roman world. At about this time, in his Histories, Poseidonius of Apamea distinguished the Germans from the Celts and the Scythians. It is known that Poseidonius visited Gaul and northern İtaly, but he clearly had no first-hand knowledge of lands and peoples further north. His sources can only be guessed at, but we should not assume that they were outstandingly well informed. Nor should we assume that what Poseidonius wrote about the Germans had a powerful influence on later writers such as Caesar and Strabo, as many modern scholars have done. That his information was used is certain, but by the first century BC where will have been other sources for the northern peoples. A generation after Poseidonius Rome was to come into contact with the western Germans, thus inaugurating a long relationschip which would lead ultimately to the transformation of Europe.


Roman arms were the first carried to the Rhine, and in two brief campains, beyond it by Julies Caesar. His Commentaries on his conquests in Gaul provide us with our first sight of material conditions among the Germans. Caesar's sketch of Germanic society and political organization is executed with a few bold strokes. Though it must be accepted as the earliest coherent picture we possess of Germanic society, it is clearly based upon knowledge of a relatively small part of Germania, that part which Caesar himself saw in the valley of the Rhine and immediately to the east of it. The tribes he mentions are those established at that date in the broken terrain within 100 kilometres of the Rhine (the Suebi, Tencteri, Usipetes) or on the river itself (Ubii, Menapii). No information about the peoples of the interior had reached him and it is difficult to see what sources could have supplied such information at that date. Of the German tribes which Caesar describes the largest and most powerful were the Suebi. 




***

Tacitus Germania önsözünden

Klasik Akdeniz uygarlığında "Germani (Germanialılar)" olarak bilinen topluluk tarih sahnesine geç çıkmıştır. MÖ.2.yüzyıldan önce antikçağ yazarları orta ve kuzey Avrupa'da yaşayan bu insanlar hakkında çok az şey biliyorlardı. O zamandan günümüze ulaşmış hemen hemen hiçbir kaynakta Germanialılar hakkında bilgi yoktur.  

Yunan ve Roma uygarlıklarının kendilerinden olmayan kavimler hakkındaki bilgileri şöyle bir tarihsel seyir izlemiştir: Yunanlılar daha MÖ 5.yüzyılda, orta ve batı Avrupa'da Keltoi (Keltler) adını verdikleri barbar bir kavmin olduğunu biliyorlardı. bu konudaki kaynaklarımızdan biri olan Heredotus bu kavmin Avrupa'nın en batısında yaşadığını ve Danuvius nehrinin onların topraklarından doğduğunu aktarır. Yine göçebe bir kavim olan Scythiai (İskitler) kavminin ise Hippoleus (bugün Ukrayna'da bulunan Nikolaev şehri) burnundaki bozkırlarda ve Keltlerden uzak diyarlada yaşadıklarını belirtir. Hecataeus ise doğu Alplerdeki Noricum bölgesinde yaşayan bir Kelt kavminden bahseder. Ancak ne Herodotus ne de Hecataeus Germanialılardan ve diğer barbar kavimlerden söz eder. MÖ 4.yüzyılın sonlarına gelindiğinde Avrupa'nın ırak köşeleri hakkındaki bilgilerin de artmaya başladığı görülür. MÖ 320 yılında Massilia (Marsilya) adlı bir Yunan kolonisinde doğan Pytheas, Britanya 'nın ve Jutland Yarımadasının etrafını dolaşır ve kuzey Avrupa sahilinden geçerek batı Baltık denizine doğru yelken açar. Yaptığı gezi o kadar hayret vericidir ki, hem o çağın hem de sonraki çağların yazarları inanmakta güçlük çekerler. Bu gezinin günümüze ulaşan notları sadece diğer yazarların aktarımlarından ibarettir. Buna karşın Pytheas'ın yaptığı coğrafi tanımlar inandırıcıdır. En önemlisi de Germanoi ırkını Keltoi ırkından ayırt eden ilk yazar Pytheas olabilir.

Keltler dışındaki başka halkların tanınmaya başlanması, MÖ 2.yüzyılda en kuzeyden gelen, aralarında Cimbri ve Teutones kavimlerinin de bulunduğu kalabalık bir kuzeli topluluğun güneye doğru göç etmesi ve Roma dünyasının kuzey sınırlarını tehdit etmesiyle başlar. Bu tarihlerde Apamealı Poseidonius historiae adlı eserinde Germanialıları Keltler ve İskitlerden ayrı tutar. MÖ 1.yüzyıl başlarında kuzeyli insanlar hakkında daha fazla kaynak ortaya çıkar.

Roma orduları Thenus nehri civarında ilk kez Julius Ceasar önderliğinde yerleşmiştir. Gallia'yı fethini anlattığı Commentarii de bello Gallico eserinde Germanialılara ilişkin bilgileri ilk kez Julius Caesar verir. Bu açıdan Commentarii de bello Gallico önemli bir eser olmasına rağmen, Caesar'ın Rhenus vadiisnde ve onun doğusunda bizzat gördüğü yerler Germania'nın ancak çok küçük bir bölümüdür ve Germania halklarını ayrıntılarıyla tanımamıza yetmez. Çünkü Ceasar'ın söz ettiği kavimler o tarihte Rhenus nehri vadisinde ve Rhenus nehrinin doğusunda yaşayan kavimlerdir. Bu nedenle orta ve kuzey Avrupa'da yerleşik diğer Germanialı kavimler hakkında herhangi bir bilgi içermez. Caesar'a göre Germanialılar Romalıların daha evvel hiç karşılaşmadıkları ölçüde vahşi ve uygarlaştırılmaları mümkün olmayan ilkel insanlardı, üstelik Roma sınırları içinde bulunan Gallia'yı da sık sık tehdit ediyorlardı.

Augustus ve Tiberius'un imparatorlukları zamanında yazan Strabo'nun Germanialılar hakkında Caesar'dan daha çok şey bilmesi şaşılacak bir durum değildir. Strabo, Albis nehrine kadar olan kavimler hakkında da bilgi verir. Ancak Albis nehrinden yukarısı ve okyanusa (Baltık Denizi) kadar olan bölgelerin bilinmediğini de ekler. Sahilden doğuya doğru Hazar denizinin ağzına kadar ulaşan nehirlere deniz yolculuğu yapan kimseyi tanımadığını, Romalıların da Albis nehrinin ötesini daha keşfetmediklerini ve kara yoluyla da henüz bir yolcuğun yapılmadığını söyler. Strabo'nun eserini yazdığı dönemlerde Albis nehrinin ilerisine ve Bohemia'ya konuşlandırılan Roma askerlerinin sayısının artmasıyla birlikte, Germanialılar hakkındaki bilgiler de giderek çoğalmaya başlar.

