17 Mart 2024 Pazar

Buda - Buddha

Buda

Onun asıl adı Sidarta'dır ; "uyanmış, ışıklanmış" anlamında olan Buda adını "erdikten" sonra alacaktır. Kendisi Sakya ve ya Saka'lardandır. (Bu ad Hindistan'da İskit karşılığıdır), dolayısiyle ırk bakımından Türktür. (1) Onun mensup olduğu Sakya (veya Sakalar) şimdiki "United Provinces (Unayted Provens)", yani "birleşik vilayetler,,in kuzey - batı köşesinde ve Nepal'in güneyinde Kapilavastu'da oturmakta idiler ; ülkeleri sulak ve bol ürün verici olup zengin pirinç tarlaları ile dolu idi. Bu Sakya'lar, zenginlik, gurur ve çetinlikleri ile ünlü idiler ; mâbutların kıralı saydıkları İndra'ya, Saka derlerdi. Kosala devletine (aşağı yukarı bugünkü Oud), daha çok sözde bağımlı sayılırlardı. Gelenekler Buda'yı bir kıral oğlu diye gösterirse de, tarihî tenkit, babası Sudodana'yı pek zengin bir türlü derebeyi, yâni Kşatriya olarak kabule daha eygindir; anası Maya da Sakya'lardandır. Buda'nın MÖ 560 yılı civarında doğduğu sanılırsa da, bu hususta çok ihtilâf vardır.


Yusuf Hikmet Bayur

Hindistan Tarihi / TTK 1987

(1) Bu konu üzerinde pek çok tartışma vardır. Bu eserin genişliği bu gibi sorumlar üzerinde durmaya uygun değildir. Birkaç işaret vermekle yetineceğiz: Buda'nın mensup olduğu Sakya'larla ileride Hindistan'ı fethedecek olan Sakalar ve Tibet halkı arasındaki yakınlık ve birlik ihtimaline "Evolution de l'Humanite" külliyatından olan "L'İnde Antique et la Civilisation İndienne"de işaret vardır. (s.32). "Tabakatı Nasıri"nin Laknavti'de (o vakitki -13 üncü yüz yılın başı - Bengal'in merkezi) hüküm sürmüş Kalaç meliklerinden bahseden bölümünde, Tibet halkı veya o halkın bir kısmı başlıca Türk diye anılır. İskitlerin Türklüğü birçok bilgince tanınır; E.M.Minns "Scythian and Greeks" adlı eserinde İskit'lerin başlıca Türk olduklarını yazar (Bk. L. de La Vallee Poussin: L'İnde aux temps des Mauryas, s.262).

Profesör Walter Ruben'in "Eski Hint Tarihi" adlı eserinde (E bölümü) birtakım Türk gelenekleriyle Buda gelenekleri arasındaki benzerlik ve yakınlıklara işaret vardır.

📚




* Ellis Howel Minns (1874-1953), İngiliz akademisyen ve arkeolog. "Scythians and Greeks : a survey of ancient history and archaeology on the north coast of the Euxine from the Danube to the Caucasus", (İskitler ve Yunanlılar (1913)". 

* Walter Ruben (1899-1982), Alman Hindolog. "Die Gesellschaftliche Entwicklung im alten Indien, vols. 1–6. Berlin 1967-73", (Eski Hindistan'da Toplumsal Gelişme, 6 Cilt).

* Louis de La Vallée-Poussin (1869-1938), Belçikalı Hindolog. "L'Inde aux temps des Mauryas et des Barbares; Grecs, Scythes, Parthes et Yue-Tchi", (Mauryas ve Barbarlar Döneminde Hindistan; Yunanlılar, İskitler, Partlar ve Yüeçiler).


14 Mart 2024 Perşembe

Yer - Dünya - Pelasglar

 

Gezegen ve uyduların hepsi birer mitolojik karakter adı taşırken Dünya’ya (Yer) İngilizcede Earth demişler. Bunun kökenini bilmedikleri gibi German dilinden türetildiğini düşünürler. Almancada Erde/Erd yeryüzü demektir ki dünya sözüne karşılık Almancada Welt kelimesi kullanılırlar. Hollandacada Aarde olurken, Ortaçağ Hollandacasında Eerde, Friscede de ise İrthe’dir. MS 9.yy Saksonların dilinde Ertha iken, Ortaçağ İngilizcesinde Eorthe’dir.



Eğer German dilinden (Erde) İngilizceye Erde > Eorthe > Earth olarak geçtiği düşünüyorlarsa, öncelikle Türkçedeki Yer-Yurda sözlerine bakmaları gerekir. Çünkü Earth kelimesi Türkçe kökenli Yer-Yurda’dan gelir; yEr - yUrda > Erde > Erd > Orth > Erth > Earth. Oxford İngilizce Sözlüğü’ne göre de Yunanca Era (ἔρα)’dan geliyordur! Ancak Yunancaya da Türkçeden girmiştir. Çünkü tüm Türk lehçelerinde YER > Yeryüzü yani Dünya demektir. Kısaca kelimenin kökeni Hind-Avrupa dilinden değildir, hele hele Proto-Hind-Avrupa hiç değildir!

Gladstone, ise Earth kelimesinin karşılığı olan Yunanca Era (ἔρα) sözünün Latinceye Terra olarak geçtiğini, ama bu sözün İtalya'nın eski sakinleri Pelasglara ait olduğunu yazar. Demek ki Era sözü bile Yunanca değildi. İlyada'nın Yunancasında Dünya (Yer) sözüne karşılık Era (ἔρα) değil, Aia ile Gaia (αἶα-aía / γαίῃ-gaíi) kullanılırken, Türkçe çevirisinde toprak sözü kullanılmıştı. Yani Era (ἔρα) sözünün kökeni Yunanca ya da Latince değil, Pelasgca idi, dolayısıyla Türkçeydi.

