22 Ekim 2015 Perşembe

Od Ana - Hestia - Vesta


















VESTA ve  RAHİBELERİ

Şehirlerin ,ailelerin koruyucusu ben Hestia,
Sunaklarım var her evde ,tapınakta. 
Evlenmek istememişim almışım sözümü , 
Tanrılar ve insanlar şereflendirdi ünümü.
Olimposlu diğer tanrılar gelip gittiler , 
Ben her daim kaldım, ama efsanelerde anılmadım.
Ocağımın ateşi yanınca , bakarlar bacasına, 
Tüten dumanlar anlatır , Yaşamın sırrı saklıdır. 
Duman olmayan yerde ateş yoktur , 
Evlerin ve şehirlerin içi boştur.
Kızlarım var bana yardımcı , 
Vesta rahibeleridir adları. 
Anlatsınlar size bir ayin , 
Ocağımın ateşi her daim sizin.

Vesta Rahibeleri:
6 kızız biz , soylu aileden geliriz. 
Şehrin ateşini sahiplenmişiz. 
Koruruz onu gözümüz kapalı , 
Yoktur Rahibelerin başka amacı. 
Otuz yıl görev alırız , küçüklükten yetişiriz , 
Ayinlere katılır , kurbanlara tahıllı tuz serperiz.
Bereketli olsun hepimize , 
evimizde şehrimizde , sönmesin ateşimiz.

SB, 2010
Şiiri ilköğretim çocukları için yazmıştım....








Türklerde : Ocak (Ateş) + Çadır (Yurt) + Aile = OD ANA







" “Ateş” ve “ocak”ın hâkim bir ruhu olduğuna inanılmış ve genel olarak bu ruha “ateş ve ocak iyesi” adı verilmiştir. Türk dünyasında ateş ve ocak iyesine genel olarak “OD  ANA” diye hitap edilmiş ve bu İYE kadın gibi tasvir edilmiştir. "


"  Tuva Türklerine göre ocağın bir iyesi (sahibi) vardır. Bu iye insanları kötülüklerden uzaklaştırıp korur. Özellikle çocukları ve hayvanları musibetlerden ve hastalıklardan korur. Böyle olunca da ateş, aile ocağının en önemli zenginliğidir. Bir evde ölüm olduğunda aile için “ocağı söndü” denilir. Yani ocak, ailenin varlığının, birlik ve beraberliğinin sembolüdür. "


"Türk kültüründe yalnızca bir tane ateş ve ocak iyesi yoktur, her evin, her yurdun ocak iyesi ayrıdır. Bu ocak iyesi o evi ve evin içinde yaşayan insanları, hayvanları kötülüklerden, belalardan, hastalıklardan korur. İyiliksever ve koruyucu bir ruhtur. Eve bolluk ve bereket getirir. Örneğin Hakaslar'da aileyi kötü ruhlardan koruyan, eve şans ve zenginlik getiren, zamanını evin birliğine sarf eden ot-ine’ye “çurttıñ eezi” (evin sahibi), “çurttıñ hadarçızı” (evin koruyucusu), “kiziniñ huyagı” (insanın koruyucusu), “hadargannıñ halhazı” (hayvanların koruyucusu) gibi isimlerle de hitap edilir. Bu yüzden her evde “ocak”a ve “ocak iyesi”ne hürmet edilir, saygıda kusur edilmez. Ocak iyesinin hoşlanmayacağı davranışlar yapılmaz. Zira böyle bire şey yapıldığında bu iye ne kadar iyiliksever bir ruh olsa da, yapılan kötü muamelenin karşılığını vererek cezalandırır. Bu noktada ateş ve ocak iyesinin insanî bir takım vasıflarla algılanması, bu iyenin de insana benzer bir şekilde karnının acıkacağını ve doyurulması gerektiğini düşündürtür. O yüzden ateş iyesini doyurmak için bazı zaman ve durumlarda ocağa bir takım takdimeler sunulur. 


Böylelikle ateş iyesini memnun etmek ve gücendirip kızdırmamak için ateşin ve ocağın etrafında bir takım kurallar ve tabular oluşmuştur. Mesela Tuva Türklerince ateşe tükürmek, kül silkmek, keskin eşyalarla ona dokunmak, çöp atmak, ayağı ocağa doğru uzatıp oturmak, aile ateşinin sahibini tahkir etmek, ocağı mundarlamak demektir....Yakutlarda da aileyi kötü ruhlardan koruyan ateş ve ocak iyesi her gün beslenir. Kazandan çıkan ilk lokma bu iyenin hakkıdır. Yakutlar her gün yağ ve et parçaları atarak ateşi beslerler. Ancak ateş iyesinin demirle ateşi karıştırmak gibi saygısızlık gösterildiği takdirde insanlara acı vererek evi yaktığı düşünülür."


" Çuvaş inanışlarında da her evde bulunduğu kabul edilen ve ocağın ruhu olan ateş anası (vut ama) ve ateş babası (vut aśśi) vardır. Bu ateş anasını doyurmak için sonbaharda bir tören yapılır. "


"Ateş iyesinin neden doyurulduğuna dair bir anlatı da Yakut Türkleri arasında mevcuttur. İbrahim Dilek’in N.M Emelyanov’dan aktardığı bu anlatmaya göre eskiden çocuğunun ateşe atacağı yemeği sürekli olarak yiyen bir ihtiyar vardır. Bu durum uzun süre devam eder. Bir gün baba avlanmaya gidince muhtaç bir adam gelip çocuğa aç olduğunu ve o gece babasından farklı olarak başka bir yerde yatmasını söyler. Çocuk muhtaç adamın söylediklerini yaparak babasından ayrı bir yerde yatar. O gece evlerini ve babasını ateş yakar. Anlatıya göre bundan sonra Yakutlar ateşe yiyecek atarlar. Efsaneye göre muhtaç adam, o evin ateş ve ocağının iyesidir, kendisine yapılan kötü muameleye evi ve ihtiyar adamı yakarak karşılık verir, kendisini besleyen çocuğu ise korur ve kurtarır.