Germanialıların Romalılar üzerinde yarattığı korku ve dehşet Valleius Paterculus'un eserlerinde de açıkça görülebilir. Valleius'a göre Germanialılar insan görünümüne ve konuşma yetisine sahip olmakla birlikte, insanlık dışı varlıklardır. Bu insanlar ne kanunlarla ne de uygar sanatlarla yönetilebilir.

Günümüze ulaşmayan ve kendimizi bu konuda şanssız saymamız gereken başka bir eser de Yaşlı Plinius'un yazdığı Bella Germaniae'sıdır. Rhenus nehrinin hem aşağı hem de yukarı bölgelerinde görev yapmış bir asker olan Yaşlı Plinius'un, meraklı bilim adamı kimliği de göz önüne alınacak olursa, söz konusu eserinde Germanialıların yaşamı ve gelenekleri hakkında pek çok önemli bilgi aktardığı düşünülebilir. Tacitus da Germania adlı eserinde büyük olasılıkla Plinius'un bu eserinden yararlanmıştır. Plinius'un eserinden sonra MS 98'de Tacitus Germania adlı eserini yazıncaya dek Germanialılar üzerinde başka hiçbir eser kaleme alınmamıştır. Ancak bu süre içinde kuzeyli halklarla ilgili bilgiler önceki yıllara oranla artmış ve Germanialılar ile temasa geçen Romalı askerlerin yazdığı günlükler yayınlanmamış olsa da, Roma'daki edebiyatçı ve tarihçilerin ilgisini bu kavimler üzerine çekmeyi başaarmıştır.

Bu bilgiler ışığında, Tacitus Germania'nın 2.bölümünde Germanialıların kökenini şöyle açıklar: "... Bazıları, eski bilgiler içeren belgelere bakarak, tanrı soyundan gelme daha birçok kavim bulunduğunu ve Marsi, Gambrivi, Suevi, Vandalii gibi daha nice soy adları olduğunu ve bunların gerçek ve eski adlar olduğu söylerler. Bununla beraber Germania adı yeni ve son zamanlarda kullanılan bir addır. Rhenus nehrini ilk geçen, Gallialıları yurtlarından kovan ve bizim şimdilerde Tungri diye bildiğimiz kavme  o zaman Germanialılar deniyordu. Böylece bir ulusa değil de, bir kavme verilen bu ad yavaş yavaş yayıldı ve ilkin galipler tarafından gözdağı vermek maksadıyla kullanıldığı halde çok geçmeden bütün soy kendisini yeni yaratılan bu adla, Germanialılar olarak anmaya başladılar.

Germania'nın Özeti
1-5. bölümler: Germania'nın coğrafı sınırları açıklanır ve bu coğrafyada yaşayan halkların neden diğer ırklarla karışmadan saf bir ırk olarak kaldıkları anlatılır. Daha sonra Germanialıların ulusal şarkıları, Ulysses efsanesi, Germanialıların fiziksel görünüşleri, topraklar ve yetiştirdikleri ürünler anlatılır.
6-15. bölümler: Germanialıların yaşam tarzları ve gelenekleri, silahları, süvarileri, savaş düzenleri, korkaklık ve yiğitlik anlayışlarıi krallarının, komutanlarının ve rahiplerinin yetkileri, tanrıları ve tapınma yöntemleri, kuşlara bakarak yaptıkları kehanetler, atları, teke tek dövüşleri, suçluyu cezalandırma şekilleri, savaşı tarıma tercih edüşleri ve liderlerine verdikleri armağanlar anlatılır.
16-27. bölümler: Tacitus Germanialıların yaşadıkları yerleri, giysilerini, evlilik kurumunu, kadınlarının iffet anlayışlarını, zina yapanlara verilen cezaları, çocukların eğitimini, yeme-içme kültürlerini, içkiye aşırı zaaflarını, sporlarını, kumara bağımlılıklarını, toprağı işleyişlerini, cenaze törenlerini ve konukseverlik anlayışlarını bizlere aktarır.
28-29. bölümler: Rhenus ve Moenus nehirleri kıyısındaki kavimlerden, Germanialı olup olmadıkları tam olarak bilinmeyen kavimlerden, Batavi kavminden ve aşar vergisinden bahsedilir.
30-37. bölümler: Chatti kavmini, bu kavmin savaşa düşkünlüğünü, Frisii kavmini, Frisii topraklarına yapılan keşif yolcuklarını, Chauci, Cherusci, Cimbri kavimlerini ve Romalılar ile yaşanan savaşları anlatır.
38-45. bölümler: Suevi kavminden, Suevi kavmini diğer kavimlerden ayrıan özelliklerden, en eski ve en şanlı Germania kavmi sayılan Semnones kavminden, dini törenlerinden ve kutsal korularından, Langrobardi kavminden, Danuvius ırmağı boyunda yaşayan kavimlerdne, Hermunduri, Marcomanni ve Quadi kavimlerinden, Nahanarvali kavminin Castor ve Pollux'un tapımına benzer tapınmalarından, Harii kavminden ve vahşiliklerinden, Gotones, Suiones kavimlerinden, Suiones kavminin yukarısındaki engin denizlerinden, Aestii kavminden ve topraklarında yetişen kehribarın yapısından ve Sitones kavminden bahseder.
46. bölüm: Peucini, Venethi, Fenni kavimlerini ve Fenni kavminin vahşi yaşamını anlatır.