Ayrıca Gladstone, Homer'in Yunanlılardan (Greek) Pelasg olarak değil, Danaolar (Danaans), Argoslular (Argeians) ve Akhalar (Achaens) diye bahsettiğini belirtir. Ama aynı zamanda Trakyalıların Pelasg olduklarını söylemini reddeder ve bunun ancak Pelasgların Greklerin arasında eriyip yitmesine bağlar. Kültür ve dinde Greklerle Turovalıların ortak olduğu yönlerinin kökeninin Pelasglara ait olduğunu, ama ortak olmayan yönlerin Grek kökenli olabileceğini de aktarır. Öbür yandan Turovalıların arasında gösterilen Pelasgların ulusal karakterlerini koruduklarını ekler. Birçok karakterin Pelasg adı taşıdığını ve aynı zamanda da kaynak olarak gösterdiği Grote'ye göre de Pelasglar Avrupalıdan çok Asyalılara özgü bir ulustu, demektedir.

Bugün Pelasg Dili Luvice=Hind-Avrupa Dilli yapılmakta, çünkü Pelasglar Akdeniz Havzası'nın en eski yerlileri olarak geçmekte ve onların Hind-Avrupalı olmayışları Batılıların emellerine giden yolu tıkamakta ve korkutmaktadır! Gladstone'nun Türkler hakkında ne söylediğini ve 1880 seçimlerini kazanarak Britanya Başbakanı olduktan sonra nasıl “Turani Avrupa Tarihi Tezi'ni çürütücü argümanlar uydurup Hint-Avrupa Tarih Tezi'ni yaydığını” Cengiz Özakıncı Bütün Dünya Dergisi'ndeki makalesiyle bizi aydınlatır. 1876'da Gladstone Türklere karşı ırksal düşmanlık propagandası başlatmış ve “Türkler vahşidir, onları yok edeceğiz... İnsanlık düşmanı bir ırktır... Türk ırkını Avrupa'dan kovup Asya'ya süreceğiz!” demiştir.

Turova'yı bulan (!) kişi olarak isim yapan Schliemann ise Gladstone'nun en yakın arkadaşlarındandır! Schliemann'ın Turova kazılarında bulduğu Yada (Jade Taşı) taşından yapılmış buluntuları Hind-Avrupalılara bağlamak istemişlerdi. Oysaki Yada Taşı'nı Turaniler Asya'dan (Türkeli) Anadolu ve Avrupa'ya taşımıştı. Yada Taşı hakkında yazan James Miln'in ilk kitabında 'Turani Avrupa Tarih Tezi'ne karşı çıkmazken, Gladstone'nun başbakan olmasından sonra yazılarını 180 derece döndürecek ve Turani tezine karşın var gücüyle savaşacaktır. Bu Avrupalıların 'arsızca geçmişe konma' bakış açısını Cengiz Özakıncı belgeleriyle gözler önüne serer.

Bugün de Batılıların bu tutumları devam etmekte ve tarih bilginler tarafından değil, bilgini taklit eden ikiyüzlüler tarafından yazdırılmakta ve yazılmaktadır! İlk kez 1858’de bastırılan Gladstone’nun ‘Homer and Homeric Age’ adlı kitabı 2016’da tekrar bastırılmış, yani Batılıların görüşleri değişmemiştir!

Bu arada Gladstone’nun “Era’dan gelen Terra kelimesi Pelasglara aittir” demesi Türkçe için önemli bir ipucudur, çünkü İngilizce’deki ‘Area ve territory’ sözcükleri de Era’dan türetilmiştir.


SB

Turova ve Saka Türkleri







Otacı Khiron

 

Khiron, sürahiden detay - MÖ 520-500, British Müzesi


Khiron (Kheiron); Bilge bir Otacı

Tıp/Hekim tanrısı olarak kabul edilen Asklepios (mitolojik bir karakter de olsa) eğitimini bir "Doğulu"ya borçludur. Çünkü babası Apollo eğitilmesi için onu bir At-Adam'a teslim eder. Bu bilge kam, Kimmer ya da Saka kökenli, Otacı Khiron'dur.



Silindir mühür - MÖ 13.yy







Gerçek tıpçıların günü kutlu olsun.



12 Mart 2024 Salı

Erzurum'da Hristiyan Türkler

 

Ortada Tengri Damgası, Kıpçak Haçı ve Tekeler



Koçlar
Okunev - Erzurum

Erzurum Aziziye Taş Eserler Açık Hava Müzesi - link





Türk kültüründe Koç Taşlar




Anadolu'nun Taşbabaları

 


Prof. Dr. İbrahim Tellioğlu;

"Ordu’da bulunan bu balbal Karadeniz bölgesindeki Türk varlığını Selçuklular’la birlikte başlatan tarih görüşünün

ne kadar gerçeklerden uzak olduğunu ortaya koyuyor."




2500 yıldır Erzurum'da ikamet eden Türk 😉
Taşbaba, MÖ 5.yy / Erzurum Müzesi.
(Taş Baba heykeli Erzurum Müzesi'nin baş köşesine yerleşti!
05 Haziran 2023 - link)



Gordion Kurgan B

Frig değil, Türk.
ve "tek" değil...




Likya (Lukkia)

Anatanrıça olarak tanımlanmış olsa da, o bir Taşbaba ve Türk.


"Frig" olarak tanımlanan, ancak Türk kültürüne ait Balbal, Seyitgazi/Eskişehir

Benzerleri;



Altaylar'dan bir çift Türk Balbalları

Tuva Türk Balbalları

VE
TUROVA I'e tarihlenen TAŞBABA

Kazakistan

Kırım












Turova Savaşından Bir Sahne

 

Turova Savaşı'ndan bir sahne, der arkeologlar, ancak detay vermezler.

Endişeli baba ve annenin Kral Pirim ile Eke/Ece Aba, savaşa hazırlanan kişinin de Baş Komutan Eke Tur (Hektor) olma ihtimali var. 

Eke Tur'a bacak zırhları (dizçekler) takılmakta. Olba/Silifke, MS 2.yy

Olba'nın "Yeğen" Türker (Teucer)'in soyundan gelenler tarafından kurulduğu söylenir.