Ocağa neden yiyecek atılması gerektiği konusunda anlatılan başka bir anlatıyla da Altay Türklerinde karşılaşıyoruz. Altay Türklerindeki bu anlatıya göre çok önceleri bilici bir kimse evde otururken dışarıdan güzel bir kadın çıkagelir. Daha sonra ise evin ateşinden başka bir kadın çıkar. İki kadın kendi aralarında sohbete başlar. Dışarıdan gelen kadın ne kadar güzel bir kadınsa, ateşten çıkan da o kadar çirkindir. Gelen kadın evin ateşinden çıkan kadına görünüşünün neden bu kadar kötü olduğunu sorar. Evin iyesi evin çocuklarının sürekli olarak bıçakla ona vurup güçsüzleştirdiklerini, ateşe yiyecek hiçbir şey saçılmadığını, bu yüzden çirkin olduğunu söyler. O da diğerine neden bu kadar güzel olduğunu sorar. Dışarıdan gelen güzel kadın ise ev sahibinin nereden bir yiyecek gelse ateşe de döktüğünü, inek sağıldığında ateşe de saçtığını, yanan ocağı bıçakla dağıtmadığını ve bu yüzden güzel olduğunu söyler. Bu olayları anlatan, evde oturup bütün olanları gözleyen bilici kişidir. Bütün bu anlatılar, ateş ve ocak iyesinin doyurulması gerektiğini, aksi hâlde zayıf kalan koruyucu iyenin zararlı olabileceğini etkili bir şekilde ortaya seren ve dinleyenleri de bu nedenle inandıran anlatılardır. İyelerin birer insan görünümündeki tasviri de bu konuda antropomorfik yaklaşımı bir kere daha kuvvetlendirmiş olmaktadır."


"Türk kültüründe “ateş” ve “ocak”ın hâkim ruhlara, iyelere sahip olduğu ve bu iyelerin ev ve aile hayatı açısından son derece öneme haiz olduğu, dolayısıyla ateş ve ocak etrafında bir takım kurallar bütünü oluşturulduğu, aynı zamanda insan tahayyülünde ateş ve ocak iyesinin antropomorfik bir şekilde algılandığı ve tarif edildiği yukarıda ifade edildi. Ateş ve ocak iyesinin kişiselleştirilmesinde, bu iyelerin daha çok kadın görünümlü olduğunu da belirtmek gerekir. Ateş ve ocak iyesinin antropomorfik görünümü konusunda yukarıda verdiğimiz bilgilerde de bu açıktır. Her şeyden önce ateş ve ocak iyesi “ot ana”dır. Bunun haricinde bu iyenin tasvirlerinde kadının fiziki görünümü yansıtılır. Altay Türkleri, ateş iyesini beyaz ve parlak genç bir kız gibi tasvir ederler.

Minusinsk Tatarları için ateş ruhu iyesi, “60 tane beliği ve 40 tane dişi olan, sürekli olarak boz kısrak üzerinde seyahat eden, altın yaprakları olan akağacın gölgesinde dinlenen ve Yenisey’in yukarı kısımlarında yaşayan bir bakire”dir.


Çuvaşlarda ocak iyelerinden olan hĕrtsurt, her yerde beyaz elbiseleri giyinen bir genç kız olarak tasvir edilir. Hĕrtsurt, aynı zamanda ip eğirmeyi ve un elemeyi seven, insanlara ihtiyar bir kadın şeklinde görünen ruh olarak da tasvir edilir. Şorların inanışlarında da ateşin ruhu kadındır. Ateş iyesinin “ot ana” olarak algılanışı ve kadın olarak tasvirinin temelinde kadının ev ve aile hayatında yüklendiği sorumluluklar ve edindiği görevlerin yer aldığı düşünülebilir. Tokarev, Vera Nikolayeva Haruzina’nın bu konudaki görüşlerini onun “K voprosu o poçitanii ognya” (Ateşe Saygı Sorunu) isimli yazısından aktarmaktadır. Haruzina kadının ateş ve ocakla bağlantısını şöyle anlatmaktadır: 


“İnsanlığın hayatının şafağında kadın ocaktaki ateşin sürekli veya geçici doğal koruyucusu değil miydi? Avcı erkek bazen uzaklara giderdi; kadın da sürekli olarak mülkiyetini azaltmak zorunda kalmıştı. Eğer ateşin temin edilmesi ve onun desteklenip korunması güçlüğünden hareketle bunu kadına bırakmak mümkün olmasaydı, kadına bulunduğu yerdeki ateşi korumak dışında ne kalırdı? Kadın erkekten daha fazla ateşle uğraşmak, onun özelliklerini, alışkanlıklarını öğrenmek imkanına sahipti… Kadın ateşin neden kızdığını, neden çatırdadığını ve kıvılcımlar çıkardığını anladı, onun dilini yukarı kaldırmasını ve kendisininse atılan yiyeceği açgözlülükle ısıtmasını sağladı. Kadının dikkati doğaya odaklanmıştı, onun desteği bu yüzden önemliydi. Kadının aklında bir sürü batıl görüş yerleşti, o ateşle ilgili inanılır işaretlerin bütün sistemini oluşturdu” (Tokarev, 2006a: 259)."


"Ancak ateş iyesinin cinsiyeti konusunda Sibirya’da iki istisna vardır; gelişmenin daha üst aşamasına ulaşan Yakutlarda ve Buryatlarda ateş iyesi erkektir. Çuvaş dualarında da ateş anne yanında ateş babaya rastlanır. Ancak bu durumda şöyle bir problem çıkmaktadır. Ateşin iyesinin dişi veya erkek olduğuna inanılan gelişim dönemlerinde, yani toplumun avcı-göçebe ya da yerleşik hayat safhalarında kadının evdeki rolü değişmez.


Kadın, göçebe hayatta da yerleşik hayatta da ateş ve ocağa karşı yükümlüdür, yani ateşi o yakar ve o korur. Ateş ve ocak iyesinin kadın tipli oluşunda, aile oluşumunun başlangıçta anaerkil bir yapı sergilemesi ve daha sonraki aşamalarda ataerkil bir yapıya dönüşmesinin daha etkili olduğu görünmektedir. Bilindiği üzere aile anlayışının başlangıcı anaerkil bir esasa dayanmaktadır; anaerkil aile sistemine göre ailenin soyunun devamında kadının rolü erkeğe göre esas ve üstün tutulmaktadır.