Mine Hatapkulu, 2006
(M.Todd, The Early Germans'ı Çeviren) "Germania - Tacitus" kitabından



EK* "First attested in writings of Julius Caesar, who used Germani to designate a group of tribes in northeastern Gaul, of unknown origin and considered to be neither Latin nor Germanic." (etymology-link)

EK* "It is not clear, though, where the term comes from. One possible explanation is that the term simply means "all men". " (thoughtco-link)













"Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. 
Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır. "


Mustafa Kemal ATATÜRK

29 Temmuz 2014 Salı

LULUBİ ETNONİMİNİN KÖKENİ









GİRİŞ

Azerbaycan gerçekten eski kültür ocaklarından biridir. Bu nedenle eski zamanlardan bu bölgede yaşayan yerli halkın etnik mensubiyetinin öğrenilmesi gerekmektedir. Belirtmek gerekir ki, bu mesele hem bizi, hem de yabancı tarihçileri ilgilendirmektedir. Fakat şimdiye kadar tarihçiler arasında temel konu hala tartışmalıdır: 


1. Bu ülkede çoğunluğu oluşturan Türkçe konuşan nüfus yerlidir, 

2. Türkler bu toprağa sonradan gelmişlerdir, onların gelişi sadece milattan sonraki döneme ait olabilir. 


İşte ikinci görüşün taraftarları Azerbaycan'ın "Türkleşmesi" kavramını ortaya atmışlardır. (Sümer, 1957: 429-47). Fakat son dönemlerde yapılan araştırmalara dayanarak (Əsifov, 1987: 19-37) bu meselenin bu türlü çözümü doğru değil ve önyargılıdır. Çünkü okuyucuya taraflı bir şekilde "Türkleşme" sorunu kabul ettirilmektedir. 



1965 yılında Prof. Dr. Ziya Bünyadov, “Türkleri, Azerbaycan toprağına dışarıdan gelmiş gibi göstermek doğru değildir (Буниатов, 1989: 171)” der. 



İşte Ziya Bünyadov’un yukarıdaki fikrine dayanarak, Azerbaycan'da hiçbir bir şekilde Türkleşme olmamıştır! Aksi takdirde birkaç soru ortaya çıkar: 



1. Neden Türkleşme sadece Adurbadaganlara- Atropatene (Kaerst, II/2, col. 2150; Nöldeke, 1880: 692; Togan, Azerbaican: 91-118; Köprülü, Azeri: 118-51; Sümer, 1957: 429-470; Housseinov, 1970: 71-81. MK.) (1*) ve Ablanlar (Hewsen, 1982: 27-40; Minorsky1953: 504; Məmmədova, 1993: 136. MK.) (2*) ilişkilendiriliyor? 



2. Nasıl oluyor da Haylar (Dédéyan, 2007: 48. Mk.) (3*)

 - Ermeniler asırlar boyu Türk etkisi altında yaşamış, fakat Türkleşmemiş ve şimdiki Ermeniler Azerbaycan Türklerine karşı toprak iddiasında bulunuyorlar. 



Ve yahut nasıl olabilir ki, Türkler, (göçebeler) Azerbaycan toprağına yerleştikten sonra yerel halkı devre dışı bırakıp, onların mirasından yararlanarak Nesimi, Fuzuli ve Ü. Hacıbeyli gibi örnek simalar yaratabilir bildiler. 



Olabilir miydi ki, ikinci görüşün taraftarlarının nazarında olan yerel gayri-Türk sayılan nüfus kısa zamanda kendi medeniyetlerinden uzaklaşıp ve adı geçen mümtaz şahıslar gibi kişilikler yaratabilsin. Eğer ikinci kavram taraftarları Türkleşme nedenlerinden olan Hun seferlerini, İslam'ın yayılmasını ve Selçuklu imparatorluğunu nazarı dikkate alıyorsa, şunu da belirtmek durumundayız, bu süreçlere Azerbaycan'ın Talış’ı (Kalafat, 2007: 65-82; Kalafat, 2000: 102-147) (4*) da, gurmançı da, Kafkas dillisi de maruz kalmıştır. 



Bu süreçler Fars ve Ermenileri de etkilemiştir. Nasıl oluyor da, Talış’ı - Talış, Gurmançı-Gurmanç, Kafkas dillisi-Kafkas dilli olarak yaşamını sürdürmüştür. Atropatenlılar ile Albanlar ise yukarıda adı geçen faktörlerin etkisine kalmışlardır. Ve nihayet, ikinci görüşün bu fikri de inandırıcı değildir ki, güya şimdiki Azerbaycan Türkleri iki ayrı dil grubuna mensup olan halkların birleşmesinden ve daha sonra onlara üçüncü, her ikisine de yabancı olan başka dil grubunun etkisiyle oluşmuştur. 



Bu bakımdan Azerbaycan topraklarında yaşayan eski Lulubi kavmi hakkındaki mitolojik yazılarda insanları meraklandırıyor. M. Ö. II. binyılın ortalarında kaleme alınan Mezopotamya salnamelerinde kaydediliyor ki, III. binyılda belirtilen arazide kuzey-doğuda “Kuti, Lulubi ve Su” aşiretleri yaşıyorlardı. Y. V. Yusifov’un neticelerinden de anlaşılıyor ki, Lulubi, Urmiye gölü yakınlarında oluşan Aratta/Alatey devletinin nüfusunun adıydı. (Юсифов, 1987: 19-37; Yusifov, 1986: 87-93. MK.)



Azerbaycan tarihçiliğinde Lulubiler’in dil ve kökeni hakkında iki görüş oluşmuştur. 



Birinci görüş İgrar Aliyev tarafından ifade edilir. Bizim görüşümüzce bu görüş muhafazakârdır, çünkü bir türlü Azerbaycan toprağında eskiden Türklerin yaşadığı fikrini kabul etmiyor. Belirtmek gerekir ki, müellifin görüşleri sonuçta açık değil ve İgrar Aliyev'in yazdığından hiçbir sonuca varılmıyor. 