Truva Savaşı'ndan benzer bir sahneyi bu duvar perdeliğinde de görüyoruz, 1470-90 / Tournai (Metropolitan Müzesi)
Eke Tur savaş meydanına inmek için hazırlanırken endişelenler (dönememe ihtimaline karşı veda edenler);
Babası ve annesi, eşi Andromake ve çocukları, kızkardeşi ve gelinleri Elene.



OKÇU

Beyaz keçeden başlığı, Grek tarzı tuniği ve bacaklarındaki zırhı ile bir İskit-Türk Okçusu

(Attik, MÖ 550-540, Metropolitan müzesi)


ZIRHLAR

Özel bir kolleksiyonun parçası olan bacak zırhları İskit-Türklerine ait. Bulunduğu yer tam olarak belirtilmemiş olsa da

"Sibirya"da bulunduğu söylenir ki çok geniş bir coğrafya.

Bu alplerimiz Demir Kurtlar olarak anılıyordu. (MÖ 7.-5. yy)


SB

11 Şubat 2024 Pazar

İstanbul Boğazı'nı Atlarla Yüzerek Geçmek

 

Türk Süvarisi - Turkish Cavalry


Doğu Roma ordusundaki Peçenek süvarilerinden* Selçuklular ile karşılaşmadan ayrılanlar da vardı. Peçenek başbuğlarından Katalim (1049) boğazı atlarıyla yüzerek geçiyor ve diğer taraftaki Peçeneklerle birleşiyor. Öyle ki II.Murat döneminde (1416) Amasyalı Bayazıt Paşa da atları yüzdürerek boğazı geçirtmiş...

Akdes Nimet Kurat - Peçenek Tarihi



* "1049 yılında Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, Bizans'ın Anadolu'daki topraklarını yeni saldırılarla tehdit edince Ermenistan sınırında bulunan Bizans ordusuna yardım etmek üzere 15 Bin kişilik bir Peçenek süvari birliği yola çıkarılmıştır. Bu ordunun başına başbuğ olarak İstanbul'da bulunan Peçenek büyüklerinden dördü, Sülçe (Sulçu), Selte, Karama ve Kataleym (Katalim) tayin edilmişlerdir." (Mualla Uydu Yücel, "Doğu Avrupa Türk Tarihi" içinde)

📚


Swimming across the Bosphorus with Horses

Some of the Pecheneg-Turks cavalry* in the Eastern Roman army left without meeting the Seljuk-Turks. Katalim (1049), one of the Pecheneg chiefs, swam across the strait with his horses and united with the Pechenegs on the other side. So much so that during the reign of Murat II (1416, Ottoman-Turks), Bayazıt Pasha of Amasya had his horses swim across the strait...

Akdes Nimet Kurat - Pecheneg History

* "In 1049, when the Seljuk Sultan Tugrul Beg threatened the Byzantine territories in Anatolia with new attacks, a Pecheneg cavalry unit of 15 thousand men was sent to help the Byzantine army on the Armenian border. Four of the Pecheneg elders in Istanbul, Sulçe (Sulçu), Selte, Karama and Kataleym (Katalim) were appointed as the chiefs of this army." (Mualla Uydu Yücel)


Turks - Tarbagatay Petroglyphs / Kazakhstan



6 Şubat 2024 Salı

İki Hazar Kurganı

 

İki Hazar Mezarından Çıkarılan DNA / LİNK

Anatole A. Klyosov (1,2), Tatiana Faleeva (3)

1) DNA Genealogy Akademisi, Boston, ABD.

2) DNA Genealogy Akademisi, Moskova, Rusya.

3) Ulusal Adli Tıp Merkezi, Rostov-on-Don, Rusya.


Özet:

Rusya'nın güneyindeki Aşağı Don bölgesinde kazılan iki Hazar kemik kalıntısının biyolojik kabile bağlantısını (Y-kromozomal haplogruplar, alt sınıflar ve haplotipleri açısından) anlamak için DNA'larını çıkardık ve analiz ettik ve her ikisinin de R1a haplogrubuna ve Z93 alt sınıfına ait olduğunu gösterdik. Bu model tipik olarak "Türk" kabul edilebilir ve bir Yahudi DNA soyu olarak kabul edilemez. Haplotipleri de tespit edilmiş ve burada rapor edilmiştir. Haplotipler, her iki Hazar'ın da, ortak atalarının kendilerinden 1500-2500 yıl kadar önce, MÖ II. binyılın ortalarında - MÖ I. binyılın başlarında, tipik olarak İskit dönemlerinde ya da biraz daha öncesinde yaşamış olmaları anlamında birbirleriyle akraba olmadıklarını göstermektedir. Haplotipleri, haplogrup R1a'nın iyi bilinen Yahudi haplotipleri ile ilişkili değildir.

İlki 1994'te, ikincisi 2004'te kazıldı. İlk cenaze töreni geçmişte soyulmuştu. İnsan iskeleti 40+ yaşında bir erkeğe aitti, insan kemikleri soyguncular tarafından taşındı ve orijinal mezar yeri belirsizdi. Mezar, VII. yüzyılın sonundan MS VIII. yüzyılın başına tarihlendi. Mezardan elde edilen DNA örneği indeks 1251 tarafından atandı.

İkinci mezar soyulmadı ve tamamen korundu. İnsan iskeleti 35-45 yaşlarında bir erkeğe aitti, kafatası Batı'ya doğru sırtüstü uzanmış olarak konumlandırılmıştı. Mezar, VIII. yüzyılın ikinci yarısından MS IX yüzyılın başlarına tarihlenmiştir. Mezardan elde edilen DNA örneği 1986 indeksi tarafından atandı.

IX yüzyılın ilk yarısında kare hendekli kurganlar ele geçirilmiştir. Arkeolojik kültür yok oldu. Görünüşe göre Hazarlar bu süre zarfında aşağı Don bozkırlarını terk etmişler; bu nedenle, Kuteiniki ve Talovo mezarları, Don bozkırlarındaki varlıklarının sırasıyla erken Hazar ve geç Hazar zamanlarını işaret eder.