Ateş ve ocak iyesinin kadın olarak algılanışında, bu dönemin izleri aranmış, kadın başlangıçla alakalı olduğu düşünülmüştür. Dolayısıyla ateşin erkek iyesinde de ataerkil aile anlayışının izlerini aramak gerekir. Örneğin Radloff’un derlediği Abakan Tatarlarının mitlerinde ateş hamisi, Tanrı’nın küçük oğlu olarak görülür. Fuzuli Bayat, Tanrı’nın küçük oğlunun Ateş hamisi olması ile Türk aile sisteminde küçük oğlun baba ocağının sahibi olması arasında bir alaka, bir yakınlık kurar. Çünkü ataerkil aile anlayışında soyun babadan oğula geçtiği ve aile ocağının erkek evlat tarafından sürdürüleceği anlayışı hâkimdir. Türk kültüründe ateş ve ocağa dair inanış ve uygulamalarda her iki aile anlayışının da izlerini görmek mümkündür. Ateşin iyesi konusundaki inanışlarda ise ateşin kadın iyesi daha baskındır. "


"Türk kültüründe de “ateş” ve ateşin yandığı yer olan “ocak”, kutsal ve tanrısal bir varlık olagelmiştir. Bu açıdan “ateş” ve “ocak” etrafında kutsal inanış ve davranış kalıpları oluşarak bir kült hâlini almıştır. Türk kültüründe “ateş” ve ocak”ın tanrısallığının dışında insan hayatının odağına yerleşmiş canlı bir varlık olduğu, yani genel olarak “ateş ve ocak iyesi” olarak adlandırabileceğimiz hami bir ruha sahip olduğu inancı hâkimdir. Ateş ve ocak iyesi, ateş ve ocağın insan hayatındaki yeri ve aile hayatında kadınların ateş ve ocakla olan bağı nedeniyle daha çok kadın olarak tasvir edilmiş ve “ot ana” olarak hitap edilmiştir.


Son derece önemli ve kutsal kabul edilen “ateş” ve "ocak" etrafında bir takım kurallar oluşmuştur. Bu kurallar bütününün önemli bir kısmında ateşe “saçı” takdim etmek yer almaktadır. Bu durum, ateş ve ocak iyesinin tanrısallığını ve insanlar ile tanrı ve tanrısal varlıklar arasında aracı bir pozisyonda olduğunu göstermektedir. Bunun yanı sıra, ateşe su dökmemek, ateşten elde edilen külün her yere dökülmemesi, ateşe sivri bir şeyin atılmaması, ateşe çöp atılmaması gibi yasaklar ile bazı durumlarda ateşe yiyecek takdim edilmesi gibi saygı içeren davranış kalıplarının arkasındaki nedenler, ateşin ve ocağın bir “tabu” olduğunu ortaya koymaktadır. “Tabu”, bir yandan “kutsal” anlamına gelirken öte yandan da “tehlikeli”, “korkunç”, “yasak”, anlamlarına gelmektedir. Yani tabunun temelinde “korku” ve “saygı” denilen iki duygu yatmaktadır. 


Ateş ve ocakla ilgili inanış ve uygulamalara baktığımızda ateşin ve ocağın kutsal ve saygı duyulan bir varlık olduğu açıktır. Kutsallık, saygıyla birlikte korkuyu da beraberinde getirir. Ateşin ve ocağın kutsallığı ve bu kutsal varlığa duyulan korku hissi, bu varlığın etrafında bir yasaklar ağının örülmesinin de en önemli sebebidir. Diğer taraftan ateş ve ocak, kutsal olduğu kadar tehlikeli ve korkunç bir unsur olarak da değerlendirilebilmekte ve zararlı ruhlarla ilişkilendirilebilmektedir. Nitekim ateş ve ocağın bu iki zıt duyguyu birlikte barındırması, onun canlı bir varlık olduğu, bir iyeye sahip olduğu inancını desteklemektedir.


"It is believed to be familiar spirit of fire and hearth and called “familiar spirit of fire and hearth” to this spirit in general. it is called “ot ana” to the familiar spirit in the Turkish world in general and this familiar spirit is illustrated like a woman. "


Dr.Satı Kumartaşlıoğlu
Balıkesir Üniversitesi
Karadeniz araştırmaları güz 2014, sayı 43




* * * 



"Türklerde ateş ve ocak kültleri birbirinden ayrılmaz. Sotun ve ata ocağının devamı "Otçigin/Ottigin" adı verilen en küçük çocuğun görevidir. O, çadırdaki (yurt-üy-eb-ev) ocağın sönmemesi için baba ocağında bırakılır."






* * *




"Türklerin kam (Şaman) kültlerinin en önemlilerinden birisi de , OCAK kültüdür, Önem sıralaması yaparsak; Gök Tengri, Güneş, Ay, Yer – Su, Ata kültlerinden sonra, Ocak kültü yer alır."





* * *




"Bugün ateşe duyulan saygıyı belli ölçüde devam ettiren Sibirya Türklerinin (Altay, Tuva, Hakas, Saha, Şor) günlük hayatında ateşin yeri incelendiğinde bunun bir tapınmadan ziyade aşırı saygı anlamına geldiği görülmektedir. "


- Hayata veya hayatın içinde yer alan unsurlara dair başlangıç ve bitiş noktalarında ateşin bu anların sembolü olmaktan öte yapılan işin kendisiyle aynîleşme özelliği (Evlenen çiftlerin evlerinde ateş yakıp kutsamazlarsa bu evliliğin tanrı katında kabul edilmeyeceğine veya boşanan çiftlerin evindeki ateş söndürülmeden boşanmanın tam anlamıyla gerçekleşmiş olmayacağına olan inanış ya da Şor Türklerinde olduğu gibi ölünün kırkıncı gününde ruh, ruhlar âlemine uğurlanırken yapılan törende söndürülen ateşin ölünün bu dünyayla ilgili son bağının da yok edilmesi anlamlarını taşıdığı gibi.)

- Ateşin koruyucu özelliği (Ateşin evi ve aileyi koruması)

- Ateşin yardım edici özelliği (Yolculuğa veya ava çıkarken ateş iyesinden yardım istenmesi) 

- Gerekli saygı gösterilmediği, zarar verildiği veya ona karşı yapılması yasak işler yapıldığında ateşin cezalandırıcı özelliği (Ateşe yiyecek verilip dua edilmediğinde veya ona sivri uçlu aletlerle dokunulduğunda bunları yapan kişiyle birlikte evini yakması)

- Ateşin tedavi edici ve arındırıcı özelliği (Ateşin bazı hastalıkları bilhassa ruhsal bozuklukları tedavi ettiğine, tütsüleme yoluyla yaşanılan mekânla birlikte insanları arındırdığına ve Nevruz bayramında üstünden atlamak suretiyle kötülük ve hastalıklardan kurtardığına inanılması

- Ateşin bazı şeylerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin habercisi olma özelliği (Ateşin çıkardığı seslerin veya aldığı vaziyetin fırtına çıkacağı veya eve konuk geleceği… gibi bazı durumların işareti olarak kabul edilmesi)

- Ateşin insanla ilahî varlıklar arasında bir vasıta olma özelliği (Sahalarda ateşin karşısına geçme suretiyle meleklerle karşı karşıya gelindiğine ve Beltirlerde de yakılan ateşlerin gökyüzüne haber götürdüğüne inanılması)

- Ateşin bereket verici özelliği (Kendisine gerekli saygının gösterilip, yiyecek sunulan ateşin evin bereket ve kazancını artırdığına inanılması) 


Altay Türklerinin inanışına göre her Altay Türk’ünün hayatında en anlamlı ve en değerli şey, onun doğup büyüdüğü evi, ateşi ve ocağıdır. Çünkü evin ocağı, evde yakılan ateş, Altay ailesinin asıl unsurudur. Ateşin etrafında toplanan ailenin mutluluğunun, bu ateşin alevlerinden çocuğa geçeceği düşünülür. Ateş ve ocak bütün Türklerde olduğu gibi Altay geleneksel yurdunun da tam merkezinde yer alır. Radloff’a göre Altay yurtlarının tertip ve iç taksimatı, her yerde aynıdır. Yurdun ortasında ocak ile büyük bir üçayak ve bunun üzerinde de kazan bulunur. Burada bütün gün hiç kesilmeden ateş yanar (Radloff 1994: 25). 


