7 Temmuz 2014 Pazartesi

DOLMENLER / TUMULUSLER / JADE TAŞI TURANİDİR



AVRUPALILARIN ATALARI TÜRK'TÜR


"Plos Biology" bilim dergisi, 19 Ocak 2010 günü yayımladığı "Avrupalı'nın Baba Tarafından Soyçizgisinde Baskın Neolitik Köken" (A predominantly Neolitic Origin for Eurpean Patemal Lineages) başlıklı bir genetik raporda; Avrupalıların yaklaşık 10.000 yıl önce Taş Devri'nin sonlarına doğru Yakın Doğu ve Anadolu'dan göç edip Avrupa'ya yerleşmiş olan çiftçilerin torunları olduklarını duyurdu.





Giderlerini İngiliz "Wellcome Trust" un karşıladığı, İngiltere, Fransa ve İtalya'dan 15 biliminsanı tarafından 110 milyon Avrupalı erkeğin DNA'larıyla karşılaştırılarak yürütülen araştırmanın sonucu buydu.


İngiliz İndependent gazetesi, bu bilimsel çalışmayı eşi görülmemiş bir hızla (!) "Plos Biology" dergisiyle aynı gün yayımlamış; "Yerleşimci Çiftçiler Nasıl Avrupa Erkeklerinin Babası Oldu" (How Settler Farmers Fathered Europe's Males) başlığıyla okuyucularına duyurmuştu. Habere göre, 10.000 yıl önce, Avrupa daha Paleolitik evreyi bile aşamamış avcılık ve toplayıcılıkla geçinen ilkel yabanıl toplulukların yurdu iken ; Yakındoğu'da , Anadolu'da, Neolitik evreye çoktan ulaşmış çiftçilik yapan uygarlar, erkekler; göç edip Avrupa'ya gelmişler; İrlanda'ya dek bütün Avrupa'ya yayılmışlar; Avrupa'daki yabanıl erkekleri yok edip onların kadınlarıyla çiftleşerek çoğalmışlardı.


"Wellcome Trust", yayılması için de etkinlik göstermiş olmalı ki, bu rapor, İngiltere'den hemen bir gün sonra Türkiye'de yayımlandı.




Hürriyet'in 20 Ocak 2010 günlü "Avrupalı erkeklerin kökeni Anadoluymuş" başlığıyla verdikleri haberde; "İngiltere'de Leicester Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen bir gen araştırması, Avrupalı erkeklerin büyük bir bölümünün anadolu'dan geldiğini ortaya çıkardı. Erkeklerin Y kromozomları üzerinde gerçekleştirilen araştırma, bugünkü Avrupalı erkeklerin, 10 bin yıl önce Anadolu ve Ortadoğu'dan Avrupa'ya gelen ilk çiftçilerin torunları olduğunu gösterdi." deniyordu.


Tıpkı İskoçyalılar gibi, yüzyıllardır kendilerini Asyalı İskitlerin soyundan geldiklerini savunan İrlandalılar, büyük ilgi gösterdikleri bu raporu 6 Şubat 2010 günü yayımlanan Irısh Independent gazetesinde; "Neden kebab sever olduğumuz anlaşıldı" (So what we love kebabs), "Yeni araştırma bu hafta İrlandalıların Türk çiftçilerin soyundan geldiklerini iddia ediyor" (New research this week claims Irishmen are descended from Turkish farmers) başlıklarıyla okuyucularına duyurmuşlardı.


Günlük basında böylesi değerlendirmelerle duyurulan bu raporu bulup okudum. Bu genetik araştırmayı yapan İngiliz, Fransız ve İtalyan bilginler, Avrupalılar'ın, Orta Asyalı değil de Anadolulu Türklerin torunu olduğu savını, yedi yıl önce yapılmış "Excavating Y-chrmosome haplotype strata in Anatolia" başlıklı bir başka DNA raporuna dayandırıyorlardı. 


13 Haziran 2003 tarihli bu DNA raporunu da buldum ve okudum. Türkiye'nin İstanbul dahil 95 yöresinden 523 erkeğin DNA'ları üzerinde yapılan çalışmanın sonucu olan 2003 raporunda, bilginler ; Türkiye'deki erkeklerin yüzde 94,1'inin uzak atalarının Orta Asya kökenli olmayıp, Yakın Doğulu ve Avrupalı olduğunu; topu topu yüzde 3,4'lük minicik bir bölümünün uzak atasının Orta Asya kökenli olduğunu savunuyorlardı.


İncelenen 523 DNA'dan 359'unun kan bankalarından, 61'inin babalık kliniklerinden (paternal clinic) 103'ünün İstanbul Üniversitesi öğrencilerinden sağlandığı belirtilen 2003 raporunda, günümüz Türkiye'sinde yaşayan erkeklerin DNA'ları onbin yıl öncesinin Çatalhöyük ve Öküzini gibi Orta ve Kuzey Anadolu Neolitik dönem topluluklarıyla bağlantılandırılıyordu.


2010 raporunda Avrupalı erkekler "10.000 yıl önce Yakındoğu'dan, Anadolu'dan gelen çiftçilerin torunları" olarak nitelenirken ; bununla Asya kökenli Oğuzların vs.kastedilmediği, 2003 raporundan anlaşılıyordu.

Avrupalıları, 10.000 yıl önce yerleşik çiftçiliğe geçmiş dünyanın ilk uygarları yapan bu 2010 raporuna göre ; Avrupalılar, Yakındoğu'da, Sümerlerden bile önce Anadolu'da yaşamış olan Neolitik Çatalhöyüklülerin torunları sayılıyor ve böylece Anadolu "AVRUPALININ BABASININ MALI" oluyor.


Buna göre, ileride üçüncü bir emperyalist paylaşım savaşı patlak verecek olursa, Avrupa orduları ,"Torunlar, babalarının topraklarına dönüyor!" çığlıkları atarak, Yakındoğu'yu ve Anadolu'yu işgal edebilecek ; Asya kökenli Türkleri "Avrupalıların onbin yıl önceki babayurdu olan Anadolu'ya sonradan gelip zorla yerleşen işgalciler" olarak damgalayıp, Anadolu'dan atabilecektir ; tıpkı Adolf Hitler "babayurdumuz" dediği Orta Asya'yı Tibet'e dek işgal etmeyi tasarladığı gibi...


Avrupalı emperyalistlerin 1876'dan başlayarak öne çıkardıkları, Etnoloji Profesörü Georges Poisson'un 1939'da yayımlanan "Avrupa İskan Tarihi" (Le Peuplement de L'Europe) yapıtıyla kesin biçimini alan, Asya kökenli Turanlılara düşmanlıkla örülmüş Hint-Ari Avrupa Tarih Tezine kanıt uydurmaya yönelik genetik raporlarda, amacın "tarih tezini kanıtlamak olduğu, raporların girişinde ve sonunda özellikle belirtilmektedir.