Örneğin, İgrar Aliyev'e göre: "... lulubilerin dili Elam diline akraba olduğunu tahmin edebiliriz, fakat bu konuda kesin fikir söylemek mümkün değil" (Алиева, 1995: 62)



Azerbaycan tarihçiliğinde bir başka görüş, Y. B. Yusifov tarafından temsil edilir. Yusifov, Kuti ve Lulubi dilini Elam dili ile; sonuncusunun ise Hurri, Kassit ve başka dillerle akraba olması hakkındaki faraziyelerin asılsız olduğunu söyler (Юсифов, 1987: 19-37)



İgrar Əliyev’ göre, M. Ö. III. binyılın sonunda Lulubiler’in Hurilerle (Ünsal, 2008: 402-403. MK.) (5*) ilişkileri çok sert olmuş ve uzun süren düşmanlık sonucunda da Nullatum ("Nullu"dan) - yani "barbar" kavramı oluşmuş ve bu söz Nuzi Hurrileri’nden (6*) (Mitanni Devleti-MK.) Akkadlar’a geçmiştir. Əliyev’ göre Urartu dilinde "lullu" - "düşman" kelimesi de aynı anlayışla ilgilidir (Алиев, 1995: 61)



Fakat bu görüşte çelişki var, çünkü Hurriler de, Urartular da başka halklarla savaşmış, ama nedense bizi ilgilendiren ifade işte Lulubiler’e karşı kullanılmasıdır. Fakat bununla birlikte âlimin fikrinden şu sonuca varabiliriz ki, "Lulubi" adı yerel halka başkaları tarafından verilen bir isimdir. 



Yusifov’a göre, Aratta, Lullubum ve Su, Urmiye gölü civarında bulunan çeşitli dillerden istifade eden ülkenin adıdır ve kaynaklarda "lullu", "bi/mi" ekleri ile kullanılmıştır. 



Ona göre, bu isim Lulubi aşiret birliğine dahil olan Turukki ve Su aşiretleri için bağlayıcı isimdi. Fakat ilginçtir ki, Yusifov’da aynı adı yerel değil, dışarıdan verilen bir isim olarak düşünüyor. Belirtiyor ki, Lullu ifadesinden Azerbaycan çobanları hayvan otlatmaya gittiğinde ve dans ederken kullanıyorlardı ve buna örnek olarak da Orta Asya'da çingenelerin "lullu" olarak isimlendirilmesini örnek gösteriyor (Юсифов, 1987: 32; Bünyadov -Yusifov, 1995: 79-80)



Fakat Lulubiler’in savaşçı olmalarını ve onların Hurrilerle ilişkilerini dikkate alıp, bu türlü özelliklerin taşıyıcıları kendilerinin "dansçı" gibi adlandırılmasına izin vereceklerini düşünemiyoruz. Bilindiği üzere, Doğu'da rakkaslara bakış olumlu değildi örneğin sonraları rakkasları genellikle "mütrüb", yani, "hafif tabiatlı adam" olarak adlandırmışlardı (Azerbaycan Dilinin.., 1983: 372)



"Lulubi" etnoniminin "Lullu" "rakkas" gibi izahı, Aran (erenler) kahramanlar ("er" - erkek + "an" çoğul eki) eşleştirmesine (Yusifov-. Kərimov, 1987: 16) aykırıdır. 



Belirtmek gerekir ki, "erkek" anlamında kullanılan "er/ar" Türk etnonimlerine özgü alamettir, örneğin, Bulgar (bu etnonimin balık (7*) + er yani "şehir sakini" gibi izahı daha uygun), azar,  "Sabir/Suvar/Subar" (T- çoğul eki). 



Sanıyorum ki, kendilerini" erkek "gibi başka halkların temsilcilerine tanıtmak çeşitli uluslarda yayılmıştır.   
Örneğin, XIX.yüzyılın sonunda "Ağlar-beyazlar" California yakınlarında hinduyu yakaladığında, o kendini "işi", yani "erkek/adam" deyip tanıttı (Каримулн, 1987: 47)


Veyahut, Yunanlılar Küçük Asya'da geldikten sonra yerli nüfus Yunanlılar tarafından bilinmeyen "var/bar" sözlerini kullandıklarına göre gelenler onları "varvar/barbar" diye çağırıyordular. Bize göre, "varvar/barbar" adı "ar/er-erkek" kelimesi "b/v" harfinin protezleşmesi sonucunda oluşmuştur ve bu söz "insanlar/adamlar" demektir (var+var=varvar/kişiler). 



Bu tür izahlar bazı gerçeklerle da ispatlanabilir. Belirtmek gerekir ki, Yunanlılar, Balkan ve Küçük Asya'ya gelmeden önce buralarda Türk unsuru mevcuttu. Örneğin, Truva  Savaşı sırasında Truva hâkimi Priam (8*) müttefiklerine yardıma gitmişti. 



Bu müttefiklerden biri Peonlar’a başkanlık eden Pirhem idi. Homer’in verilerine göre Peonlar, Aksiy nehri Amidon ülkesinde yaşıyordular. Metne göre anlaşılıyor ki, Aksiy çay adıdır. 



Türk dillerinde "çay" isimleri - su/-sey/-sel/-çay söz terkiplerinin yardımı ile oluşur (Yansay, Aksu, Yenisey, Göysay vb. ). "İlliada" yorumcuları, "Aksiy" Balkan, Makedonya'da akan ırmaktır (Qomer, 1978: 519) der ve onun Yunanca karşılığı Strimon, modern ismi ise Bıstrisa’dır (9*).



Roma tarihçisi Tit Liviy’e göre Truva şehri yıkıldıktan sonra Venediklilerin başları olan Eneya ve Antinor’a, Rumlar tarafından Alp dağlarına Sarı ve Sicilya'ya göçmesine izin verilmiştir. (Liviy, 1989: 10)


Çeşitli dillerde yazılmış kaynak gösteriyor ki, eski ve ortaçağlarda kullanılan Venedik etnonimi Slavlar’a değil Oğuz Bulgarlar’a aitti. (Ələkbər, 1995: III/IV)



1222-1225 yıllarında İzlandalı tarihçisi Snorru Sturulson tarafından kaleme alınmış öyküye de göz atmak yerinde olur ki, bu yazar "as" Türklerinin başkanı Odin'in kendi toplumuyla Troya kentini terk edip İsveç'e doğru göçtüğünü belirtiyor (Sturulson, 1970: 11-12)



"As" ların kökeni tartışmalı olsa da, İzlandalı tarihçi onları Türklerle aynılaştırması tesadüf değildir. Belirtelim ki, Roma eyaleti "Asya"nın adı “Küçük Asya'da bulunan "Assuva" nın adı ile alakalıdır (Qenri, 1987: 37)



Ancak biz düşünüyoruz ki, Asya adı "Aslar Ülkesi" gibi okunmalıdır (örneğin, Persia - Farslar ülkesi, Rusya - Ruslar ülkesi vb. ) Yani bu durumda "~IYA" eki Türk "ey, ev, oba" - yani " ev, yerleşim yeri, mesken" kavramları ile aynı manadadır ve muhtemelen, " Assuva "adındaki"-uva", " IYA" eki ile aynı anlamdadır ve Türk" uva - oba "kelimesinden alınmıştır. 