Her iki durumda da DNA, eski iskeletlerin dişlerinden çıkarıldı. Dişler bir titreşim değirmeninde temizlendi ve öğütüldü, DNA fenol ekstraksiyonu ile izole edildi ve izole edilen DNA'nın kantitasyonu için polimeraz zincir reaksiyonu gibi diğer rutin prosedürler kullanıldı. Her iki durumda da eski Hazarların Y-kromozomal haplogrubu R1a olarak tanımlandı ve SNP mutasyonları R1a-Z280 ve R1a-Z93'e özgü primerler, her iki örneğin de negatif Z280 ve pozitif Z93 mutasyonları gösterdiğini ortaya koydu. Böylece, her iki eski Hazar'ın DNA'sının R1a-Z93 "imzası" olduğu yorumlandı. Bu, günümüz etnik Rusları, Ukraynalıları, Polonyalıları ve diğer Slav erkek popülasyonlarında çok nadir görülen bir SNP'dir ve bunların yaklaşık% 50'sinin R1a haplogrubunu taşıdığı tahmin edilmektedir. Öte yandan, R1a-Z93, Kafkas Karaçay-Balkarları, ayrıca Tatarlar, Başkurtlar, Kırgızlar ve görünüşe göre İskitlerin soyundan gelen ve ortak ataları 1500 - 2500 yıl öncesine dayanan R1a-Z93 alt sınıfında bulunan diğer topluluklar gibi günümüz Türkçe konuşan halklarında çok yaygındır.

Biri erken Hazar, diğeri geç Hazar dönemine ait iki Hazar mezarından keşfedilen alt grupların (R1a-Z93) ve haplotiplerin, MÖ II. binyılın ortalarından MS I. binyıla ve biraz daha sonrasına kadar Orta Asya (ve özellikle Altay bölgesi) ile Karadeniz bölgesi arasında göç eden Türk göçebe kabilelerine ait olması muhtemeldir. Görünüşe göre farklı kabilelere ve farklı haplogruplara (aralarında haplogrup C, G, Q, R1a, R1b) aittiler, ancak şimdiye kadar İskitlerin ve ilgili kabilelerin antik kazı DNA'ları arasında sadece haplogrup R1a keşfedilmiştir.

İki Hazar'ın ortak atası, "klasik İskit zamanları" ile ilişkilendirilen MÖ II. binyılın ortalarında-MÖ I. binyılın başlarında (hatta biraz daha öncesinde) yaşamıştır. Açıkçası, bu iki haplotip birbiriyle yakından ilişkili değildir, her ikisi de Y-kromozomunda R1a-Z93 haplogrubunu taşımasına rağmen muhtemelen iki farklı kabileyi temsil etmektedir. Bu şaşırtıcı değildir, çünkü R1a-Z93 alt grubu yaklaşık 5000 yıl önce oluşmuştur (SNP-mutasyonlarının analizi ile belirlendiği üzere). Bu haplogrup, antik kereste-mezar arkeolojik kültürünün yanı sıra Potapov, Sintashta, Andronovo, Karasuk ve diğer arkeolojik kültürlerde (Haak vd., 2015; Allentoft vd, 2015); günümüz Hintlilerinde, özellikle Hint üst sınıflarında (Sharma vd., 2009) , Karaçay-Balkarlar, Başkurtlar, Tatarlar, Peştunlar, Tacikler, Özbekler, Kırgızlar ve diğer birçok halkta (Klyosov & Saidov, 2015) yüksek oranda haplogrup R1a-Z93 bulunmaktadır.

Bu çalışma, günümüzden yaklaşık 1200 ve 1300 yıl öncesine tarihlenen iki Hazar iskeletindeki (önceki ve sonraki Hazarlar) antik R1a haplogrubunu tanımlamaktadır, ancak bu iki iskelet oldukça uzak DNA soylarına aittir ve ortak ataları onlardan yaklaşık 1500-2000 yıl önce yaşamıştır. Hem Hazarlar (R1a-Z93) hem de günümüz etnik Rusları, Ukraynalılar, Beyaz Ruslar, Polonyalılar ve diğer Slav halklarının haplogrup R1a (baskın alt sınıflar R1a-Z280 ve R1a-M458; Rozhanskii & Klyosov, 2012) ve haplogrup R1a İskandinavlarının (baskın alt klad R1a-Z284; a.g.e.) atalarıyla akraba değildir. Bununla birlikte, Türk dillerini konuşan ve kazılan Hazarların DNA soylarıyla oldukça yakın akraba görünen R1a-Z93'ün oldukça büyük bir payına sahip birçok halk vardır (bunların bazıları Kafkasya'da, bazıları eski İskit ve Hazar topraklarında ve Tatarlar ve Başkurtlar gibi Volga nehri bölgesinde yaşamaktadır. DNA şecere verilerine göre, iki eski Hazar'ın hiçbirinin Yahudi YDNA (Y-kromozomal DNA) soyuna ait olmadığı belirtilmelidir.


Hazar - 8.-9.yy / The Morgan Library & Museum


Kıbrıs Hece Yazısı - Mehmet Turgay Kürüm

 

"Unutturulan Kıbrıs Türklüğü, MÖ 1000-300"

Mehmet Turgay Kürüm

* "Bu çalışmanın amacı Fransız arkeolog Olivier Masson'un 'Kıbrıs Hece Yazıları, Kritik ve Yorumlama' isimli eserde mevcut olan yazılar üzerinde, Türk Runik Alfabesi ve okuma kuralları ile Türkçe okuma çalışması yapmaktır."

* Münih Üniversitesi profesörlerinden Hommel :

"Minos sarayında keşfedilen yüzlerce toprak kitabe tamamen Eti (Hitit) yazısı tarzındadır. Bunlar Girit dilinin abideleri olmak gerektir. Girit yazısından çıkma olan Kıbrıs Hece Yazısı da buraya aittir. Girti'te bulunan kitabelerdeki yazı ile (bilhassa çift ağızlı balta işareti) Elam yazısı arasında da bir benzerlik tespit edilmiştir."