Anadolu Türklerini 10.000 yıl önce Anadolu'da yaşayan Çatalhöyük insanlarıyla bağlantılı (!), fakat Orta Asya ile bağlantısız gösteren genetik raporlar (!);


ilginç bir biçimde, "Türkiye nüfusunun ezici çoğunluğunun gerçekte Türk kökenli olmadıkları, bin yıl önce Orta Asya'dan Anadolu'ya gelen bir avuç vahşi Türk'ün (!) korkusundan dinini ve dilini değiştirmiş Hıristiyanlar'dan oluştuğu" gibi iddiaları kanıtlamakta kullanılmaktadır.


Oysa, yıllardır sürdürdüğüm araştırmalarda ben, Çatal Hüyük kazılarındaki kimi buluntuların, Atatürk'ün Anadolu'yu en az 7000 yıllık Türk yurdu olarak niteleyen görüşlerini doğruladığını gördüm. Genetik raporların arkeolojik kanıtlarla nasıl çeliştiğini göstermek üzere, Çatal Hüyük'te bulunan 10.000 yıl önce taşa yapılmış bir pars resminde, Oğuzların Yazır boyuna ait damgaya benzer desenlerin bulunduğunu, şimdi ilk kez burada kanıtlarıyla açıklıyorum. (!)









Yukarıda sözünü ettiğim genetik raporları okurken - ışıklar içinde yatsın - Atilla İlhan geldi gözlerimin önüne. On yıl önce bir televizyon kanalının yayın danışmanlığını yapmakta olan Atilla Ağabey, haftalık düzenli görüşmelerimizden birinde , "United States of İrtica" (İblisin Kıblesi) kitabımı belgesel film metnine dönüştürmemi istemiş ; yazdığım metin "Unutulan Yıllar" adıyla televizyon belgeseli olarak çekilmişti.


Büyük ilgi gören belgeselin birinci bölümü gösterildiğinde, Batılılar belgeselin gösterimden kaldırılmasını istemişlerdi. Atilla Ağabey'e göre ; İngiltere Birleşik Krallığı'nın 1876'da Liberal Parti önderi W.E.Gladstone'un ağzından dillendirmeye başladığı "TÜRK IRKINI AVRUPA'DAN KOVUP ASYA'YA SÜRECEĞİZ !" görüşünün; 1919 Sevr Bildirisi'nde tıpkısıyla yinelendiğini vurgulamış olmam, Batılıları kızdırmıştı.



Batının, 1876 sonrası yoğunlaştığı Asya ve Türk karşıtı ırkçı tarih tezlerini günümüzde yeniden parlatıp, üzerine "genetik yoldan, bilimsel olarak kanıtlanmıştır" damgası yapıştırarak piyasaya sürmeye davrandığını görünce; 1876 öncesinde kalmış, fakat uydurma genetik kanıtlamalardan çok daha güçlü kanıtlardan oluşan unutturulmuş "Turani Avrupa Tarih Tezi''ni anımsatmak boynumuza borç oldu:


Yüzyıllarca Türk karşıtlığını kana döle soya değil de din ayrılığına dayandıran Batı' da, ilk kez 1798 Mısır Seferi sırasında Napolyon "Türk ırkı" ile "İslam dini"ni birbirinden kurnazca ayırmış ve "İslam dinine dost; Türklere düşmanız!", "Mısır'daki Müslüman Arapları, Türk ırkının pençesinden kurtaracağız" çığlıklarıyla, elinde Kur' an. kendisini de Müslüman olmuş gibi göstererek, Mısır' ı işgal etmişti.


O sırada İngiltere, Rusların Orta Asya Türk ülkelerini işgal edip İngiliz sömürgesi Hindistan'ın kuzey sınırlarına dayanarak bu sömürüden pay istemesini önlemek amacıyla; Osmanlıyı ve Orta Asya Türklerini Rus yayılmasına karşı kalkan olarak kullanıyordu. Napolyon'un Türklere karşı "ırksal düşmanlık politikası"na o yıllarda bu nedenle karşı çıkan İngiltere, Osmanlı'yla birlik olup, Napolyon'u Mısır'dan kovacak; kısa süre sonra Fransa, yeniden İngiltere ve Osmanlı'yla dost olacak ve 1850'1erde, Türk-İngiliz-Fransız üçü bir olup Rusya'ya karşı savaşacaklardı.


İngilizler'in Rusya'yı başdüşman, Osmanlıyı ise Rusya'ya karşı doğal yandaş olarak gördüğü o yıllar, arkeolojinin en parlak yıllarıydı. Kazı bilimciler, tarihçiler, dil bilimciler, soy bilimciler, Rusya'ya karşı Osmanlı - İngiliz - Fransız yakınlaşması ortamından etkileniyor; eski uygarlık araştırmaları sırasında Asya kökenli toplumlara, Turanlılara, Türklere onur verici buluntularla karşılaştıklarında, bunları yüksek sesle duyurmaktan ve yayınlamaktan çekinmiyorlardı.




Sir Austen Henry Layard, Rawlinson gibi bilgin-diplomatlar, 1800 - 1880 arası yapılan arkeolojik çalışmalarda, Asur, Babil, Sümer, vb. gibi eski uygarlıkların kalıtlarını gün yüzüne çıkartmış; bu uygarlıklarda Asya kökenli, Turani toplulukların yapıcı etkisi bulunduğunu kanıtlarıyla duyurmuşlardı. Bu kazılarda Sir Austen Henry Layard'ın danışmanlığını yürüten İskoçyalı Mimar James Fergusson da (d:1808-ö:1886) Asyalılar'ın hakkının Asyalılar'a, Turanlılar'ın hakkının Turanlılara verilmesinin hoşgörüyle karşılandığı 1876 öncesi dönemde, dünyanın her yerindeki en eski uygarlık kalıntılarını, özellikle de taş anıtları ve gömütleri incelemeye odaklanacak; "Hindistan'ın Kesme-taş Tapınakları" (The Rock-cut Temples of lndia) adlı ilk kitabını 1845'te yayımlayacaktı.


Yaşamının büyük bir bölümünü adadığı eski çağlar mimarisi çalışmalarının sonunda, Fergusson; 6000 yıl önce Avrupa'da Aryanların değil, Asya kökenli Turanlıların egemen olduklarını; Kristof Kolomb'dan çok daha önce Bering Boğazı'nı geçerek Amerika kıtasını keşfetmiş olan bu Asya kökenli Turanlıların, kendi gelişmiş uygarlıklarını ve inançlarını, binlerce yıl önce, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Avrupa ve Amerika kıtası dahil bütün dünyaya yaydıklarını; bilimsel kanıtlarla gözler önüne serecek, -ve sıkı durun- Aryan Irkçılığına karşı Turan Irkını yücelttiği, Avrupalı'nın atalarının Hint-Ariler değil Turanlı Türkler olduğunu savunduğu çalışmalarından dolayı, "İngiltere Kraliyet Mimarlar Enstitüsü"nce (Royal İnstitııte Of British Architects-R.I.B.A) Altın Madalya ile ödüllendirilecekti.



1876 öncesi dönemde Türkleri Rus yayılmasına karşı tampon olarak değerlendiren İngilizler, Turancılığın yaratıcılarıydı ve İngiltere Kraliçesi, Rus karşıtı Turancı İngiliz bilgin ve diptomatlara "Sir" ünvanları dağıtıyordu.