"As"ların menşeyi tartışmalı olsa da, onların isimlerinden biri de "Alan" dır. İranistler kesin olarak "as/alan"ları İran dilli olduklarını sanırlar. (Abaev, 1949: 33).  
Fakat yukarıda sunulan bilgilere dayanarak diyebiliriz ki, onların bu görüşleri asılsızdır ve Snorru Sturukson’un Aslar’ın Türk olması hakkındaki görüşünü onaylayan başka bir örnek getirelim. 


Bu Slavcadan tercüme edilen İosif Flavi’nin “Yahudi Muharebisinin tarihidir: ….. язык же ясескый есть ведомо (! –düşününüz-вөдомо- yani “bilindiği gibi”- müellif) Peçenek boyundan (Peçeneklerden) gelen (doğan) biri olarak […], “Tan ve Meot denizi yakınlarında yaşayanlar…”; ve “As dili köken itibariyle Peçeneklere aitti.. ” (Мещерский, 1958: 454; Pritsak, 1975: 229). 



b+it: Kurt: 1. Canavar; 2. Kurt: Böcek, haşerat. 



Okuyucuların dikkatini böyle bir açıklamaya yöneltmek isterim, "Yahudi Savaşının" çevirmeni "vedomo" yani "bilindiği gibi" kelimesini kullandığında artık bilinen bir olguyu kaydediyor. Tüm bu gerçekler şunu gösteriyor ki, Rumlar, Küçük Asya'ya gelmeden evvel artık bu bölgede Türkler yaşıyorlardı ve Elinler "var" sözünü anlamadıklarından yerli halkı sadece" barbar "olarak adlandırmışlardı. Yukarıdaki açıklamaları hesaba katarak şöyle bir kanata vardık ki, "var" kelimesi "b/v" fenomeninin protezleştirilmesi ile "er/erkek" anlamında oluşan bir ifadedir. Veyahut “ur/v+ur”, “vurmak” anlamında ve b+ur - burmak anlamında olduğu gibi. 



"Er" kelimesinin eş anlamlısı "erkek" tir. Lakin bu sözlerle beraber Türk dillerinde “kişi” için "ala" ifadesi kullanılmaktadır (yani burda rotasizm, lamdaizm (10*) kanunda g/l geçidi temelinde, örneğin, A-la-teı-e, A-ka-ta-a (Юсифов, 1987: 22); "ala" kelimesi ile birlikte halk arasında "ada" ifadesi de kullanılır; "d" harfinin protezleşmesi sonucunda ise "geda" sözü oluşur. Biz öyle düşünüyoruz ki, "ar/al" sinonimleri ancak ikinci anlayışta "er/nurdur" anlamında kullanılabilir ve onların birinci anlayışı "ışık/nurdur", çünkü "ışık" kendi fiziksel özelliklerine göre yukarı eğilimlidir ve zekanın aydınlık olması bireyin, yani "erin" sosyal durumunu belirler. 



Aynı zamanda "al (Ala)/erkek" ifadesi ile birlikte Türkçe kişiler için "lala" (sultanların terbiyecisi, büyük kardeş) sözü, büyükler içinse, "ulu/ulu (g)" ifadeleri kullanılır. 



"Povestğ vremennıx let" salnamesinin yazarı Nestor "Slav" ve "sklavin" ifadelerini karıştırıp bazı Türk kavimlerini slavyanlarla aynılaştırmıştır. Örneğin, Nestor’un bu aşiretler arasında Rumlar tarafından Büyük Skifiya adlandırılan "Uliçi" kavminide sayar. (Türk "ulu/büyük"+"çi" yapım eki (Alekperov, 1950: 207, 210)



Çoğul eki olan "lar" la birlikte kelimenin çoğul hali bazen "z" eki ile yapılır. Örneğin, bi+si (BEN+SEN) = BİZ; si+si (SEN+SEN) = SİZ ". (Suleymenov, 1989:. 545); veya" gidiyoruz/gediriz ". 



Bununla birlikte kelimenin çoğul hali “b/p/m”, “t/d” formatlarının yardımıyla oluşmuştur. Örneğin, kendilerini “Velet” olarak adlandıran, Oder, Elba ve Baltık çevresinde yaşayan slavyanların adı lutichi olmuştur. Bu da görüldüğü gibi, Türk kökenli etnonimdir “lu” (insan) (çoğul eki) + ^ y (mensubiyet eki). Biz bu fikrimizi kanıtlamak için etnoniminin “славяне” (Slav)/saklab/sakalar” (саки)" etnoniminden oluştuğunu dikkate alarak esaslandırıyoruz. Muhtemelen, sonraları Slav "lyudi" kelimesinin oluşmasında Türk "lu"-"insan" kavramı birleşti ("li" + "d" – çoğul eki). 



Birçok uluslarda "aslan" karakteri "ışıkla/nurla" ilgilidir. Modern Türk dillerinde "aslan"a "pars" da denir ve bu söz Kaşgarlı Mahmud’un "Sözlük"ünde ifade edilmiştir (Гашшарлы, 1945: 344). İlginçtir ki, Hint-Avrupa dillerinde ışık karakteri "aslan/bars" "le~"  söz birlikteliği ile oluşmuştur.  
(Örneğin, Rusça: - lev; Yunanca: - leo və s. (Qmarkelidze- İvanov, 1984: 500-507) )


Ve muhtemelen, hind avrupa dillerinde kullanılan "le/aslan/ışık" tamamen Türk olan "al/ışık" (Radlov, 1893: 350) kelimesinin metateze (yani kelimenin anlamının korunması ile harflerin yer değişimi) uğramış şeklidir. "ala/erkek" kelimesi ise gösterdiğimiz gibi "al" kelimesinden oluşmuştur. 