Atatürk'ün buna notu:

"Bu uygarlığı kuranların Avrupa'dan gelmediklerinde ve Sami olmadıklarında en tanınmış bilim insanları mutabıktır. O halde, bunlar Orta Asya'dan gelen Türklerden başka kimler olabilir?" [Atatürk'ün Bütün Eserleri, C 25, Kaynak Yayınları 1998]


* Aşkelon'da Demir Çağı'ndan kalma kemiklere yapılan DNA araştırmasına göre R1b ve M269'ın varlığı.

"Antik DNA Erken Demir Çağ Filistin'in Genetik Kökenine Işık Tutuyor" adlı bilimsel çalışmada, Aşkalon kentindeki kazılarla ortaya çıkarılan 5 iskelet üzerinde yapılan araştırmada Deniz İnsanları Filistin'e Ege'den geldi, bunlar R1b ve M269 taşıyor.... Bu Türkler'de de görülüyor; Başkırt, Kıpçak, Kazak ve Tatar boyları... "


Mehmet Turgay Kürüm

"Unutturulan Kıbrıs Türklüğü, MÖ 1000-300"

26 Ocak 2024 konferansı YT link:


________

EK: DNA Araştırmaları


* Norm Kisamov:

Arbinler izlerini sadece modern ve eski insanların damarlarında değil, aynı zamanda kökenleri ve tarihleriyle birleşen çok sayıda etnik grupta da bırakmıştır; bunlardan en belirgin olanı, coğrafyaları örtülü Arbinlerin Avrasya'nın bir ucundan diğerine, kuzeye ve güneye gezileriyle yayılmasına paralel olan çok sayıdaki Türk halkı ve onların yakın ve uzak kardeşleridir. ...

Yaklaşık 9.000 yıl boyunca Kurgan gömme kültürünü sürdüren Arbinler, ölülerini Tengri'ye enkarnasyon için yolculuğa gönderirken, yiyecek malzemeleri de dahil olmak üzere tüm seyahat gereçlerini ellerinden geldiğince iyi bir şekilde donatmışlardır. Kurgan gömme geleneği okuryazarlık tarihine kadar uzanmış ve bize sadece Çin'den İrlanda'ya kadar uzanan fiziksel kalıntıları değil, aynı zamanda ayinlerin ve yorumların çok sayıda görgü tanığı anlatımını da bırakmıştır. Kurgan ekonomisi yerleşik tarımsal üretim ekonomisinden büyük ölçüde etkilenmemiş, başlangıçtaki avcı-toplayıcı ekonomilerini hayvancılık üreten bir ekonomiye dönüştürmeyi ve bu ekonomiyi günümüze kadar taşımayı başarmıştır. Kurgan göçebe kültürü, askeri yetenek, cinsiyet eşitliği, bağımsızlık ve eşitlikçilik, eşyalar ve insanlar üzerinde hakimiyet kurma teknikleri ve benzersiz özgüven gibi doğuştan gelen birçok etkiyi teşvik etmiştir. Sadece geçmiş dini doktrinlerde derin izler bırakmakla kalmayan, aynı zamanda çok sayıda biçim değiştirmiş formda hala bizimle olan etiyoloji üretti. Halklarının biyolojik yapısını etkilemiş, süt ve et diyetine, hareketli yaşam tarzına, sosyal ve etnik streslere ve henüz anlaşılmamış hastalıklara uyum sağlayamayanları ayıklamıştır.

Üstün uyum yeteneğinin sayısız örneği yakın tarih hafızamıza yansımıştır: Hunlar devletlerini Ordos kıvrımından Aral'a ve oradan da Pannonia'ya taşımış, Kangarlar devletlerini Balkaş gölünden Adriyatik'e taşımış, Tele's Seyanto devletini Moğolistan'dan Güney Sibirya'daki Kimak Kağanlığına ve Doğu Avrupa'daki Kıpçak Hanlığına taşımıştır, Suvarlar devletlerini Kafkasya'dan Ukrayna'ya ve İtil-Kama kavşağına, Oğuz Türkleri devletlerini Balkaş'tan Aral'a, Mezopotamya'ya ve Anadolu'ya taşımışlardır. ...

Bu, Dr. A. Klyosov'un Türkolojide yeni keşiflere ve buluşlara kapı açacak bir başka çığır açıcı analizidir. Dilbilimsel manzarada esnek IE dilleri ve sondan eklemeli Fennik, Türki ve Çin dilleri vardır, bunların etkileşimleri henüz terra incognita'dır. Yaklaşık olarak 10-8 mil. MÖ "Aranlar", "Aryanlar" ya da "Aryan olmayanlar", Balkanlar'a giden ya da gitmeyen R1a göçmenleri arasında çok sayıda Türki ve Fenni dil konuşan etnisite bulunmaktadır.


* Anatole A. Klyosov:

Bu çalışmanın sonuçları, haplogrup R1b'nin Orta Asya'da, görünüşe göre Güney Sibirya'da veya komşu bölgelerde, günümüzden yaklaşık 16.000 yıl önce ortaya çıktığı teorisini desteklemektedir. Haplogrubun önceki tarihi, (Klyosov, 2011d)'de öne sürüldüğü gibi, muhtemelen Batı Avrupa'dan doğudaki Doğu Avrupa Ovası'na ve güneydeki Levant'a kadar uzanan geniş üçgende ~58.000 ybp Europeoidlerin (Kafkasyalılar) ortaya çıkışıyla doğrudan ilişkilidir. Doğuya, Güney Sibirya'ya göçleri sırasında Y kromozomunda birbirini izleyen SNP mutasyonları dizisi, NOP ~48.000 ybp ve P ~38.000 ybp haplogruplarının ortaya çıkmasını sağlamıştır, Sonunda R haplogrubu ~30.000 ybp ve R1 ~26.000 ybp ve ardından R1a/R1a1 haplogrubu ~20.000 ybp (R1a ve R1a1'in ortaya çıkışı arasındaki zaman dilimi belirsizdir) ve R1b ~16.000 ybp'ye yol açmıştır.