Aynı telakki bugün Anadolu’da hem Sünnî, hem gayrı Sünnî topluluklarda mevcuttur. Ataların canları, yakılan ocağın içinde tecellî eder. Bu itibarla bir evde ocağın devamlı yanması, o ailenin saadet ve sürekliliğine işaret sayılmıştır (Ocak 2000: 228). Her Altay Türk’ünün hayatı, ocağın başından ve at direğinin dibinden başlar (Bidinov 1998: 7). Bahaeddin Ögel’in Dırenkova’dan naklettiği “yanan bir odunu, bir evin ocağından, diğer evin ocağına götürme ve kardeşler evlendikten sonra küçük oğulun eski ateşin sahibi olması gelenekleri” (Ögel 1995: 504), Bidinov’un yukarıdaki tespitleriyle örtüşmektedir.


Altay Türklerinin inançlarına göre her ev iyelidir. Fakat ocağın ve ateşin iyeleri başka başkadır. Güzel, genç kızlar olan bu iyeler, kimseye görünmeyip ateşi saf ve temiz tutarlar. 


 Ateşe yiyecek verildikten sonra Altay Türkleri aşağıdaki gibi dua ederler.


Tört talalu taş oçok  - Dört kenarlı taş ocak
Tört kindiktü Ot-ene  - Dört göbekli Ateş Ana
Taklan-külin töjöngön,  - Kavut gibi külünü döşenmiş,
Ak kubarın castangan,  - Ak tozuna yaslanmış,
Ak calbıştu Ot-ene.  - Ak alevli Ateş Ana.
Köbö canıs kiñi bar,  - Tek göbeği var,
Tört kayın tözölü,  - Dört kayın destekli,
Tönön sarı kıyralu,  - Tönön sarı kıyralu (4),
Törölü curtı curtatkan,  - Töreli yurdu yaşatan,
Töbölü baştı cırgatkan,  - Tepeli insana keyif veren,
Tört kindüktü Ot-ene.  - Dört göbekli Ateş Ana
Bay sabaa tuturgan,  - Kutsal kabı tutturan,
Bayzın curttı curtatkan,  - Zengin yurdu yaşatan,
Ar-camannañ ayrıgar,  - Kötülükten kurtarın
Aza ceekten kaçalar.  - Şeytandan uzak tutun.
Kaburtugar bek salar.  - Otlayanı (hayvanımız) sağlam tutun.
Törtön baştu Ot-ene.  - Kırk başlı Ateş Ana
Bir alkıjıgar beriger,  - Bir alkışınızı verin,
Bir bıyanıgar cetiriger,  - Bir rahmetinizi yetirin,
Bir camanım taştagar.  - Bir kötülüğümü affedin.
Op-kuruy, op-kuruy!”  - Op-kuruy, op-kuruy!” (Muytuyeva 1996: 38) 
(4) Dört yaşındaki atın yele veya kuyruğundan bağlanan parçalar. 



Sahalar için de kutsal kabul edilen ateş evin merkezidir. Sahalar ateşe;

Aal uokkun otun  - Kutsal ateşini tutuştur,
Alaha cieğin terin  - Ferah ve sevimli evini kur ; diye dua ederler.



Radloff Altay Türklerinde gelinin yeni evine geldikten sonra ocağın önünde yere kadar eğildiğini, ocağa bir parça et atıp, kımız döktüğünü kaydeder (Radloff 1994: 75, 77). Gelin ateşe saygısını sunduktan sonra ailenin büyüklerinden biri;


Odurgan odı çoktu bolzın,  - Yaktığı ateşi harlı olsun,
Oturgan boyı ençü bolzın,  - (Bu evde) oturan huzurlu olsun,
Altın oçok taykılbazın,  - Altın ocak yerinden oynamasın,
Askan kazanı kelteybezin!  - Astığı kazanı yerinden kaymasın!
Eelgelü curt tutsın .  - Kutsal yurt tutsun.
Ercinelü mal azırazın.  - Kıymetli hayvan yetiştirsin.
Aydap cürgeni mal bolzın.  - Sürdüğü mal olsun.
Azırap cürgeni bala bolzın.  - Yetiştirdiği çocuk olsun.
Amadap cöögön keldiler  - Bir amaç için geldiler
Irıs bolzın.  - Bahtları açık olsun.
Taş oçok taykılbazın  - Taş ocak yerinden oynamasın
Talkan-küli çaçılbazın.  - Kavut gibi külü saçılmasın
Aytkan sözim alkış bolzın.  - Söylediklerim alkış olsun. (Ukaçina 1993:85-86)

şeklinde alkış sözler söyleyerek evli gençler için iyi dileklerde bulunup dua eder. 




Dr. İbrahim DİLEK
Gazi Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, TDE Bölümü 
Ahmet Yesevi Üniversitesi, bilig güz 2007








* * *




Ocak, Od / Ateş İyesi

Ocak kelimesi Eski Türkçe od (ateş), oç/oc, köküyle yer bildiren ag/ağ (-ak) ekinin birleşmesiyle oluşmuş bir kelimedir. Kelime odag>odağ>oçag>oçağ>ocag>ocağ şeklinde bir gelişme göstermiş olmalıdır. Bu kökten hareketle dilimize kazandırılan ve kültürün yansımaları olan kelimeler, ocak kavramı etrafında büyük bir kelime hazinesi oluşturmuştur.


Körocağ / Körocak = Çocuksuz Aile


Deyim ve atasözlerinin oluşması dil sosyolojisi bakamından oldukça önemlidir. Çünkü, toplum hayatını yansıtan bir durumu belirtme, hüküm bildirme, o dili kullanan insanların uzun süreli birlikteliklerini, paylaşımlarını ifade eder. Hele ki deyim ve atasözlerinin altında yatan bir söylence olduğu düşünülürse bu söylencenin oluşması için geçen süredeki ortaklık o toplumun birlikteliğini yansıtır (Günay, 2007: 244). Ocak kavramı da deyim ve atasözlerinin oluşturulmasında oldukça sık kullanılmıştır. Kelimenin toplum içindeki yeri, önemi ve zengin kullanım şekli, atasözü ve deyimlerin parçası olmaya zemin hazırlamıştır.