Londra'da yayımlanan "Tüm Ülkelerdeki Doğal Taş Anıtlar" (Rude Stone Monuments In All Countries) kitabına yazdığı 1 Aralık 1871 günlü önsözde "Turancı" James Fergusson; İngiltere, İrlanda, İskoçya, İskandinavya, Kuzey Almanya, Fransa, İspanya, Portekiz, İtalya, Cezayir, Libya, Akdeniz Adaları, Malta, Sardunya, Balearic Adaları, Batı Asya, Filistin, Sina, Arabistan, Anadolu, Çerkezya, Asya çölleri, Kabil, Hindistan, Kuzey Amerika, Orta Amerika ve Peru'daki bulunan 234 taş anıtı ve gömütü irdelediği bu kitabını, İrlanda konusunda Sir W. Wilde, Eugene Conwell ve Mr. Moore'un; İskoçya konusunda Edinburg'lu John Stuart ve Sir Henry Dryden'in; İsviçre konusunda Prof. Save ve Mr. Hildebrand'ın; İspanya konusunda M. Riano ve Sir Bartle Frere'in; Malta konusunda C. Collinson'un, Madras konusunda Mr. Walhouse'un, Bombay konusunda Mr. Burgess'in görüşleri ve katkılarıyla oluşturduğunu bildiriyor.


Turan ırkının ve kültürünün binyıllar önce tüm dünyada ve özellikle de Avrupa'ya egemen olduğu görüşünde yanlız olmadığını duyuruyordu. 



BİNLERCE YIL ÖNCE AVRUPA TOPRAKLARINDA İLK MİMARİ YAPITLARI, DOLMNELERİ, TÜMÜLÜSLERİ, KURGANLARI İNŞA EDENLERİN  HİNT-ARİ IRKTAN (ARYANLAR) OLMAYIP, TÜRKÇE KONUŞAN TURANİTLER OLDUĞUNU SAVUNAN FERGUSSON ; bu savını, taş yapıların kurulduğu yerlerin adlarının, sonu "ak" sesiyle biten Türkçe kökenli sözcükler olduğunu göstererek kanıtlamıştı.


Avrupa’da her nerede binlerce yıl önce dikilmiş taş anıt ve gömüt varsa, o yerlerin adları ezici çoğunlukla sonu “ak” sesiyle biten Türkçe sözcüklerden oluşuyordu. 


M.Bertrand’ın 1864’te Fransa’nın 31 yöresinde saptadığı 2.225 dolmenin 517’si, adlarının sonu Türkçe “ ak” ile biten yerlerde bulunmuştu. Yer adları üzerinde yapılan bu çalışma titizlikle sürdürüldüğünde, binlerce yıl önce kurulmuş dolmenlerin bulunduğu daha çok sayıda yer adının Türkçe olduğu ve Avrupa’nın Hint-Ariler öncesi Asya’dan gelen Turanlı Türklerin yurdu olduğu gerçeği ortaya çıkacaktı. 


Hem dilbilimsel, hem tarihsel kanıtlarla Avrupalının atalarının Turanlı Türkler olduğunu savunan Fergusson, onları “Dolmenler inşa Eden Turan Irkı” (özgün İngilizce metinde, aynen; “Dolmen building Turanian race”) ve “damarlarına turanlı kanı karışmış bir ırk” (özgün ingilizce metinde, aynen; “a race with any taint of Turanian blood in their veins”) sözleriyle niteliyordu. 


İskoçyalı bilgin James Fergusson, 1872’de yayımlanan kitabında bu nitelemeleri yaparken, kendi damarlarında Asyalı (turanlı) İskit kanı dolaştığı inancındaydı; çünkü yüzyıllarca önce İskoçyalılar, Papa’ya gönderdikleri 6 Nisan 1329 günlü dilekçelerinde, kendilerinin Asyalı İskitlerin soyundan geldiklerini, “İskoç” (Scoth) sözcüğünün “İskit”in (Scyth) özgün biçiminden başka bir şey olmadığını, resmen bildirerek Kilise kayıtlarına geçirtmişlerdi. 


Komşuları İrlandalılar da aynı biçimde, yüzyıllar öncesinden kökenlerinin Asyalı, Turanlı olduğunu belirterek övünmekteydi.

Rus yayılmacılığına karşı Osmanlı’yı kullanma politikası izleyen İngiltere’nin Osmanlı’da bir tek Turancı’nın dahi belirmediği o yıllarda, İngiltere’de yükselen değer olup çıkan bu Turancılık’ı ödüllendirmekten başka seçeneği yoktu. James Fergusson, Avrupa’nın uygarlık kökenlerinin Asya’da Turanlılarda olduğunu şu sözlerler vurguluyordu: 


* “Asya’dan, Çin’den başlayarak, Tataristan’da, Hindistan’da, İran’da Moğollar, Yunanistan’da Pelasgi’ler, İtalya’da Etrüskler, Avrupa’daki gömütleri inşa edenler, hep Turanlılardır.”(a.g.e.-sf.30,31) 


* “Dolmen inşa eden ırk, ya da diğer bir deyimle, damarlarında Turan kanı karışan ırk, dünyanın en uzak köşelerine egemen olmayı sürdürdü; 8. ve 9. yüzyıllada İngiltere ve Fransa’ya, 11. ve 12. yüzyıllarda İskandinavya’ya egemen oldu.” (a.g.e-sf.507) 


* “Turanlıların egemen olduğu yerler, Aryanların hiç bir zaman yerleşmemiş olduğu yerlerdir. Avrupa’daki dolmenleri inşa edenler, kesinlikle Aryan ırkından değildirler; Turanlı kanı ve ırkı Avrupa’da son dönemlere dek en geniş biçimde yayılmıştır. “ (a.g.e-sf.508)



James Fergusson’un, Avrupalıları “damarlarına Turan ırkının kanı bulaşmış insanlar” olarak niteleyen bu görüşlerini 1872 yılında kitaplaştırıp yayımlanmasından sonra, Fransız Doğubilimci David Leon Cahun (1841-1900) da “Turani Avrupa Tarih Tezi”ni benimseyecekti. 


1873 Doğubilimciler Uluslararası Kongresi’nde, Asya kökenli Turan ırkının, tarihöncesi dönemde Avrupa’ya göç ederek yerleştiğini savunan L. Cahun, 1875’te verdiği “Fransa’da Ari Dillerden Önce Konuşulan Dilin Turani Kökeni” (Origine Touranienne De L’ldiome Qui A Precede En France Les Langues Aryennes) başlıklı konferansta, Fergusson’un “Turani Avrupa Tarih Tezi”ni yeni kanıtlarla destekleyerek savunurken, şöyle diyecekti: 


“Turani adı verilen ırkın tarihöncesi göçleri ve yerleşimleri 1873 yılında yapılan Uluslararası Doğubilimciler Kongresi’nde sunmuştum. Leon de Rosny’nin dilbiliminden çıkarsadığı yargı ve sonuçlar ile benim ondan habersiz jeoloji, coğrafya ve antropolojiden çıkardığım yargı ve sonuçlar, hayret verici biçimde örtüşmektedir. Himalaya’nın Kafkas’ın Balkanlar’ın ve Alplerin kuzeyinde, Japonya’dan Bohemya’ya dek geniş bir alana yayılmış bu ırkın çok uzak dönemlerde kullandığı dili yeniden oluşturmaya giriştim. İngiliz Arkeolog Fergusson’a göre Keltler, Galler, Kimriler gelmezden önce Avrupa’ya yerleşmiş bir insan ırkı vardı ki onların yer adları “ak” takısıyla biterdi. 