İlgili hecelere dayanarak, R1a taşıyıcılarını Aryanlar (Arans'tan, Arbins ile aynı formatta) ve R1b taşıyıcılarını Arbins olarak adlandırıyoruz. İlk durumda, R1a haplogrubu taşıyıcıları ~3500 ybp'de Hindustan ve İran Platosu'na gelen efsanevi Aryanlar olduğu için bu isim haklıdır. Başka bir deyişle, bu Aryanlar R1a haplogrubuna mensuptu, dolayısıyla Aryanlar teriminin çift anlamı (çakışıyor olsa da) buradan gelmektedir. Arbinler, tekrardan kaçınmak için uygun bir ortak terimdir: "R1b haplogrubu taşıyıcıları".

"Arbinler" güneye doğru göç etmiş, yaklaşık 6000 ybp'de bir kısmı Kafkasya üzerinden Anadolu'ya (R1b haplogruplarını ve ilgili haplotiplerini geride bırakarak); Küçük Asya'nın geri kalanına ve Orta Doğu'ya göç etmiştir. Görünüşe göre, Arbinler Sümer kültürünü ve devletini kurmuş ve esas olarak R-M269 alt grubunu ve onun alt kolu olan L23 alt grubunu taşıyarak batıya, Avrupa'ya çeşitli yollardan göç etmişlerdir. Bu rotalardan biri ~4600 - 4400 ybp'de Doğu Avrupa Ovası'ndan batıya doğru uzanan kuzey rotasıydı; aynı iki alt kladın yer aldığı eşzamanlı bir diğer rota ise Küçük Asya ve Orta Doğu boyunca batıya doğru uzanıyordu; Avrupa'yı en çok dolduracak olan bir diğer rota ise Kuzey Afrika-Akdeniz boyunca eski Mısır üzerinden Pireneler'e göç ederek ~4800 ybp'ye ulaşıyordu. Bu rota üzerinde R1b-V88 kabilesi ayrılarak güneye, nihayetinde Orta Afrika'ya (bugünkü dağılımlarına bakılırsa esas olarak Kamerun ve Çad'a) gitmiş ve mevcut R1b-V88 haplotipinin ortak atası ~4400 ybp'de yaşamıştır.

İberya'ya varış zamanında ~4800 ybp, M269 altkolu M51 sınıfından ve kısa bir süre sonra L11 sınıfından ve onun altkuşaklarından ayrıldı. Bell Beaker kabileleri haline geldiler ve P312'den birkaç yüzyıl sonra ortaya çıkan yeni alt klanlar P312 ve L21 ile birlikte kuzeye doğru hareket ettiler. Bu alt kladlar (sınıflar) ve onların alt kladları, Atlantik'ten Balkanlar'a, Karpat Dağları'na, günümüz Polonya'sına, Doğu Avrupa Ovası'nın batı sınırına ve R1b haplotiplerinin kesintisiz çoğalmasına tanıklık eden pürüzsüz haplotip ağaçlarının kanıtladığı Baltık Denizi'ne kadar Avrupa'yı etkili bir şekilde ve büyük kesintiler olmadan doldurmuştur.

Adalar, R1b haplotipleri ve soyları açısından farklı bir geçmişe sahipti. L11, P312 ve L21 taşıyıcıları, 4000 ila 2500 ybp arasında Avrupa'da yaşayan Arbinlerle eş zamanlı olarak kara ve deniz yoluyla Adalara taşınmış ve Adalarda büyük ölçüde yaşayan P314, M222, L226 gibi kendi "yerel" altklaslarını oluşturmuşlardır. Sonuç olarak, Adaların önemli bir kısmı neredeyse sadece alel frekansı popülasyonda %92 - %96'ya ulaşan Arbinler tarafından doldurulmuştur. Genel olarak, Batı ve Orta Avrupa'da Arbinlerin sıklığı - tek tip olmasa da - nüfusun yaklaşık %60'ına ulaşmaktadır.

Bu çalışma esasen insanlık tarihi üzerine yapılan çalışmalar için DNA Soyağacı uygulamasının bir örneğini sunmaktadır. Bu örnek, tarih ve dilbilimin bazı gizemli bulmacalarına da değinen karmaşık ve zorlu bir çabadır. Bu bulmacalardan biri, Arbinler tarafından 16.000 ila 3000 yıl önce hangi dil ya da dillerin konuşulduğudur ve bu dil ya da dillerin, dinamikleri itibariyle Hint-Avrupa dışı bir dil olduğu neredeyse kesindir. Varsayımsal olarak, bu diller dilbilimciler tarafından proto-Türkçe, Sümerce, Kuzey-Kafkasça, Dene-Kafkasça, Baskça ve 5000-2000 ybp Avrupa'sındaki pek çok Hint-Avrupa öncesi dil ve bazı sonraki diller gibi çeşitli ve birbirinden kopuk "ölü" ve çok da ölü olmayan diller olarak kabul edilmektedir (M. Gimbutas bu dilleri "Eski Avrupa" olarak adlandırmış ve yerleşik çiftçi nüfusa atfetmiştir; ne yazık ki "Eski Avrupa "nın, "Eski Avrupa" öncesi avcı-toplayıcı ve çiftçi nüfus ile Balkanlara yaklaşık M.Ö. 10-8 bin yıllarında ulaşan R1a1 ile işaretlenmiş Asyalı avcı-toplayıcı göçmenlerin bir karışımından oluştuğunu net bir şekilde algılayamamıştır. MÖ ve diğer yeniliklerle birlikte Pra-Mama Tanrıçası ile Kurgan öncesi etiyolojilerini (=nedenin incelenmesi) de getirmişlerdir). Arbinlerin dili başlangıçta binlerce yıl boyunca ve Avrasya boyunca kolayca akan tek bir dil olabilir. Ancak bu başka bir çalışmanın konusudur.