Ocak kelimesinin sıkça geçtiği ve yeni anlamlarla karşılaşılan kaynaklardan biri de Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü’dür. Burada yirmi iki maddede ocak geçmektedir. “Ocağına düşmek, ocağına incir dikmek” deyimleri dışındaki kelimeler, yeniçeri teşkilatıyla ilgilidir. Daha çok tamlama şeklinde ve meslek, iş sorumlusu ifade etmektedir: “ocak ağa-sı(ları), ocak başçavuşu, ocak bazirgânı” örneklerinde olduğu gibi. Buradaki ocak, yeniçeri ocağı anlamındadır.



Alevilik-Bektaşilikte Ocak

Alevilikte ocak; çiğ nesneleri pişiren makam, din ulularının soyu (Sümer,1999), ibadet yeri olarak tanımlanmaktadır. Alevi inanç sistemindeki tüm ocaklar, “El ele, el hakka” ilkesinden hareketle birbirine bağlıdır. Kocadağ’a göre Horasan’daki İmam Ali Rıza’nın çocukları, günümüzdeki dedelerin ve seyyidlerin atalarıdırlar. Ancak, seyyidlerin çoğalmaları sonucu, bugünkü ocaklar oluşmuştur. Bu ocaklar içinde en bilineni Hacı Bektaş Velî Ocağı’dır.


Ocak kelimesi, ontolojik boyutta hem somut hem soyut tabakaya hâkimdir. Dolayısıyla Alevi inanç sisteminde ocak;


• Ev (ata ocakları)
• Aile (boy ve aşiret)
• Uzamsal mekân (türbe ve tekkeler)
• Sosyal sorumluluk düzenleme alanı (düşkün ocakları)
• Tedavi yeri (sağaltım ocakları)
• Meslek erbabları (Tahtacılar, Demirciler)
• İnanç merkezi anlamlarına sahiptir. Bunlara ek olarak yukarıda yer alan genel anlam alanı, Alevi inanç sistemi içerisinde “ocakçı” şeklinde bir sorumluluk bildiren terim oluşmasına zemin hazırlamıştır. Ocakçı, gürgürcü olarak da bilinmektedir ve ocakçı, ocağı yakan, bunun sönmemesini sağlayan ve ocağa sac koyarak fazla ısının cemaati rahatsız etmemesini sağlayan kişidir (Arslanoğlu, 1998).


Türk toplumunda eski zamanlardan bu yana var olan ocak kültü, Alevilikteki ocak kavramıyla ilişkilidir. Ocağı kutsamak amacıyla kurbanların kesilmesi, adakların sunulması Anadolu uygarlıklarından bu yana var olmuştur. Onarlı’ya göre ocak kültünü daha da ileri bir üst düzeye getirerek dinî bir veçhe kazandıran Alevi toplumu; dinî önderleri dede ve baba evlerini “ocak” kabul edip kutsayarak İslami daire içine almışlardır. Binlerce yıllık tarihin derinliklerinden gelen bu inanç; “dede ocakları” şeklinde kurumlaşarak, 9. yüzyılda filizlenmeye başlamış ve 13. yüzyılda coğrafi olarak yaygınlaşarak Ocakzâde dede ve babanın adıyla anılan cemevi, tekke ve zaviye şekline dönüşmüştür. Dolayısıyla Alevilikteki ocak kavramının içerisine tekke, zaviye kavramlarını da almak gerekmektedir. Karakurt’a göre tekke, dervişlerin barındıkları, ibadet ve tören yaptıkları yerdir ve Türklerde ocak olarak da bilinir (Karakurt, 2011: 90). Bu bilgiden de hareketle ocak kavramının içeriğinin mekân boyutuyla da geliştiği görülür.


Pakalın’a göre ise ocak, Bektaşi tabirlerindendir. Bektaşi tekkelerinin meydan odalarında kıblenin olduğu yerdeki ocağın adıdır. Ocak bulunmayan meydanda köşenin biri ocak ittihaz edilir. Ocağın bir tarafında Seyyit Ali postu, öbür tarafında Horasan postu vardır (Pakalın, 1993: 710). Yeniçeri ocağı bünyesindeki birçok ritüel, sosyolojik boyutta yer almış ve ocak kelimesiyle edebî, tarihî karşılaşmalar yaşanmasını sağlamıştır.


Alevi inanç sisteminde ocak kelimesinin bir diğer karşılığı, sağaltım sağlanan yerdir. Şifa bulunan yerlere de ocak denir. Bu olgunun çağdaş yansıması Sağlık Ocağıdır. Fakat doğaüstü güçlerle bağlantılı olarak şu ocaklara rastlanır ve buralarda bazı rahatsızlık ve sıkıntılardan kurtulunabileceğine inanılır: Al Ocağı, Kül Ocağı, Uçuk Ocağı, Alaz Ocağı, Sarılık Ocağı, Arpağ Ocağı, Bağı Ocağı, Göz Ocağı, Alaca Ocağı, Kurşun Ocağı, İnme Ocağı, Kumru Ocağı, Karınca Ocağı, Siğil Ocağı, Kısır Ocağı, Mum Ocağı, Yel Ocağı, Kızıl Ocağı buna örnektir (Karakurt, 2001). 


Bir tanıma göre herhangi bir hastalığı okumaya izinli ve bu izni babadan oğula devreden kişiler hakkında da ocak tabiri kullanılır (Tercüman,1982’den akt. Arslanoğlu, 2001). Şeyh Hasan’ın 1224 yılında yaptırdığı Büyük Ocak Tekkesi (Onarlı, 2000), hastalara şifa dağıtan ve şifa bulanların adaklarını yerine getirdikleri yer olarak bilinir.


Alevilikte ocağın bir diğer işlevi, sosyal sorumlulukları düzenlemektir. Bu görevi ise düşkün ocakları üstlenir. Alevi inanç yapılanmasında Hıdır Abdal Ocağı bu görevi üstlenmiştir. Suç işleyen talip, bu ocağa gönderilir ve uygun görülen süre boyunca kendine verilen işi yapar. Devamında talibin eğitimini tamamladığına ve cezasını çektiğine kanaat getirilirse talip, bağlı oluğu ocak dedesine geri gönderilir.