Galler gelmeden önce tarih öncesi dönemlerde Fransa ve İngiltere’ye yerleşmiş olan bu ırk kimlerdi? Fergusson’un bulduklarından çok daha fazla sayıda “ak” ile biten yer adı buldum. Bunlar Ari dillerde anlamı bulunmayan, fakat Turani (Finno-Japan) dillerde anlamı bulunan sözcüklerdir. Kökleri Türkçe’dir. Ben, Avrupa’nın Ari öncesi dilinin anahtarının Orta Asya’da olduğunu, kökenini orada aramak gerektiğini şimdiden ilan edebilirim.”



Avrupa uygarlığını Arilerden önce Asya kökenli Turanlıların binlerce yıl önce Avrupa’ya göçüyle başlatan ve Fransa’nın binlerce yıl önce Türkçe konuşan Asyalı Turanlıların yurdu olduğunu savunan Leon Cahun, aynı yıl Fransız Akademisi Ödülüyle taçlandırılacaktı.


Avrupa'yı uygarlaştıran Turanlılar görüşüne karşı ilk başkaldırı, 1876 Eylül'ünde, o tarihte muhalefette bulunan İngiliz Liberal Parti önderi William Ewart Gladstone'dan gelecekti.


Turanlı kökenleriyle övünen bir İskoç ana-babanın çocuğu olan Gladstone, 1868-1874 yılları arasındaki ilk Başbakanlığı sırasında "Turani Avrupa Tarih Tezi"ne karşı çıkmamıştı. 


1873 yılında Rus ordularının Orta Asya'da ilerleyerek Türk yurdu Hive'yi ele geçirip İngiliz sömürgesi Hindistan'ın kapılarına dek dayanması üzerine, İngiltere, Türklerin ve Osmanlı İmparatorluğu'nun Rus yayılınasına engel olamayacak denli güçsüz olduğunu görmüş; "Rusya'ya karşı tampon Türk" politikasını gözden geçirmeye başlamış; tam bu sırada Osmanlı Padişahı Abdülaziz de 1875'te İngiltere'ye dirsek çevirerek Rusya'yla birlik olmaya davranınca, Türklerden umudunu büsbütün kesen İngiltere; o güne dek sürdürdüğü "Türkleri destekleyip Ruslara saldırtma" politikasını terk ederek, Ruslara yanaşmaya ve onlara; Hindistan'a dokunmamanız koşuluyla Osmanlı'dan beğendiğiniz yerleri almanıza, özellikle Balkanlar'da yayılmanıza ses çıkartmayız, demeye başlamıştı.


İşte İngiliz Liberal Parti önderi Gladstone'un, 1876'da Türklere karşı ırksal düşmanlık propagandasına başladığı ortam buydu. 6 Eylül 1876'da Londra'da yayınlanan "Bulgar Katliamı ve Doğu Sorunu" (Bulgarian Horrors and the Question of the East) kitabında, Napolyon'un Mısır Seferi'nde kurnazca sahneye koyduğu "İslam'a sözümüz yok, saygımız var; Türkler vahşidir, onları yok edeceğiz" politikasını benimseyen Gladstone; "insanlığın insanlık dışı örneği" olarak damgaladığı Türkleri, tarih boyunca bütün uygarlıkların yıkıcısı olmuş insanlık düşmanı bir ırk, olarak niteliyordu. 


"Turani Avrupa Tarih Tezi"ne kökten aykırı bu görüşler, gerçekte İngiltere Krallığı'nın o tarihte benimsediği "Türk karşıtı - Rus yandaşı" yeni devlet politikasının, yeni uluslararası stratejinin, Gladstone aracılığıyla duyurulmasından başka bir şey değildi.
  

Gladstone bu "tarihsel-stratejik" çıkışı yaptığı 1876'da iktidarda değil muhalefette olduğundan, sözlerinin "Turani Avrupa Tarih Tezi"ni savunan bilginler üzerinde caydırıcı bir etkisi olmayacaktı. Onlar, Asya kökenli Turanlılar'ın binlerce yıl önce Avrupa'ya gelip yerleştiğini ve Avrupalıların ezici çoğunluğunun Turan soyundan geldiğini yalnızca yer adlarıyla değil, aynı zamanda kazı bulgularıyla da kanıtlayacaklardı. 



Avrupa'da her nerede kuruluşu 6000 yıl önceye dayanan bir taş anıt ya da gömüt bulunmuşsa, orada yapılan kazılarda, Orta Asya Türklerinin eski çağlarda "Yada Taşı" dedikleri; hemen bütün Avrupa dillerinde "Jade" (okunuşu: "Yade") olarak adlandırılan; Farsların "Yeşm" dedikleri, bugün Anadolu Türkçesi'nde ''Yeşim Taşı" dediğimiz sert taştan yapılma baltalar ve Turkuvaz taşından gerdanlıklar bulunmuştu.


İngiltere’de, Fransa’da, İspanya’da, Portekiz’de, İtalya’da, İsviçre’de yapılan kazılarda ve dahası Schliemann’ın 1870’lerin başında kazdığı Truva’da, “Jade” taşından yapılmış çok sayıda balta taşı ve gerdanlık gün yüzüne çıkartılmıştı. 






Bilim adamları, bu yeşil renkli taşın ne olduğunu, binlerce yıl önce kimi eşyaların neden bu taştan üretildiğini; taşın o çevrelerde bulunup bulunmadığını araştırmış ve çok çarpıcı bir sonuca ulaşmışlardı: Çanakkale’den, Truva’dan, Avrupa’nın en batı ucuna dek, geçmişi binlerce yıl öncesine dayanan bütün yerleşimlerde bulunan “Jade” taşı baltaların kaynağı, Orta Asya’da, Sibirya’da, Türklerin yaşadığı topraklarda bulunuyordu. Arkeologların Avrupa kazılarında gün yüzüne çıkardıkları Jade taşından balta başları ve gerdanlıklar, Asya kökenliydi.


Türk karşıtı İngiliz politikacı Gladstone’un yakın arkadaşı Henry Schliemann, 1871,72,73,78,79 yıllarında gerçekleştirdiği Truva kazılarında bulduğu Jade taşından baltaları, diğer buluntularla birlikte, Amerikan Kongresi’nin 1880 yılında çıkardığı bir kararname doğrultusunda, Washington’da Kütüphaneciler Kongresi İşliğinde bilginlerin incelemesine sunmuş; 


Buluntuları inceleyen Rudolpf Virchov, Max Müller, A.H. Sayce, J.P. Mahaffy, H. Brugsch-Bey, P.Acherson, M.A. Postolaccas, M.E. Burnouf, F. Calvert, A.J. Duffielt, J. Schmidt; T. von Heldreich, F. Kurtz’dan oluşan bilginler, Jade taşından baltaların Truva’ya nereden gelmiş olabileceği konusunda kıyasıya tartışmışlar; Truva’da bulunan Jade taşı baltaların Asya’da üretilip Truva’ya getirildiği konusunda görüş birliğine varmışlar; yalnızca Hint-Arilerce mi yoksa Türk-Turanilerce mi getirildiği konusunda ikiye ayrılmışlardı.