Böylelikle Lulubi etnoniminin Türk kökenlidir ve halkın kendi dilinde de kullanılan birifadedir, yani "lu (insan)+lu (insan) + bi (çoğul eki) ="lulubi/insanlar". Muhtemelen, " lulu "ifadesi sonraları da gelişmiştir, çünkü artık sonraki metinlerde "ulu(s)" artık "halk, ülke" manasında kullanılmıştır. (Клйашторный, 1964: 129)



Bütün bu olgular göstermektedir ki, Türk etnosu burada yerleşiktir ve Azerbaycan'da (kelimenin geniş anlamında ) hiçbir şekilde Türkleşme olmamıştır. 






Aləkbər Ələkbərov
А. Алекперов, "Луллуби Этнониминин Мeншejи Hаггында", Журнал Musavat, № 7(11), 1997,г., стр. 37-40. 
Çev. : Muhammet KEMALOĞLU
Gümüşhane Üniversitesi Sosyal Bilimler Elektronik Dergisi , s 236-246










ORIGIN OF THE ETHNONYM LULLUBI 

The Lullubi or Lulubi were a group of tribes during the 3rd millennium BC, from a region known as Lulubum, now the Sharazor plain of in Azerbaijan. Ethno-political communities Lullubiler Azerbaijan is one of the first land was years. 
South of the lake to the south of Azerbaijan Urmiye Lullubi 
tribe Alliance has been formed. 

XXIII th century BC, this alliance has become Lulubi state. 
In this study, 
Aləkbər Ələkbərov "Lulubis Ethnic Origin" covered.



dipnotlar:
1*) Atropatena (Yunanca: Ατροπατήνη) veya Medya Atropatena, M.Ö. 4. yüzyılda çoğu bugünkü Güney Azerbaycan olarak bilinen bölgede kurulmuş ve başkenti Gazaka kenti olmuş eski bir krallık. Günümüzdeki Azerbaycan'ın tarihi adı Atropatena'dan kaynaklanmıştır. 

2*) Bugünkü Azerbaycan ve Dağıstan'ın tamamı ile Çeçen/İnguşya topraklarının güney yarısını kapsayan geniş bir alan içinde hüküm süren Albanya'da 26 dil konuşulmaktaydı. Bu dillerin çoğunluğu bugün de Nah-Dağıstan dilleri olarak adlandırılan dillerin arkaik biçimleriydi. Kuzeydoğu Kafkas ya da Güney Kafkas dillerini konuşan Albanlar, Arnavutlar'la karıştırılmamalıdır. Arran Kraliyet ailesinin bağlı olduğu etnik grup; halen de kısmi olarak bölgede varlıklarını sürdüren ve Samur (Lezgi) dil ailesi içinde yer alan Udiler'di. 


3*) Ermenice, Hint-Avrupa dil ailesine ait bir izole branştır. Çoğu dilde bu kişileri tanımlamak için "Ermeniler" ismi kullanıldığı gibi Ermeniler de aynen kendilerini "Hay" (Ermeni alfabesinde "Հայ", çoğul hâli "Hayer", "Հայեր") olarak tanımlıyorlar; bu isim Hayk adlı ulusal kahramandan kaynaklandığı düşünülüyor. Ayrıca "Ermenistan", Ermenice'de "Հայաստան" ("Hayastan") olarak yazılır. 


4*) Talişler veya Talişiler (تالش, Talışlar), Kuzeybatı İran dillerinden birini konuşan halk. Talişler, İran’ın kuzey eyaletlerinden Gilan ve Erdebil ile Azerbaycan’ın güney kesiminde yaşarlar. Azerbaycan’da yaşayan Kuzey Talişleri, Taliş-i Guştasbi olarak adlandırılır. 


5*) Hurriler M.Ö. III. binyıldan itibaren Doğu Anadolu Bölgesi'nde tarım ve hayvancılığa dayalı bir geçim ekonomisine bağlı olarak yaşamış bir devlettir. Günümüz kürd milliyetçileri tarafından tarih saptırılarak bir Gurmanc devleti olarak gösterilmek istense de Semitik ya da Hint-Avrupa dilleri içerisinde yer almayan bükümlü eklemeli bir dile sahip olan Hurrilerin Gurmanclarla hiç bir bağlantısı bulunmamaktadır. Artan nüfusun bir sonucu olarak M.Ö. 2500'lerde bölgedeki otlakların yetersiz kalması nedeniyle güney yönünde yayılma göstermişlerdir. Bu göçler iki ana hat üzerinden, Urmiye Gölü çevresinden Mezopotamya'da ve Elazığ - Malatya üzerinden Kuzey Suriye ve Filistin'e olmuştur. 


6*) Yorgantepe, (Hurri dili: Nuzi, Akad dili: Gasur), Irak'ın et-Tamim ilinde, Kerkük'ün güneybatısında höyük türü yerleşme. Düz bir ovada yer alan höyük yaklaşık 200 m çapında ve 5-8 m yüksekliğindedir. 1925-31 arasında ABD'li arkeologlar tarafından yapılan kazılar burada M.Ö. 3. binyıldan beri yerleşildiğini göstermiştir. Kazılar sonucu, Halef döneminden (V. binyıl), özellikle de Obeyd döneminden (IV. binyıl) M.Ö. XV. yy'a kadar birbirini izleyen on iki tabaka saptandı. M.Ö. XV. yy'da yıkılan kentte ancak Part ve Sasani dönemlerinde yeniden oturulmaya başlandı. Kent Akad döneminde (M.Ö. 2334-2154) Gasur adını taşıyordu. M.Ö. 2. binyılın başlarında Kuzey Mezopotamya'dan gelip Asur'u işgal eden Hurriler kentin adını da Nuzi olarak değiştirdiler. M.Ö. 16. ve 15. Yüzyıllarda da burasını zengin ve önemli bir yönetim merkezi haline getirdiler. 


7*) Kend, kent, şehir : balık (Ordu-Balık,Beş-Balık).


8*) Priamos ya da Priam, Yunan mitolojisinde Truva Savaşındaki yaşlı kraldır. Truva şehrinin son kralıdır. Hektor, Paris Aleksanros, elli oğlu arasından en tanınmışlarıdır. Ülkesini çok sevmesiyle ünlenmiştir. Truva ya duyduğu aşırı sevgi Truva nın sonunu getirmiştir.MK. 