Alevi inanç sistemi içerisinde ocak kavramına yüklenen bir diğer anlam ise “ev, hane, yuva”dır. Menkıbeye göre Yunus, Hacı Bektaş Velî’den müsaade isterken, “Bire erenler, üç gündür beni mihman ettiniz. Artık buğdayımı verin de ben ocağıma döneyim (Arslanoğlu, 1999).” der. Alevi gülbenglerinde de “Dârların mamur olsun, muradın hasıl olsun, evin ocağın şen olsun” ifadeleri yer alır. Deyimler arasında yer alan “ocağı sönmek” ifadesinin kökeninde insan olan bir evde ateş söndürülmemesi inancı yer alır. Onarlı , bu durumu şu ifadelerle açıklar: Ateşin sönmesi istenmiyorsa ocağa tezek yerleşitirilerek, için için yanması sağlanır ve üstü külle örtülerek dinlendirilir, tekrar odun ocağa atılarak ateş çoğaltılır. Ocak kendiliğinden sönerse “hayra alamet” sayılmaz. Bir kimseye beddua edilecekse “Ocağın Sönsün” diye dua edilir (Onarlı, 2000). Ocağın sönmesi, Alevi ve Bektaşi inanç sisteminde sır etmek, uykuya varmak anlamında da kullanılır. Tüm bu ifadeler, ocağın mekânsal boyutta karşıladığı “ev, yuva” anlamlarını kanıtlar niteliktedir.


Gülçiçek , Anadolu ve Balkanlardaki Alevi Bektaşi dergâhları/tekkelerini ele alan çalışmasında “Tekkelerin o meşhur kara kazanları ocaktan hiç indirilmezdi; gelip geçenler (âyende ve revendeler) hazır bulunan Baba çorbasından muhakkak nasibini alırlardı.” ifadesini kullanmaktadır. Bu da tekkenin/ocağın “yuva” yahut “misafirhane” işlevini göstermekle birlikte “Tekkeyi bekleyen çorbayı içer.” şeklindeki yerleşik atasözünün kaynağına da işaret etmektedir. Engin  de Alevilikte ata/baba ocağı kurumundan bahsederken “Ata ocağı kavramı; dede ocağını kapsamamaktadır, tam olarak karşılamasa da kutsallık yüklenilen hane anlamındadır, bu anlamda dinî bir kurumdur (Engin, 1999).” diyerek ata ocağını dinî içerikten ayırmadan bir hane, ev, yuva olarak kabul eder.


Ocaklardan bir kısmı meslek erbabı ve bir mesleği babadan oğla devrederek yürüten oymaklardır. Bunlar içerisinde Tahtacılar, Demirciler, Kuyumcular, Keçeciler, Dericiler vb. önemli bir yer tutmaktadır (Yalçın ve Yılmaz, 2002). Alevi inanç sisteminde yer alan ocaklar, toplumsal bir yapılanmayı da böylece beraberinde getirmiştir. Genel kabul, ocak liderinin sahibinin yahut hane reisinin erkek olduğu yönünde olsa da Türk geleneği ve Alevi inanç sisteminde kadının ocakta/ailede asıl söz sahibi olduğu görülür. “Eski Türklerde kadın saygın bir statüye sahipti. Otağın asıl sahibi kadındı. Yolda yürürken kadın önden giderdi, aşa önce kadının el atması beklenirdi. Aile ocağı kutsaldı ve ailenin sürekliliğini koruyan Tanrısal bir gücün varlığına inanılırdı. Onun için her aile bu güç adına kurulmuş bir mabet niteliği taşımaktaydı.


Bu nedenle aile kutsaldı. Bu mabetteki ateşin sönmemesi, ocağı uyanık tutmak görev ve sorumluluğu kadına verilmişti (Temren,1999’dan akt. Arslanoğlu, 2001).” Aksüt’e göre, dede ocağı üyesi kadınlara Ana denir.


Alevi ocaklarına baktığımızda isimlendirmede Baba Mansur Ocağı, Celal Abbas Ocağı, Dede Garkın Ocağı, Derviş Cemal Ocağı, Garip Musa Ocağı, Güvenç Abdal Ocağı, Emirbeyliler Ocağı, Hıdır Abdal Ocağı, Seyyid Sabun Ocağı, Şeyh Delil Berhican Ocağı, Şeyh Hasan Ocağı, Şeyh Samut Ocağı, Üryan Hızır Ocağı, Yalıncık Abdal Ocağı gibi eril isimlerin hâkim olduğu düşünülse de , Anşa Bacılılar Ocağı, Kız Süreği Ocağı gibi dişil ocak isimleri, dil sosyolojisi bakımından iki cinse de yer veren bir katmanlaşmanın olduğunu göstermektedir.


Ocaklar yanmıyor pişmez aşımız
Acep ne olacak bizim işimiz
Hazret-i Hünkâr’a bağlı başımız
Garip gördüm bugün Hacı Bektaş’ı (Fakir Edna, 2005)




DİL SOSYOLOJİSİ AÇISINDAN “OCAK” KAVRAMI
Yrd. Doç. Dr.Kemalettin Deniz
Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü




* * *



Bakış Açım...



Hellen döneminde baba çocuğu kabul ederse evin ocağı/ateşi etrafında çocukla beraber tur atar. Roma döneminde ise ata ruhlarının evin ocağı etrafında dolaştığına inanılarak yiyecek ve içeçek sunumu ile korunmaları sağlanırdı. Gençkız evlilik töreninden önce tüm oyuncakları ateşe atarak ana tanrıçaya sunar ve kendi ailesini kurmasında ona yardımcı olması için dilekte bulunurdu. Hestia/Vesta tapınaklarının yapımından sonra, görevli rahibelerin ayinlerde ateşe-ocağa tahıllı tuz serpmeleri de bereketi simgeler. Tüm bunlar Türk Dünyası'ndaki ocağın/ateşin beslenmesi ile de örtüşür....


Bu yüzden Aile-Ocak tanrıçası Hestia/Vesta'nın Roma veya Hellen kökenli olduğunu söylerseniz, yanılıyorsunuz derim. Kimmerlerin, İskitlerin, Etrüsklerin ve diğer proto Türk kavimlerinin göçlerle taşıdıkları gelenekler diğer milletleri etkilemiştir.  Romalıların Etrüsklerden aldığı ve Hellen kültüründe bulunmayan dairesel yapı da Türklerdeki Otağ-Çadır, yani Evidir (Kazakistan'da Shatyr (Çadır) olarak geçer, lakin Yurt olarak yabancı dillerde yer edinmiştir.) Etrüsklerdeki dairesel mezar-tümülüsleri de bu Otağ'lara göre yapılmıştır. Ebedi Yurt'larıdır. 