Görüşlerini 1879 yılında İsviçre’de bulunan Jade taşı baltalarla ilgili olarak Times gazetesinde yayımlanan bir demecinde açıklamış olan Max Müller’e göre, Hint-Ari dili nasıl göç yoluyla Asya’dan Avrupa’ya gelmişse, Jade taşından yapılma eşyalar da aynı biçimde Hint-Ariler tarafından Avrupa’ya, Truva’ya, vs. getirilmiş olabilirdi; getirenlerin Turani-Türk olması gerekmezdi. 


Müller’in bu görüşüne karşılık, Hindistan’da Jade taşını yontacak ‘Elmas’ın bulunma tarihi, İ.Ö. 500’lerdi; oysa Avrupa’da bulunan Jade taşından baltalar İ.Ö. 4.000’lere tarihlenmekteydi; bu durumda, sözkonusu baltalar Hint yapımı olamayacağı gibi, bunların Asya’dan Avrupa’ya Hint-Arilerce getirilmiş dahi olamazdı. Truva’da bulunan İ.Ö. 1.300’lere ait Jade taşından baltalar bile Hindistan’da Jade işlemekte kullanılan ‘Elmas’ bilinmeden 800 yıl önce üretilmiş olduğundan, Hint-Ari yapımı olamazlardı. 


Tartışmalarda, sonuç olarak; Jade taşından baltaları yapanlar da, bunları Avrupa’ya, Truva’ya getirenler de Asyalı Turani-Türklerdir, görüşü ağır basmış; Avrupa’nın binlerce yıl önce Asya kökenli Turan ırkından toplulukların yayılıp yerleştiği bir kıta olduğu görüşü; 1880 ılında yapılan bu bilimsel tartışmalardan da güçlenerek çıkmıştı.



Rus yanlısı Türk karşıtı politikanın en güçlü sözcüsü Gladstone'un 1880 yılında seçimleri kazanarak İngiltere Başbakanı olmasından sonra, Gladstone Hükümeti'nce desteklenen kimi akademisyenlerin baş görevi, değişen İngiliz politikasına ters düşen "Turani Avrupa Tarih Tezi''ni çürütücü argümanlar uydurup, "Hint-Ari Avrupa Tarih Tezi"ni yaymak olacaktı.


James Miln, bu görevi ilk benimseyen arkeologlar arasındaydı. "Carnac Kazısı" (Excavation In Carnac) adlı kitabının 1877'de Gladstone Başbakan olmadan önce yayımlanan ilk cildinde "Turani Avrupa Tarih Tezi"ne karşı çıkmayan J. Miln; bu kitabının Gladstone Başbakan olduktan sonra 1881'de yayımlanan ikinci cildinde, "Turani Avrupa Tarih Tezi" ne savaş açacak; Turanlıların en güçlü savunucusu olan J. Fergusson'un görüşlerini çürütmeye yeltenecek; ancak bunu başaramayacaktı. 


"Jade Taşı"ndan baltaların, "Turkuvaz Taşı"ndan gerdanlıkların Turaniler tarafından Asya'dan Avrupa'ya getirildiği savını çürütemeyen J. Miln;  "Jade taşının kaynağının neresi olduğu henüz çözümlenmemiş bir sorundur; fakat kimi bilginler Vannes'de Jade taşına benzeyen bir takım taşlar gördüklerinden söz ediyorlar." demekle yetinecekti. (age.c.2, sf.99).


Miln'in de ayırdına vardığı gibi, "Turani Avrupa Tarih Tezi"nin arkeolojik: kanıtı olan Jade taşına Turanlılardan başka bir köken bulunamadığı sürece, İngiltere Krallığı'nın 1876'dan sonra Gladstone aracılığıyla yerleştirmeye çalıştığı Türk karşıtı "Hind-Ari Avrupa Tarih Tezi"nin Avrupalı aydınlar arasında benimsenip yayılması olanaksızdı.


Turani Avrupa Tarih Tezi’ni çürütebilmek için tasarlanan ilk “bilimsel” (!) girişim, Avrupa coğrafyasında Jade damarları bulmak; sonra da buna dayanarak kazılarda bulunmuş binlerce yıl öncesine ait Jade taşı baltaların ve turkuvaz taşından gerdanlıkların Asya’dan gelmediğini; Avrupalıalr tarafından Avrupa’da üretildiğini öne sürmekti. 


Bu “kurnaz” girişim 1846 ve 1863’de yayımlanan yazılarında Jade’nin Asya Turan kökenli olduğunu savunduğu halde, Gladstone’un Başbakan olmasıyla birlikte, 1881 yılında “Turan karşıtı Avrupa Tarih Tezi”ne kapılanan Fransız mineralogist Augustin Alexis Damour (1808-1902) tarafından başlatılacaktı.  


Damour, 1881 yılında yayımlanan “Societe Mineralogist” bülteninde, Avrupalı mineralog ve jeologları, İtalya’da Monsivo dolayında Jade taşı damarları aramaya çağırmıştı. yıllar süren aramalardan sonra, İtalya’nın kuzeyinde, İsviçre’de şurada, burada bir takım “Jade benzeri” (!) küçük taşlarla karşılaşılmış; ancak balta üretimine elverişli olmadıkları için, bunlar Jade kanıtına dayalı “Turani Avrupa Tarih Tezi”ni çürütmeye yaramamıştı. 


Kimi Avrupalı bilginler, tarih tezi çatışmalarının kilidi durumuna gelen Jade taşını araştırmak üzere Asya’ya gitmiş; Doğu Türkistan’da dolaşmış, bu taşın binlerce yıldır Türkistan’ın Hotan, Yarkent, Bogdu-ula, Lolan ve Miran yörelerinde Türklerce çıkartılıp, işlenerek Çin’e satıldığını saptamışlardı. 


[ Türkistan’da binlerce yıl önce kuraklık nedeniyle terkedilen Bogdu-ula, Oğuzların Anadolu’ya göçen Bügdüz boyu olarak bilinmekte; Lolan ve Miran da bugün Anadolu’nun güneyinde Kürt aşiret ve yerleşim yeri adları olarak anılmaktadır.]





Öte yandan, Truva kazılarında bulunan Jade taşı baltaların nereden geldiği konusunda çatışan bilginler de Orta Asya’ya ve Uzak Doğu’ya özel görevliler göndermişler; bu taşı işleyen ustalarla ilişki kurmuşlar, Jade’nin nerede ve nasıl bulunduğunu, nasıl çıkartıldığını, nasıl işlenerek biçimlendirildiğini öğrendiklerinde; o güne dek Neolitik Taş Devri ürünü saydıkları Jade taşı baltaların üretilebilmesi için, Taş Devri bilginlerinin kat be kat üstünde, 1900’lerin bilgisine yakın mineralojik bilgiler ve teknoloji gerektiğini görünce, şok geçirmişlerdi.