9*) Bistriça veya Akdere (Arnavutça: Lumi i Bardhë; Sırpça: Призренска Бистрица/Prizrenska Bistrica), Kosova'nın güneybatısındaki bir nehir koludur. Geçtiği en büyük ve meşhur şehir Prizren’dir. Ak Drin nehrinin bir koludur. Ak Drin’den ayrılan Bistriça, Prizren’in ortasından geçer. Prizren’den sonra Şar Dağları’nın kuzey yamaçlarında, Sredska, Reçana gibi köylerden ilerler.1960-70’lerde daha yoğun bir akım gücüne sahip olan Bistriça, 1990’larla beraber, açılan kanallar, küçük santrallar sebebiyle suyunun büyük kısmını kaybetmiştir. Yaz aylarında seviyesi çok düşüktür. Kış aylarında kar ve yağmurla beraber biraz daha diri bir akıma sahiptir.MK. 


10*) Rotasizm(r’leşme): Türkçedeki z’nin asli olduğunu, Çuvaşça ve Moğolcadaki r’nin bu asli sesten türediğini savunan görüştür. Rotasizm olayının Doğu Avrupa ve Sibirya bölgesinde özellikle Çuvaşçaya ait bir özellik  olduğu görülür. Rotasiznıli kelimeler Çuvaşçadan, daha doğrusu eski Çuvaşçadan bir yandan Moğol ve Mançu – Tunguz dillerine, öte yandan da Macar diline alınmıştır. Lamdaizm (l’leşme): Türkçedeki ş’nin asli olduğunu, Çuvaşça ve Moğolcadaki l’nin bu asli sesten türediğini savunan görüştür. Zetasizm( z’leşme): Çuvaşça ve Moğolcadaki r’nin asli ses olduğunu, Türkçe z’nin bu asli sesten türediğini savunan görüştür. Sigmatizm (ş’leşme):  Çuvaşça ve Moğolcadaki l’nin asli ses olduğunu, Türkçe ş’nin bu asli sesten türediğini savunan görüştür. MK. 



Kaynakça:
KAYNAKÇA 
*ABAEV, V; (1949), Osetinskiy Əzık i Folqklor, Moskva-Leningrad. 
*ALEKPEROV, A. F: (1950), "O Proisxojdenii Gtnonima `Saklab`", Srednevekovıy Vostok, №2,Baku. 
*AZERBAYCAN DİLİNİN SÖZLEŞME SÖZLÜĞÜ; (1983), Cilt:III, Bakü. s. 372. 
*BÜNYADOV, Z. M. - YUSİFOV, Y. B (1995),. Azerbaycan Tarihi, Bakü. 
*DÉDÉYAN, Gérard; (2007), Histoire Du Peuple Arménien, Fransızca, Toulouse. 
*ƏLƏKBƏR, Ə. F; (1995), "Avropada Erkən Türklər", Müsavat, III/IV. 
*Əsifov, Əsif; (1987). “Ранние контакты Месопотомии с северо-восточными странами, Приморийская зона”, Вестник Древней Истории, T-I, с. 19-37. 
*HEWSEN, Robert H; (1982). Etno-Tarih ve Kafkas Arnavutlar Üzerine Ermeni Etkisi, Samuelian, Thomas J. (Ed. ), Klasik Ermeni Kültürü, Etkiler ve Yaratıcılık, Chicago, pp 27-40. 
*HOUSSEİNOV, R; (1970). “Superpositions ethniques en Transcaucasie aux XIe et XIIe Siècles”, Turcica 2, pp. 71-81. 
*KAERST, J; “Atropates” in Pauly-Wissowa, II/2, col. 2150. 
*KALAFAT, Yaşar; (2000), Azerbaycan Halk Sufizmi ve Lenkeran Folklor Müşaveresi, Güney Kafkasya Sosyal Antropoloji Araştırmaları, Sosyal Antropoloji Araştırmaları, ASAM Yayınları, Ankara. 
*KALAFAT, Yaşar; (2007), Balkanlardan Uluğ Türkistan’a Türk Halk İnançları, Berikan Yayınları, C. IX-X, Ankara. 
*KÖPRÜLÜ, M. F; (1942), “Azeri”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul: Maarif Matbaası, Cilt:II, s. 118-51. 
*LİVİY, Tit; (1989). İstorie Rima Ot Osnovanie Qoroda, Moskva, T-I, s. 10. 
*MƏMMƏDOVA, F; (1993), Albaniya Syasi Tarixi və Tarixi Coğrafiyası, Bakı. 
*MİNORSKY, V; (1953), Caucasica, IV. Doğu ve Afrika Çalışmaları Okulu Bülteni, Londra Üniversitesi, Vol. 15, No 3., s. 504. 
*NÖLDEKE, Th; (1880), “Atropatene, ” ZDMG 34, pp. 692f. 
*PRİTSAK, O; (1975), “The Pechenegs”, Archivum Eurasiae Medii Aevi, T-I, р. 229. 
*QENRİ, O; (1987), Xettı, Moskva. 
*QMARKELİDZE, M; İvanov, V; (1984), İndoevropeyüı i İndoevropeyskiy Əzık, Tbilisi, s. 500-507. 
*QOMER; (1978), İlliada, Perevod T. Qnediça, Moskva. 
*RADLOV, V; (1983), “Opıt Slovarə Törkskix Nareçiy”, SPb, T-I, s. 350. 
*SNORRU STURULSON; (1970), Mladşaə Gdda, Lüksemburg, s. 11-12. 
*SULEYMENOV, O; (1989), Az i Ə, Alma-Ata. 
*SÜMER, Faruk; (1957). “Azerbaycanın Türkleşmesi Tarihine Umumi Bir Bakış”, Belleten: 21, Say 83, pp. 429-47. 
*TOGAN, Z. V; (1944), “Azerbaycan”, İA., II., pp. 91-118. 
*ÜNSAL, V; (2008), “M. Ö. III. Binde Kuzeydoğu Anadolu”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı 3, S: 402-403. 
*VAKAYİNAMELER; (1950), Povestğ Vremennıx Let, I. (Povest Vremennıh Let (Editör Adrianova-Perets V. P. ), "AN SSR", Ç. 1, M., Ls. 149, 172, 201, 27, 51, 81, 67, 189, 84, 186, 134, 94, 53, 176, 341.), Moskva-Leningrad, s. 11. 207, 210. 
*YUSİFOV, Y. B; (1986), On the Ancient Population of the Urmia Lake Region, AMINF 19, 87-93. 
*АЛИЕВ, Играр; (1995), История Азербайджана под редакцией, Баку. 
*БУНИАТОВ, Зиa; (1989), Азербайджан в VII-IX вв., Баку, с. 171. 
*ГАШШАРЛЫ, М; (1945), Divan Lughat at-Turk, Ankara, T-I, с. 344. 
*КАРИМУЛН, Атрар; (1987), Татары: этнос и этноним, Казань. 
*КЛЙАШТОРНЫЙ, С. Г; (1964), Древнетюркские Рунические Памятники, Moskva, с. 129. 
*МЕЩЕРСКИЙ, Н; (1958), История Иудейской Войны Иосифа Флавия В Древнерусском Переводе, Moskva -Leningrad, с. 454. 
*ЮСИФОВ, Юсиф; (1987), “Ранние контакты Месопотамии с северо-восточными странами [Приурмийская зона]”, Вестник Древней Истории, Т-I, с. 19-37. 
*ЮСИФОВ, Ю. Б; (1987), Ранние Контакты Месопотамии С Северо-Восточными Странами (Приурмийская Зона), ВДИ, № 1, səh. 22. 