Yunan şehir devletinde şehrin bağımsızlığını ve egemenliğini temsil eden Hestia kutsal ateşinin yandığı  Prytaneion-Belediye Sarayı'nın açık tepeliğinde çıkan duman - Türk Otağ'larının açık tepeliğinden çıkan duman - Vatikan'da Papa seçimlerinde bacadan çıkan duman; hep devamlılığın, yaşamın sürekliliğini temsil eder. Ve özellikle Hestia Tapınağı ile Otağ yapı düzeni tıpatıp birbirine benzer.  


Mitolojideki diğer bir anlatım ise Prometheus'un insanı çamurdan yaratması ve ateşi de ona ısınması, pişirmesi ve aydınlanması için vermesidir. Prometheus'un eşinin adı Asia'dır. As Türklerinden gelir ve As'ların Ülkesi anlamına gelir. Demek ki Prometheus'da bir doğuludur ve akıl ile donatılmış zamanın titanıdır.  Ateş insanlara 'düşünme' yetisini verir ve Zeus'u kızdırır. Zeus'a göre insanlar düşünmemeli ve tanrılara biat etmelidir, böylece ateşi insanlardan alır. Prometheus'u cezalandırır (nasıl oluyorsa bu artık!).  


Aslında bu olayda ileri medeniyete sahip olan Doğu'nun, hile ve kaba kuvvetle Batı'nın egemenliği altına girmesi işlenir. 

Prometheus'un getirdiği ateşte, yani ilkel ateş yakma ritüelindeki dönüş hareketleri, bugün için svastika denilen OZ/ÖG Damgasını oluşturur, başka bir deyişle Prometheus Oz'dur,  İleriki dönemlerde Anadolulu olan Apollo Delphi de Pytho adlı bir Ejderi/Serpenti (ki o da  Turan kökenlidir)  öldürerek, zamanın kontrolünü eline alır, arkasından Apollo Kehanet Tapınakları - Oracle yapılır. Neden? Prometheus'un adının anlamı "önceden bilen-geleceği gören"dir, yani zamanın efendisidir ve öldürülen evreni, zamanı temsil eden Ejderha da aslında Prometheus'tur. 


Ejderin öldürülmesi ile de 'El Vermek' olayı gerçekleşmiş, böylece geleceği gören kahinler Apollo'ya bağlanmıştır. Doğulu bir tanrı olan Apollo tarafından Doğulu bir tanrı öldürtülmüştür.  Kehanet merkezleri ilk önce Anadolu da görülmüştür ve 12 tanrılar arasındaki ilk doğan  olmasına rağmen, koltuğunu yine Anadolulu olan Dionysos'a veren Hestia'nın kutsal ateşi de ilk kez,  Platea Savaşı (MÖ.479, Yunan-Pers) 'ndan sonra  Delphi'de yakılmıştır. ( bir de; 12 Etrüsk beyliği, 12 Sümer Beyliği, 12 Hitit Tanrısı, 12 Olimpos Tanrısı, 12 İmam, 12 Havari, 12+12=24 Oğuz Boyu....bağlantısı var.) Delphi'de Yer-Dünya olan Gaia'ya tapınılırdı , Prometheus Gaia'nın torunuydu, kehanetin onun zamanından beri var olduğu söyleniyordu ve tıpkı üç ayaklı kazanları olan Türklerdeki gibi üç ayaklı üzerine oturan kahinlere de Phytia adı veriliyordu. Lakin, Hellenlerde Oracle dönemi Delphi'deki  Hestia ve Apollo Tapınağı'ndan sonra gerçek anlamda  başlamıştı.



Sümerde bilgelik/öğretme tanrıçası/anası olan Nisaba-Nidaba-Naga dünyaya düzen getirecek, organize edecek ve de bunu kayıt altına alacaktır. Babillerin ülkeyi ele geçirmesiyle dişil olan öğretme/bilgelik eril'e geçer ve adı da Nabu olur. Bazı yerlerde eşi olduğu söylenir. Nisaba aynı zamanda toprak tanrıçası olarak tahıl ve hasat ile de ilişkilidir. Kızkardeşi Ninsun'da Bilgimış'ın (Gılgamış) annesidir. 






DİNGİR.NAGA.ZAG.SAL  Dnisaba za3-mi2 - (Tanrıçayı onurlandırmak)

NAGA - AN.NAGA NANİBGAL olarak okunmuş
AN.SE.NAGA NANİBGAL , NAGA NIDABA veya NİSABA olarak okunmuş
SE.NAGA NİDABA veya NİSABA olarak okunmuş

Başaşağı varyantı:
NAGA (ters NAGA) DALHAMUN  "kasırga",  AN.NAGA'da bir "haç" şeklinde,  tıpkı İç Oğuzların çadır evlerinin kubbesindeki ÖG Damgası gibi...ya da Dış Oğuzların, yani Kıpçakların ok şeklindeki OZ (Svastika) Damgası gibi....Birinde uçları açık diğerinde ise kapalı...ama aynı merkezden çıkma...


Kasırga (döner) ve Haç, Oğuzların OZ Damgası (OĞ/ÖG- çarkıfelek, tıpkı kasırga gibi, Svastika, gamalı haç) ve tahta parçası ile ilkel bir şekilde ateş yakmak (döner) ile de aynı şekle sahiptir. Gökyüzündeki dört mevsimde değişen Büyük Ayı Takımyıldızı'da bu şekle benzer. Kendi etrafında dönen kasırgadaki gibi, Bektaşiler de ve Mevlevilikte te grup halinde kendi eksenleri etrafında dönmek, göğe yükselmek, yanarak ozlaşmak, tanrısallaşmakta aynı şeydir. .... Şairlere de bu yüzden OZ-AN denir....

Bu arada,  savaşın yaşandığı  'yanık şehir' Truva'dan (İlios) yüzlerce  Oz (Svastika) damgalı mühürler bulmuştur Schliemann, ve bunları Kentaurlara, yani AT-ADAMLARA ait olduğunu söylemiştir. Olsun, AT-ADAM da bizden, İskit Türklerinin mitolojiye iz düşümü...


Üç semavi dindeki Baş Melek Mikail "Tanrı kimdir" anlamına gelir ve tüm melekler gibi dişil ya da eril değildir, görünmek istediği şekilde görünebilir.  Tanrı’nın kendisinden yarattığı ilk varlık, ilk melektir. Kendisinden sonra Evren’in ve diğer tüm varlıkların yaratılışında Tanrı’nın yanında  yer almıştır. Baş Meleklerin lideridir ve cehennem ateşi yaratıldığı günden beri de gülmemiştir, denilir. Acaba bu Zeus'un "ateşi" çalmasıyla da ilgili olabilir mi? Olabilir, çünkü insanlar da karanlığa mahkum olunca Prometheus mutsuz olur. 