Overview of Türkic genetics / LİNK

Anatole A. Klyosov

Ancient History of the Arbins, Bearers of Haplogroup R1b,

from Central Asia to Europe, 16,000 to 1,500 Years before Present

Advances in Anthropology 2012. Vol.2, No.2, 87-105 Published Online May 2012 in SciRes: LİNK


_______________


26 Ocak 2024 Cuma

Han Hanedanlığında Hun Türkleri

 

İçi boş tuğla mezar karoları, Luoyang, Henan Eyaleti, Çin

Doğu Han Hanedanı, MS 25-220


Han dönemi deseler de süslemeler Türk Sanatına aittir. Bu da sahibi Hun-Türk mü, sorusunu akla getirir. Çünkü Ho-han-yeh Tanhu döneminde (MÖ 1.yy) Güney Hun Türkleri Hanlara karışıp zamanla Çinleşmişti. Ancak mezar karolarında görüldüğü gibi Hun-Türkleri Çinleşmiş olsa da Hun-Türk kültür ve sanatını devam ettirmiş. Bu betimlemeler diğer Türk boyları ve özellikle Anadolu Türkleriyle de devam ettiği için, kim ne derse desin, Türk Sanatı binlerce yıl sürekliliğini korumuştur. 

SB

NOT: 2016'da aynı damgayı Arizona'da bulmuştum


Liderliğini Ho‐han‐yeh’in kardeşi Sol Bilge Eligi Çi‐çi’nin yaptığı istiklal taraftarlarının fikirleri şöyleydi: “Hunlar cesareti ve kuvveti takdir ederler. Bağımlı olmak ve kölelik onlara en adi bir şey olarak gelir. At sırtında savaşmak ve mücadele etmek süratiyle devlet kuruldu. Kavimler arasında kuvvet ve otorite kazanıldı. Yiğit cengâverler ölünceye kadar savaşmalı ki, varlığımızı devam ettirebilelim. Şimdi iki kardeş, taht için mücadele etmektedir. Sonunda ya büyüğü ya küçüğü devlete sahip olacaktır. Gerçi şimdi, Çin bizden daha güçlüdür; fakat (bu durumda bile) Hun ülkesini ilhak edemez! Niçin kendimizi Çin’e bağımlı kılalım? Atalarımızın devletini niye Çinlilere devredelim? Bu, ölmüş atalarımıza büyük hakaret olur. Böylece, komşu devletler arasında gülünç duruma düşeriz. Evet, bu suretle (Çin’e bağlanmak) sükûnet tekrar tesis edilebilse bile, kavimler arasında yeniden üstünlüğümüzü elde edebilir miyiz? Biz ölsek de kahramanlığımızın şöhreti artacak. Oğullarımız ve torunlarımız daima devletin hâkimi olacaklar."

Ali Ahmetbeyoğlu // Hun Devletlerinin Kuruluş ve Çöküş Süreçleri, 2007




Turkish Warrior; "Turkish Shot" and Horse with "Knotted Tail"

Left: Tarskii Northern Ossetia,catacomb 6 (8th-9th c AD)

Right: Sulek- Khakasia (Hakasya)

Khazar Turkish Warrior - Belt, 8th-9th c.

"Turkish Shot" and his Horse with Knotted Tail.




Art and Culture of the Turkish Tribes.

South Hun-Turks

The Southern (Eastern) Hun-Turks assimilated and became Chinese over time.



A Turkish Warrior; "Turkish shot" and his Horse with Knotted Tail.

Tang Period, 7th c / Metropolitan Museum

(not a phoenix, but a rooster, and not China Culture! / Link for Seljuk Turks Period)



All hope of the resurrection of the Hunnish power, however, was completely wrecked by the internal revolutions which broke out in the Hunnish Kingdom just at this time. The Shanyu who ruled from 60-58 B.C., himself a usurper though belonging to the imperial family, proved so brutal and so unpopular a ruler that civil war broke out on all sides. Even after this particular ruler had been forced to commit suicide and the legitimate claimant (whose name, Huhansie, it is necessary for us to remember since he was later to play a very important part in history) was placed on the throne in 58 b.c., order was very far from being restored. By this time the Huns had become so accustomed to bloody battles between rival pretenders that it was difBcult for them to settle down once more under a unified rule. In fact, during the period 58-55 b.c., we find no less than five of the Hunnish princes setting themselves up as Shanyus and conducting bloody campaigns against one another.

By 55 B.C. Huhansie had succeeded in eliminating his four rivals; but no sooner had this been done than his own brother, Jiji by name, rose in revolt and succeeded in causing Huhansie untold embarrassment. Neither of the two brothers could win a really crushing victory over the other. Consequendy, for the next two decades Mongolia was divided into two separate kingdoms, which are usually known as the Northern and Southern Kingdoms. Jiji’s main strength was in the north, in what is now Outer Mongolia, while Huhansie was able to maintain control in the south or what is now known as Inner Mongolia.

The great cleavage of the Huns into northern and southern divisions reacted enormously to the advantage of China. As was to be expected, the Huns were kept so busy fighting among themselves that they had no chance to attack the Celestial Empire. Far more important was the fact that in 53 b.c. Huhansie, the lord of the Southern Huns, felt so hard pressed by his brother’s hordes that he convened a grand council of his nobles to discuss with them the question of seeking safety and protection by formally submitting to Chinese jurisdiction.

Most of the Hunnish nobles violently opposed the idea. “It has always been the custom of the Huns,” they said, “to admire spirited action and to despise servility. Mounted on their horses, they have always been ready to rush into battle without fear of death. For this reason their name and fame has been spread far and wide.

"At present, to be sure, there is a battle between older brother and younger brother for control of the Kingdom, but what matter is it if one or the other perishes as long as the imperial house goes on and provides rulers for our Empire.? Though China is strong, she has never been able to crush the Huns. For what reason, therefore, should we submit to Chinese rulership.? To do so would mean a break with all our traditions, would be insulting the spirits of our former rulers, and we would become an object of ridicule among all nations.”