Dünya’nın en sert taşı olan “Elmas”ın sertlik derecesi 10; Turanlıların 6.000 yıl önce balta ürettikleri Jade taşının sertlik derecesi ise 7’ydi. bir taş, ancak kendisinden daha sert başka bir taşla işlenebilirdi. 



Buna göre, Jade taşına biçim verebilmek için, daha önce, ondan daha sert olan ‘Elmas’, ‘Safir’, ‘Zicron’, ‘Yakut’, vb. gibi taşları bulmuş, çıkartmış, öğütmüş, kullanmış; bunu yapabilmek içinse binlerce yıl önce günümüz minerolojisine yakın bilgilere ulaşmış olmak gerekiyordu. 


Turanlı Ustalar, kendi dağlarında buldukları damarlardan dev ateşler yakıp yumuşatarak çıkardıkları tonlarca ağırlıktaki Jade bloklarını; dövüp kuma dönüştürdükleri ‘Elmas’, , ‘Safir’, ‘Zicron’, ‘Yakut’ tozlarını ıslak derilere yedirip kurutarak elde ettikleri zımparalarla, binlerce yıldır kullandıkları kendi yaratıları olan özel tornalarda tıraşlayarak biçimlendiriyorlardı.  


Batılılar Jade taşı konusunda Asya’dan topladıkları bilgileri, 63 cm x 48 cm. büyüklüğünde iki ciltlik dev bir kitapta toplamış; 1906 yılında özel elyapımı kağıtlara yalnızca 100 tane bastıkları bu kitabın sonradan daha fazla çoğaltılmasını olanaksız hale getirmek amacıyla, kalıplarını imha etmişlerdi.




Çünkü bu kitap, Jade taşının Türkistan’da Hotan, Yarkent, Lolan, Miran dolaylarından çıkartıldığını; Jade’yi işlemekte kullanılan elmas ve yakut gibi taşların da yine Asya’da Türklerin yaşadıkları topraklarda bulunduğunu; Jade taş baltaların Avrupa’ya Asya’dan, Turani Türklerce getirildiğini belgeliyor; eşdeyişle “Hint-Ari Avrupa Tarih Tezi”nin yanlış, “Turani Avrupa Tarih Tezi”nin doğru olduğunu kanıtlamakta kullanılabilecek, yadsınamaz belgeler içeriyordu.



Öyle ki, Avrupa topraklarında Jade taşı damarları bulunacak olsa dahi; onlarsız Jade’nin biçimlendirilemeyeceği elmas, yakut, vb. gibi daha sert taşlar Avrupa’da bulunmadığından dolayı Jade taşından baltaların Avrupa’da üretilmiş olduğu yalanını bilimsel gerçek imiş gibi yayarak “Turani Avrupa Tarih Tezi”ni çürütmek olanaksızdı. 


Kitabın yalnızca 100 tane çoğaltılıp kalıplarının imha edilmesinin nedeni, Batıda benimsenen Türk-Turan karşıtı “Hint-Ari Avrupa Tarih Tezi”ni savunulamaz hale getirecek bu gibi çok sayıda belge ve bilgiler içermesiydi.



Doğru olmadığını bile bile, salt Ruslarla birleşerek Osmanlı'yı paylaşmaya karar verdikleri için Turani-Türkleri "uygarlık yıkıcı barbarlar" olarak damgalayan yayınlar yapmaya ve böylesi yayınlarla Avrupalı halkları Türklere düşman edip savaşa sürmeye gereksinim duyan Batılı devletler; I. Dünya Savaşı'na hazırlanırken, Avrupalıların binlerce yıl önceki atalarının Turanlı Türkler olduğu tezini savunan bilimsel kitapların yeniden basılmasını önlemiş; Jade taşı buluntularıyla çürütüldüğü halde, "Hint-Ari Avrupa Tarih Tezi"ni resmen benimseyen Batılı devletler, Sevr Tasarısının bu tarih tezine dayanan gerekçesini açıkladıkları 16 Haziran 1919 tarihli bildirilerinde; 1876'da Gladstone'un kitabında yer alan görüşleri aynen yineleyerek, Türk ırkının yıkıcı barbarlar sürüsü olduğunu, hiç bir zaman hiç bir yerde uygarlık kurmadıklarını, bu uygarlık yıkıcısı ırkın başka ırkları yönetmesine izin vermeyeceklerini resmen ilan ettiler.




Gelgelelim, "Turani Avrupa Tarih Tezi" Asya Türk kökenli Jade taşına dayandığı sürece, bu tezi tümden yok edemeyeceklerinin bilincinde olan Batılı devletler; Jade'yi Avrupa kökenli olarak gösteren bilimsel görünümlü yayınlar yapmayı I. Dünya Savaşı'ndan sonra da sürdürecekti. 


Örneğin. İngiliz Sömürgeler Bakanlığı'ndan Antropoloji Kürsüsü Başkanı Daryll Forde (d: 1902-ö:1973), James Miln'in 1881'de yapamadığını 1930'da başarmaya davranmış; "Brittany Megalitik Kültüründe Jade ve Turkuvaz Taşlarının Kullanımı Üzerine" başlığıyla yayımladığı yazısında, Jade taşı baltaların binlerce yıl önce Turanlılar tarafından Avrupaya getirildiği savının yalan olduğunu, Avrupa topraklarında Jade taşı damarlarının bulunduğunu, Avrupa'daki Jade damarlarının 6000 yıl önce Avrupalılarca bulunup işlenerek balta haline getirildiğini; Jade taşı baltaların Asya'dan Avrupa'ya değil, tersine Avrupa'dan dünyaya yayıldığını öne sürerek, "Turani Avrupa Tarih tezi"ne saldırmıştı.



Fransız Tarihöncesi Kurumu Başkanı Paris Antropoloji Okulu Etnoloji Profesörü Georges Poisson da 1928'de yayımlanan "Fransa'da Cilalı Taş Devri Uygarlıkları" (Le civilisations neolithiques et eneolithiques de la France), 1934'te yayımlanan "Ariler" (Les Aryens) ve 1939 yılında yayımlanan "Avrupa'nın İskan Tarihi" (Le Peuplement de l'Europe) adlı kitaplarında, binlerce yıl önce Asya'dan Avrupa'ya Turanlı göçü olmadığını, Avrupalıların Turan kökenli olmayıp, Hint-Ari ırkından olduklarını, Fransa'nın resmi tarih görüşü olarak yayıyordu. 





Avrupalı devletlerin ders kitapları yoluyla şırınga ettiği bu yalan tarih tezi, 1. Dünya Savaşı'nda Türk ırkına karşı Sevr Tasarısı'nın gerekçesi olarak kullanıldığı gibi; II. Dünya Savaşı öncesi Adolf Hitler'in dünyaya egemen olma politikasına da gerekçe olacak ve dünya, ikinci kez "Hint-Ari Avrupa Tarih Tezi"ne dayandırılmış politikalar yüzünden kan ve göz yaşına boğulacaktı.



İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa'da "Turani Avrupa Tarih Tezi"nin savunucuları çoktan ölmüş, kitapları çoktan unutturulmuş olduğu halde; Jade taşının Asyalı Turani kökeni, "Hint-Ari Avrupa Tarih Tezi"ni savunanların korkulu düşü olmayı sürdürüyordu. 


Bulunan yeni teknolojiler, radyo karbon yöntemiyle bir nesnenin tarihini belirleme olanağı, mineralojik ölçüm aygıtlarının gelişmesi, "Turani Avrupa Tarih Tezi"nin dayanağı olan Jade taşını yeniden ilgi odağı durumuna getirmişti. 


Yeni bilimsel çalışmalar; Avrupa ve Truva'da kazılarda bulunan binlerce yıl öncesine ait Jade taşından baltaların, Avrupa dağlarında tek tük karşılaşılan ve saf olarak bulunmayan Jade damarlarından elde edilmiş olamayacağını göstermeye başlayınca; mineroloji alanında etkinlik gösteren Ari ırkçı "bilim" adamları, derhal konuya el atmış ve inandıkları "Hint-Ari Avrupa Tarih Tezi"ni yıkılmaktan korumak üzere, geçmişte uydurulmuş olan "Jade'nin Avrupa kökenli olduğu" yalanına bilimsel görünümlü yeni kanıtlar uydurmaya başlamışlardı.



Bu görevi üstlenen kimi biim adamlarının 2007 tarihli raporu, binlerce yıl öncesine ait Jade taşından baltaların Avrupa'ya Asya'dan gelmeyip Avrupa topraklarında bulunan Jade damarlarından üretilmiş olduğu iddiasını kanıtlamakta ne denli zorlandıklarını gösteriyordu. 


Kuzey İtalya'da 2400 m. yükseklikte topu topu 1 metre küp küçüklüğünde Jade benzeri bir (sayıyla: 1) taş bulunmuş; ancak bu taş el değmemiş durumda olduğundan, binlerce yıl önceki baltaların bu taştan yontularak üretilmediği apaçık olduğu halde, İtalyan mineralogların düzenlediği raporda: 


''Petrografik veriler Avrupa'da kazılarda bulunan Jade baltaların üretimi için ham maddenin nerede bulunduğu konusunda kesin bir yargıya varmak için yeterli değildir. Fakat ham Jade'nin İsviçre Alplerinden değil İtalya Alplerinden sağlandığı düşünülebilir." deniyordu. (Jadeite in the Monviso, R. Compagnoni, F. Rolfo, F. Manav ella, F. Salusso, 2007, sf. 88)



Ham jade nerede bulunursa Avrupa uygarlığının kaynağı orası sayılacağından, İsviçre ve İtalya arasında bu konuda bir yarış bulunduğundan, İtalyan mineralogların İtalya'yı Avrupa uygarlığının odağı saydırmak amacıyla İsviçre'ye çalım atan böyle bir rapor uydurmuş oldukları, "bilimsel"(!) raporun her satırında apaçık sırıtıyordu . 


2007 yılında Mineraloji alanında bunlar olurken, 1900'lerin başında "Türkistan kaşifi" olarak tanınan Aurel Stein'in izinden giden Avrupalı antropolog ve arkeologlar da 2007 yılında Jade'nin anayurdu Doğu Türkistan'a gidiyor; burada binlerce yıl önce işletilmeye başlanmış Jade damarlarını ve maden ocaklarını kendi gözleriyle görüp fotoğraflıyor; yine bu bölgede binlerce yıl önce var olan kalabalık yerleşimlerin, iklim değişikliği, nehir yatağı değişmeleri, göl kuruması ve çölleşme nedeniyle terk edildiğini, yaptıkları incelemelerle saptıyorlardı. 


Bugün tek canlının dahi yaşayamadığı Jade yurdu Hotan, Yarkent, Lolan, Miran, Boğdu-ula çevresinde yüzlerce kilometrekare büyüklüğündeki Taklamakan çölünde yapılan son kazılarda, Avrupa ve Truva kazılarında bulunmuş olan binlerce yıl önceye ait Jade taş baltaların tıpkıları bulunmuş ve Avrupadakilerin, Truvadakilerin, Asya'dan gelmiş olduğu savı bir kez daha doğrulanmıştı.



Yeni bulgular, “Hint-Ari Avrupa Tarih Tezi” savunucularınca “uygarlık yıkıcısı göçebe barbarlar” olarak damgalanan Turani Türklerin, kendilerine hayvancılıktan daha çok gelir getiren, en eski ve en önemli geçim kaynaklarının Jade taşı madenciliği, işçiliği ve ticareti olduğunu kanıtlıyordu. 


Orta Asya Türklerinin dilinde; “Jade taş ocaklarına bin Türk gitse, yüzü sağ kalır; yüz Türk gitse, onu sağ kalır” gibi atasözleri bulunuyordu.



 “İpek yolu” sözcüğünün “Hint-Ari Avrupa Tarih Tezi”ne inanan Batılılar tarafından Türklerin gerçekte Jade madencisi uygarlar oldukları gerçeğini gizlemek üzere kasten yanlış üretilmiş bir deyim olduğu da ortaya çıkartılmıştı. (!)


Bu yolun, Asyalılar ve Çinliler arasındaki özgün adının “İpek Yolu” olmayıp “Jade Yolu” olduğu; Çin Seddi ’nin en batı duvarında Türklerle alışverişe ayrılmış kapıya, Çinlilerce “Jade Kapısı” denildiği; Çin’in binlerce yıllık tarihi boyunca Türklerden her yıl binlerce ton Jade satın aldıkları, vb. gibi, tarihin yeniden yazılmasını gerektirecek ve iki dünya savaşında ölen milyonlarca insanın katili olan Hint-Ari Avrupa Tarih Tezi”ni çökertecek nitelikte pek çok olgu, Thierry Zarcone’un “Yeşimtaşı (Jade) Yolu” (La Roite Du Jade) kitabında, belgeleriyle gözler önüne seriliyordu. 





Dahası, Avrupa’da kazılarda bulunan Jade taşından baltaların neden dolayı ağızlarının keskin yapılmamış olduğu da ortaya çıkmıştı. Jade “balta”lar, gerçekte balta olmayıp birer “dinsel simge”ydiler; kesme aracı olarak tasarlanmadıklarından ağızları bilenmemiş ve sap geçirilebilecek bir delik açılmamıştı. Avrupalı arkeologlar kesici olmadıkları için bunlara “tören baltası” adını vermişlerdi, fakat bu tören dinseldi. 



Jade taşı binlerce yıl önce Asya kökenli bir dinin mensupları tarafından “yaşam veren kutsal taş” olarak nitelenmiş; bu taşın çok çeşitli hastalıklara iyi geldiğine ve ölmek üzereyken bu taşları kırıp yutan kişilerin ölüsünün gömütünde en az 3 yıl bozulmadan kalacağına inanılmış; binlerce yıl önce bu dine bağlanmış olan her Asyalı, üzerinde, cebinde, Jade taşı bulundurmuş; gerek hastalandığında, gerekse öleceği sırada, bu taşı kırıp suya karıştırarak yutmuştu. 