Bazı inanışlara göre Baş Melek Mikail, dünyada bedenli olarak görev almış tek Baş Melektir. Dünya projesinin kuruluş ve diğer çeşitli evrelerinde olduğu gibi Uyumlu Evre’ye geçiş döneminde de  dünyadan ve insanlığa yardımdan sorumlu Baş Melektir. Enerjisi,  altın sarısı, mor ve mavi renklerde arıtan, nötrleyen ve olumsuz enerjiyi temizleyen çok güçlü bir enerjidir. Hintlilerde Pramantha-Svastika'da dönüş şekline göre pozitif-negatif enerjiyi , koruyucu tılsımı temsil eder. Tıpkı Apollo gibi o da Ejderha'yı  öldürür ama burada ejderha bir önceki dini temsil ettiği gibi şeytanı da temsil eder.


Musevilik de Mikail Güneş, İslamda ise Merkür’tür. Türk mitolojisinde ise Mergen Merkür’dür. Akıl ve Zeka Tanrısıdır, bilgelik sahibidir, bilimi ve felsefeyi simgeler, insanlara bilgelik verir. Pergen Han olarak da bilinir.  Göğün yedinci katında oturur. Oku ve yayı vardır ve hedefini şaşırmaz, ışık tanrısı Apollo gibi... NİSABA ya da AN.NAGA'nın gezegeni de Merkür'dür.


Baş Melek MİKAİL,  PROMETHEUS ‘tür, MERGEN’dir, SVASTİKA’dır, OZ’dur (ÖG) OĞ'tur, tıpkı Sümerlerdeki NİSABA-AN.NAGA  gibi....Ve tıpkı Evren'in döngüyü oluşturması gibi, Türk mitolojisindeki Evren/Ebren yani Yılan / Ejder'in de deri değiştirirek döngüyü oluşturur. Ayrıca önemli bir nokta da, bu ocak-ateş kültürünün Türk Dünyasında ve Alevi-Bektaşi Ocakları'nda  HALA devam etmesidir. Yani Hestia ya da Vesta kültünün kökeni ATEŞ RUHUNUN İYESİ BAKİRE OD-ANA'ya Türk Kültürüne dayanır. 




Üff konuyu yine dağıttım :) , neyse...
Gerçekleri saklayanların 'Ocağın sönsün'  mü? .....

SB





Delphi'de dairesel yapı HESTİA/APOLLO



"Hestia, you who tend the holy house of the lord Apollo, the Far-shooter at goodly Pytho, with soft oil dripping ever from your locks, come now into this house, come, having one mind with Zeus the all-wise —draw near, and withal bestow grace upon my song"...link



Hierapolis’te 100’den fazla tümülüs mezar saptanmıştır.
Etrüsk Cerveteri (Necropoli della Banditaccia) de ise 1000 den fazla ve çoğu "tümülüs"tür.

ETRUSCAN TOMB
"Nothing can prove more clearly the Turanian origin of the Etruscans than the fact that all we know of them is derived from their TOMBS" - James Fergusson, A History of architecture in all countries, J.Murray, 1865 ,p.257






"Hestia Histie in İonian is the normal word for the hearth, the centre of house and family."




"Hestia, Histie in Ionian, is the normal word for the hearth, the centre of house and family. To banish or destroy a family is to drive out a hearth. The polis community also has its centre a communal hearth which stands in a temple or in the Prytaneion. The ever-burning hearth in the temple at Delphi was sometimes seen as the communal hearth for the whole of Greece. The hearth is an offering place for libations and small gifts of food; the beginning of the meal is marked by these offerings being thrown onto the fire.  The proverb, 'Begin from the hearth', therefore signifies a good and sound beginning. The power worshipped in the hearth never fully developed into a person; since the hearth is immovable Hestia is unable to take part even in the procession of the gods, let alone in the other antics of the Olympians. In the 'Hymn to Aphrodite', Hestia is called both the eldest and youngest daughter of Kronos; many gods wooed her, but she swore to remain forever a virgin. This accords with the ancient sexual taboos surrounding the heart; it is the daughters of the household who tend the hearth fire, a fire which is also experienced as a phallic force. Thus Hestia sits at the centre of the household 'receiving fatty offerings' ; she never attained an importance comparable to that of the Roman Vesta." ... page 170


"another path which leads into prehistory is language itself. Greek belongs to the group of Indo-European languages, and the scholarly reconstruction of 'Proto-Indo-European' postulates the existence of an Indo-european people in the fourth or third millennium. But the problem which this presents of establishing an unequivocal relationship between the results of linguistic research and the findings of archaeology seems quite insoluble: neither the Indo-European homeland, nor the migration of the Indo-European Greeks into Greece, nor even the very much later historically attested Dorian migration can be identified conclusively on the basis of excavation finds, ceramics or burial forms." ... page 11





hestia - histie - istie - isi 
İstie kelimesindeki "İS" ile ilgili ek bilgi:

"Sümer mitolojisinde İştar; aşk, muhabbet, mahsul ve üretim yaratıcısı anlamında kullanılır. Divanü Lûgati’t-Türk'te Kaşgârlı Mahmut “işler” إﺸﻼﺮ kelimesinin “hatun, hanım” manasına geldiğini ve adlandırılma tarihinin çok eskilere gittiğini söyler. Türk halklarında "kadın yaratıcılar" mukaddes sayılmıştır. Onlar için kurbanlar adanmış ve tütsüler çıkarılmıştır. Büyük ihtimalle “is” إش Türklerin geleneğinde çeşitli kokuların mistik bir nesne olarak kullanılması yahut da hastalıklarda tedavi olarak kullanılması da Sümerlerdeki bu tasavvurda çıkmış olsa gerektir. Bu anlamıyla ateş, alev ve tütsü mukaddes sayılmıştır. Bunlar, ilk önce kadın mabudelerle sembolleştirilmiştir."










"Romalılar, Hellenlerde bilinmeyen, daire şeklindeki tapınak mimarisini Etrüsklerden ödünç almıştır, ama bu sadece onların Mezar-tümülüslerine tanıdık bir form değil, aynı zamanda favorileriydi. İlk dönemlerde bu dairesel tapınaklar sadece Vesta veya Kibele'ye ithaf edilmiştir."



"Romans borrowed from the Etruscans a circular form of temple unknown to the Greeks, but which to their tomb building predecessors must have been not only a familiar but a favourite form....in early times these circular temples were dedicated to Vesta or Cybele."

Hodder M.Westropp






NOT/PS:
Nomad Shelter "Yurt" diye de yurtdışında satarlar.... Türk Kültürü lafını etmeden hem de....
Nomad Shelter "Yurt" in Alaska without mention about Turks or Turkish Culture....!
Yurt is Turkish , means: Homeland, home, but the orginal name of this "house" is Otağ!