........















LULLUBİ

Hint-Avrupalı halkların bölgemize gelmesinden önce Azerbaycan topraklarında ilk insanlar ve halklar Gutti-Lullubiler bugün İran Türklerinin bitişik yaşadığı toprakların en güney kısmında, Hemedan-Esedabad, Kum-Kazvin-Zencan-Marağa-Taht-i Süleyman arasındaki yerlerde ve Azerbaycan’da yaşamışlardır. 



Çağdaş İran’ın bu batı topraklarının (Hemedan ve Tahran da dahil) eski uygarlığı insanlığın ilk uygarlık beşiği olmuş Yakındoğu bölgesinin önemli ve doğu kesimini oluşturmuş, aşağıdan yukarıya Elam, Kassi, Lullubi, Gutti, Hurri, Manna ve Urartu uygarlıklarını kapsamıştır (Hint-Avrupa dillilerin İran’a gelmesinden 4000 yıl önceden). Bu uygarlıkların hepsi aynı kaynaktan çıkmıştır, bu kaynak da Sümer-Elam (daha doğrusu İran’la ilgili olan Elam) uygarlığı olmuştur. 



Kassi, Gutti, Lullubi, Manna ve daha sonralar Med uygarlığı bu Elam uygarlığının belli bölümleri olmuştur. Bütün bu uygarlıkları kuran ve bugünkü İran’a en eski iftihar ve onurlar yaratan halkların hepsinin dili eklemeli, Ural-Altay dizgeli dil olmuştur. 



Lullubiler

Diakonof, eserinde Gutti ve Lullubilerle ilgili şöyle yazmıştır:
“Bugünkü İran Azerbaycanı’nda Urmu Gölü’nün doğu ve güney toprakları ve ondan daha güneyde Kazvin-Hemedan çizgisine kadarki topraklarda Asuri kaynaklarında Kutlar ve ya Kutlar-Lullubiler adıyla adlanan boylar yaşıyorlardı. Bu topraklarda Mehran dilinden de söz edilmektedir. Aynı zamanda Kızılbunda dağlarının (Kıble ve Çal dağları) kuzey bölgeleri de Manna ülkesinin bir parçasıydı.”


Eski Sümer, Akkad ve Hurri dillerinde günümüze ulaşan yazılar gösteriyor ki, yaklaşık 2800-2500 yıl doğumdan önce Zagros dağlarının doğu ve batı eteklerinde Lullubi ve Gutti halkları yaşamıştır. Lullu kelimesi Hurri dilinde Dağlı ve Urartu dilinde Düşman demekti. –bi ise çoğul eki olarak kullanılmıştı.



Bu iki halk Bugünkü Urmu Gölü’nün doğusu ve güneyi ve kısmen batısında ve Heşteri-Miyana-Hemedan-Kazvin-Zencan topraklarında yaşıyorlardı. “Lullubilerin, kavim olarak, güçlü olasılıkla, Elamlara yakınlığı vardı.”



Lullubi halkının adıyla eski kaynaklarda D.Ö.3. bin yıllığın başlarından karşılaşıyoruz. Örn. doğumdan 2800 yıl önce Sami halklardan olan Kiş sülalesi Elamlar ve Lullubilere karşı defalarca saldırmıştır.



Akkad kaynaklarında onların adı Lullubum ve ya Lullupum ve Asuri kaynaklarında Lullume biçiminde geçmiştir. Eski tarih uzmanlarının çoğu Lullubilerin kendi dönemlerindeki halklardan olan Elamlar, Guttiler, Kassiler ve Mannalara kök ve dil bakımından oldukça yakın olduklarını kaydediyorlar.


Anubanini levhasındaki yazıların tam metni şöyledir: “Güçlü Lullubi kralı Anubanini kendi resmi ve İştar’ın (Nene) resmini Padır (Badır) dağında kazdırdı. Bu resimleri ve levhanı yok eden, Anu, Anutum, Bel, Belit, Raman, İştar, Sin ve Şemeş’in kargışı ve lanetine tutulup yok olsun."






Prof. Dr. Muhammed Taki Zehtabi (Kirişçi-1923-1998)
Ferhad Rahimi


____________












THE TURKS in ART




THE TURKISH CULTURE


Paintings





SHAMAN - IN TURKISH  : KAM



THE TURKS by ALEXEI ULTURGASHEV 
from HAKASYA

 LİNK




from 2012







Hakasian Turks


Tashbaba with Turkish inscription found in Hakasia






................







WOOD WORK

A POET

A SON

Aynazharov Kalibek Ishpekbaevich 
from KAZAKHSTAN

LİNK



Kazakhstan

Kazakh Turks




The "Princess" of Urdzhar KAZAKHSTAN