Dahası, aynı dinin gereği olarak, Jade taşı, ölenle birlikte gömütüne konuyor, öte yaşamda yararı olacağı inancıyla, ölenin dişleri arasına Jade taşları yerleştiriliyordu. Avrupa kazılarında bulunan Jade taşından baltaların niçin keskin ağızlı olmadıklarının gizi de son araştırmalarla böylece çözülmüştü. 


Kazılarda Jade baltalarla birlikte bulunan turkuvaz taşından gerdanlıklar da gerçekte süs eşyası olmaktan çok, boyunda taşınan ilaçlar ve ölümden önce yutulacak haplar olarak görülüyordu. 


Yeni bulgular, bu taşların Avrupaya yerleşmiş Asyalıların dinsel simgeleri olduğunu 1872'de yazmış olan James Fergusson'un, 6000 yıl önce Asya dininin, Avrupa'ya yerleşen Turaniler tarafından, Avrupa'ya yayıldığı tezini de kanıtlamıştı. Çünkü Avrupa'da bulunan jade baltaların ezici çoğunluğu da keskin olmayan, "dinsel simge" türündendi.



Her yeni araştırmanın "Turani Avrupa Tarih Tezi"ni doğrulayıp "Hint-Ari Avrupa Tarih Tezi"ni çürüttüğünü gören psikolojik savaş odakları, Avrupa'yı Jade'nin anayurdu olarak yutturmayı beceremeyen güdümlü mineralogistlerden umutlarını keserek; bulanık suda balık avlamanın çok daha kolay olduğu genetik alanında, kendi siyasi amaçlarına ve ''tarih tezi' anlayışlarına uygun raporlar uydurabilecek "bilgin"ler devşirmeye başladı. 


"Human Genetics" dergisi, yazanın genetikçi mi yoksa tarihçi mi olduğundan kuşkulanmayı gerektirecek denli "Hint-Ari Avrupa Tarih Tezi"ne kanıt uydurmayı iş edinmiş profesörlerin, doktorların, şu ya da bu etnik topluluğa odaklanmış DNA raporlarıyla dolup taşıyor. 


Gelgelelim Jade taşı, "Turani Avrupa Tarih Tezi"ni kanıtlayan arkeolojik kanıtlan yok saydırmaya yönelik bu gibi genetik dalavereleri yerle bir edecek sertliktedir; Avrupa'da onu yontacak 'elmas'ın kırıntısı dahi bulunmuyor.



Bu tür genetik raporların uydurukluğunu açığa çıkartacak en önemli Arkeolojik kanıt olan Turani Jade'ye yönelik son saldırı, 4 Şubat 2010 günü 19:45'te BBC Radio 4'te İngiltere Müzesi (British Museum) Yöneticisi Neil MacGregor tarafından gerçekleştirildi. 


MacGregor, bu radyo konuşmasına İngiltere'de Jade damarları bulunmadığını itiraf ederek başladı ve sözlerini İngiltere topraklarında kazılarda ortaya çıkartılan Jade taşından yapılma "tören baltaları"nın İtalyan Alplerindeki damarlardan elde edildiği "masal"ını yineleyerek sürdürdü. (!) Belli ki BBC'nin amacı, İngiltere'de kazılarda bulunan 6000 yıl öncesine ait Jade baltaların Avrupa'ya Turanlılarca getirmiş olduğu savını çürütmekti.


Oysa, az önce belirttiğimiz gibi, İtalyan Alpleri'nde "Gerçek Jade" yok; yalnızca "Jade benzeri" dedikleri bir takım taşlar vardır. 


Avrupa topraklarında Jade'yi biçiınlendirmekte kullanılan 'elmas' yoktur. 


1901 yılında İngiltere'de yayımlanmış ''Eski İngiliz Yazınında Değerli Taşlar" (Preciouse Stones İn Old English Literature) adlı kitap, İngilizlerin 1900'lere dek "Jade" diye anılan taşı bilmediklerini göstermektedir. 


Jade'nin Asya kökenini unutturup onu Avrupalı yapma ve böylelikle "Turani Avrupa Tarih Tezi"ni ortadan kaldırma dalaveresinin biri diğerini geçersiz kılan yayınlarla bugün dahi sürdürülüyor olması; "Turani Avrupa Tarih Tezi"nin dayandığı binlerce Jade taşından balta Avrupa müzelerde sergilendiği sürece, ''Hint-Ari Avrupa Tarih Tezi"ni doğrulamak üzere uydurulan mineralojik ya da genetik raporların hiç bir işe yaramayacağını göstermektedir.



Atatürk'ün benimsediği tarih görüşü, 1800'lerde, Avrupalı bilginlerce, kazı bulgularıyla, dilbilimsel kanıtlarla oluşturulmuş ve 1876'dan sonra politika değiştiren Batılı devletlerce seferber edilen sayısız akademisyen tarafından çürütülmeye çalışılmasına karşın, bugüne dek dimdik ayakta kalmış, tarihsel gerçeklere dayalı "Turani Avrupa Tarih Tezi"dir.


Atatürk, bu tarih tezini hiçbir zaman "Siyasal Yayılmacılık" (Panturanizm) olarak yorumlamamış ve böyle uygulamamıştır.


O, Batı'nın barbar saydığı Türkler'in, insanlık ailesi içinde köklü ve uygar bir geçmişi bulunduğunu , bu blimsel tezle kanıtlamış ; Batı'nın bilimdışı, 'siyasal ırkçı' aşağılamalarına, yine batılılarca üretilmiş olan bu bilimsel tezle karşılık vermiştir.


Ülkemizde, Atatürk'ün benimsediği tarih görüşüne dayanan Türk Resmi Tarihi'ni yalanlamyı meslek edinmiş : Türkleri uygarlık düşmanı olarak damgalayan Gladstonist, Renanist, Hitlerist, Sevrci, Hint-Ari Avrupa Resmi Tarihi'ni savunan bir takım yazarlar vardır.


Kendilerine "tarihçi diyen ve dedirten bu gibi yazarlar ; "Türk Resmi Tarih Tezi" diyerek saldırdıkları tezlerin, gerçekte 1930'larda Atatürk tarafından üretilmediğini ; 1800-1876 arası, yani Atatürk doğmadan önce, Fergusson, Rawlinson, Layard, Oppert, Cahun v.b. gibi yüzlerce Batılı bilginin bilimsel saptamalarına dayandığını ya hiç bilmemekte, ya da bu gerçeği bile bile gizlemektedirler


Oysa gizlenen gerçekleri halka duyurmak bir aydının 
en önemli görevidir.


















Schliemann - ILIOS

INVESTIGATIONS AND STUDIES IN JADE., EDITED BY GEORGE F. KUNZ, NEW YORK; 
PRIVATELY PRINTED [BY THE DE VINNE PRESS], 1906.




_______________________________________


BATILILARIN YALANLARI  BIRAKIP
GERÇEKLERİ ANLATMASI TÜM ARZUMUZDUR.
IRKÇILIK YAPANLAR BİZ DEĞİL  "BATILILARDIR"
BİZİM KİMSENİN TOPRAĞINDA GÖZÜMÜZ YOKTUR.
AYNI ŞEYİ "KARŞI" TARAFTAN DA BEKLİYORUZ.

SAYGILAR
SB.


__________________________