One or two of the most intimate advisers of the Shanyu, however, spoke warmly in favor of offering homage to the Celestial Empire, approaching the matter from a realistic point of view. “Each country has a period of prosperity and a period of decline. At present we see that Chinese influence is everywhere predominant, reaching even to the Wusun and the city states of Kashgaria. For many decades the Huns have been on the decline, and at present there is no chance of restoring their fallen fortunes. In spite of all our exertions, we have experienced scarcely a single day of tranquillity. If we now bow to the inevitable and subject ourself to China, we shall have peace and quiet; if not, we shall continue in a state of danger and uncertainty.”

Although the notables in favor of the project were definitely in the minority, Huhansie himself was quite won over by their arguments and forced the others to agree to the plan. Moving southward at the head of his horde, he eventually came near to the Great Wall. From this point an envoy was sent to the Chinese court to announce the formal submission of the Huns and to ask that a time be appointed when the Shanyu might appear in person at the court to do obeisance.

When this envoy reached the Chinese court, there was much fuss and excitement. There was universal jubilation but also much controversy as to the treatment to be accorded the Shanyu when the time came for him to make his personal appearance. Should the Shanyu be forced to prostrate himself or be allowed merely to bow.? Should the Shanyu be ranked above or below the rulers of the various principalities into which China proper was still divided ? These and a hundred similar questions caused the ritual-loving Celestials great mental perturbation. At length the Emperor decided the matter to his own satisfaction. The Shanyu was to be treated as a friendly vassal, enjoying the privilege of a guest, and not as a conquered enemy. He was to be accorded precedence over all the other vassal princes; but, in addressing the Emperor, he had to speak of himself as “Your Servant.” He was not, however, to speak of himself by name. With reference to the last stipulation it should be remarked that in Chinese etiquette the use of one’s personal name in place of a personal pronoun is considered a sign of complete submission to the interlocutor.

As soon as all these weighty matters had been settled, it was possible for Huhansie to make his ceremonial visit to China. This visit took place during the New Year’s festivities in 51 b.c. and occasioned the display of much pomp and power on the part of the Chinese. The Shanyu was treated with every consideration in order to induce him to remain in vassalage to China. In addition he and his followers were given a large number of valuable presents. After all, the Huns had to be shown that it was well worth their while to submit to the Son of Heaven.

The question now naturally arises—what, in the meantime, had become of the rival Shanyu, Jiji, who had so long lorded it over Northern or Outer Mongolia? The answer to this query is an interesting one and throws much fight on contemporary events in many different parts of Central Asia. Ever since his brother and rival, Huhansie, had thrown himself upon the mercy of China (53 b.c.), Jiji had been in a quandary as to the best course of action to pursue. As long as Huhansie received Chinese support and protection, Jiji felt that his rival could not be really crushed in a military campaign. At first he hoped, by diplomatic means, to be able to loosen the tie between Huhansie and the Chinese. With this end in view, Jiji also entered into friendly relations with the Chinese court; and, though he would not formally declare himself a vassal nor come in person to the Chinese capital to do obeisance to the Dragon Throne, he sent his son to serve half as hostage and half as page in the Chinese court. Moreover, for several years thereafter he continued to send, at intervals, tributary presents to the Celestial Emperor.

But though Jiji’s son and other envoys from the Northern Huns were received in a friendly manner by the Chinese, the latter showed quite plainly that Huhansie and the Southern Huns, as avowed vassals, were their favorites. By 49 b.c. Jij'i had begun to realize that he would have to rely upon something other than diplomacy if he were to create for himself a really great empire. He determined to be a great conqueror even if he could not be a great diplomat.

Although Jiji’s original domain had been Northeastern Mongolia, it would seem as if he made no attempt to extend the boundary of his kingdom eastward. Common sense prevented him from marching southward and attacking the combined armies of China and his rival, Huhansie. Following an old ancestral urge, he determined to march westward and establish his headquarters in Zungaria and Turkistan. (...)

The westward migration of Jiji and the northern migration of Huhansie brought about a curious situation. For several years, the Huns had been divided into two kingdoms which we have called the Northern and Southern Kingdoms. After all this shifting of population, the two rival Hunnish Kingdoms continued to exist; but they can no longer be called the Northern and Southern Kingdoms but must now be referred to as the Western and Eastern Kingdoms, the one in Zungaria and Turkistan, the other in Mongolia.

McGovern,William Montgomery // Early Empires of Central Asia 1939



The Southern (Eastern) Hun-Turks

Footnote: Even in the 6th century Turks among Chinese

Empress Ashina (551–582), empress of the Chinese/Xianbei dynasty Northern Zhou. She was the daughter of Göktürk's (Turkish Khaganate) Muqan Khagan (Reign: 553-572) son of Bumin Khagan. Her brothers are Apa Qaghan and Yangsu Tegin/Tigin (Prince). Her husband was Emperor Wu. 


Book; "They were Once Turk. Chinese Families of Turkish Origin" bu Kürşat Yıldırım, 2018

"The Effects of Turks on the Political and Cultural History of the Far East" by Prof. Dr. Alimcan Inayet (Journal of Turkish World Studies, Volume: VIII, Issue 1,2008)

"The number of Uighur Turks settled in different regions of the Tang/T'ang Dynasty reached hundreds of thousands. Thousands of Uighur Turk families settled in the capital Chang-an. Turks and Chineseized Turks had a great influence on many political and military activities during the Sui and Tang dynasties. Therefore, the lineage of the ruling dynasty of the Tang/T'ang Dynasty was also mixed with Turks. Of the 369 viziers in the dynasty, 36 were of Turkish descent. Tang/T'ang power relied heavily on foreign power."


"About Several Hun Ruler Kurgan and Tombs in China in the IV-V. Centuries" by Tilla Deniz Baykuzu, Ege Uni.TID,vol.XX,no:2, 2005

"The oldest Turkic kurgans found as a result of archaeological excavations are the Pazyryk and Noin-ula kurgans. Pazyryk dates to the III century BC and Noin-ula to the I century BC. The Huns lived and established states in vast territories from Southern Siberia to the steppes of Mongolia and from there to the interior of China. Therefore, it would be correct to look for the kurgans of the later periods of the Huns in these geographies."


SB